21 Şubat 2013 Perşembe

Sağlık Bakanlığı 5 yıllık hedeflerini açıkladı


Milletvekillerine bir sunum yapan çiçeği burnunda bakan, yeni dönüşüm programının ayrıntılarını verdi. Sunuma göre doğal afetlere hazırlık da Sağlık Bakanlığı'nın önemli gündem maddelerinden biri. Hastanelerin depreme dayanıklılığı gözden geçirilecek. Deprem ya da afet durumunda daha hızlı bir tıbbi müdahale için Türkiye 29 sağlık bölgesine bölünecek. Çalışmalar buralardan koordine edilecek. Depremlerde muhtemel yıkımlar dikkate alınarak ‘gemi hastane' modeli hayata geçirilecek. Ülkenin 3 tarafındaki denizlerde bu gemi hastaneler sürekli hazır bekletilecek.

Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nun sunduğu planın en dikkat çekici başlıklarından biri de Başbakan Tayyip Erdoğan’ın sıkça vurgu yaptığı ‘nüfus artış hızı’yla ilgili... Örneğin, kürtaj ve düşük, bir doğum kontrol yöntemi olmaktan çıkarılacak. Sezaryen oranları azaltılacak. Çok çocuk için evli çiftler bilinçlendirilecek. 24 saat ücretsiz hizmet veren, ‘üreme sağlığı danışma hattı’ kurulacak. Öğrenciler, er ve erbaşlara da üreme sağlığı eğitimi verilecek. Tıbbi mecburiyet veya herhangi bir sebeple istemeyerek düşük yapan kadınlara psikolojik destek sağlanacak.

Bireyin sağlığını hedef alan unsurlarla mücadele geliştirilecek. Bu çerçevede, sağlıklı beslenme teşvik edilirken kilolu bireylerin tespiti, izlenmesi ve tedavisi için çalışmalar yapılacak. Halkın beslenme ve spor yapma tarzını izlemek için veri toplama sistemi kurulacak. Sigara ve uyuşturucu gibi bağımlılık yapan maddelerin açık ve gizli reklamlarıyla mücadele edilecek. Su, hava ve toprak kirliliğinin insan sağlığına olumsuz etkilerini azaltmak amacıyla seferberlik başlatılacak. Bu çerçevede kirli çıkan damacana ve ambalajlı sulara sıkı takip yapılacak. Dolumdan dağıtıma kadar polikarbon şişelerin temizliği adım adım izlenecek.

Hasta yakınlarının kapı kapı dolaşıp kan ve kan ürünü arama çilesinin bitirilmesi de hedefler arasında. Kızılay ile yapılacak işbirliği çerçevesinde kan tedariki güçlendirilecek ve ‘acil kan anonsu’ sona erecek. Aile hekimliğinin ilaç yazmanın ötesinde teşhis ve tedavide etkin rol oynaması için önemli adımlar atılacak. Bu çerçevede aile hekimlerinin kan ve idrar tahlili yapabilmesi amacıyla laboratuvar imkânı sağlanacak. Hastanelerden alınan randevular, aile hekimliği sistemine entegre edilecek. Aile hekimindeki randevular hastanelerde de geçerli olacak.

KOZMETİK KAYIT SİSTEMİ KURULACAK

Stratejik planda, parfüm, şampuan, saç boyası, ruj gibi ürünlerde yaşanan sahtecilikle mücadele de yer alıyor. Buna göre ilk kez ‘kozmetik ürün kayıt sistemi’ kurulacak. Böylece her ürün, kimlik numarası sayesinde üretim bandından satış anına kadar izlenecek. Bu numara dışındaki ürünlerin satışı önlenecek. Meslek hastalıklarının tespitini ve bildirimini artıracak kayıt sistemi de hayata geçirilecek.

Sağlık Bakanı Müezzinoğlu, ‘Sağlıkta Kamu Özel İşbirliği Modeli ve Kamu Hastaneleri’ başlıklı bir sunum da yaptı. Bunun ayrıntılarında da şu hususlar öne çıktı: “Kamu-özel ortaklığıyla hastane kampüsleri 5 yıl içinde bitirilecek. Şehir hastaneleriyle hasta yatak odaları bir veya iki yataklı olacak. Bünyesinde lavabo, tuvalet ve duş barındıracak. Hastane kampüslerinde ‘anne evleri’ kurulacak. Bu evler, sadece annelere hizmet veren, çeşitli sebeplerle hastaneye ulaşımında zorluk yaşayan, doğumu yaklaşan anne adaylarını barındıracak. Erken doğum yapan anne ve bebeklerine de hizmet verecek anne evleri, bebeğin annesi tarafından daha çabuk emzirilmesini sağlayacak. Yine şehir hastanelerinde hasta ve yakınlarını araçları ile karşılama hizmeti de verilecek. Valeler otellerde olduğu gibi araçları ücretsiz yeraltı otoparklarına park edecek. Hasta yakınları, araçları için park yeri aramaktan kurtulacak.

Alınıt: egedesonsöz.com

8 Şubat 2013 Cuma

Aile Hekimliği'nde Hedef ,Pratisyen Hekimlerin Sistemde Yer Almaması


''Meselâ bu yıl aile hekimleri ciddî bir eğitimden geçecekler, sınavlardan geçecekler. Bu eğitimlerle tıbbî bilgi bakımından ciddî şekilde takviye edilmiş olacaklar. Ama zaman içinde hedeflenen şey, artık tıp fakültesini bitirmiş pratisyen hekimlerin bu işi yapmaması. Aile hekimliği uzmanı olmaları. Oraya doğru bir geçiş olacak''

''Biraz daha yılların geçtiğini düşünelim. Bu sistemin oturduğunu düşünelim. Bundan hekim de daha memnun olur. Hekimler daha nitelikli hâle geldiğinde, hekimlerin ihtiyaçları karşılandığı zaman daha iyi olacak.''


İstanbul Halk Sağlığı Müdürü TAŞDEMİR: “İki farklı müdürlük var, ama vatandaşın aldığı hizmet aynı. Vatandaş yine aile hekimine gidiyor. Biz Türkiye Halk Sağlığı Kurumu’nun İstanbul’daki temsilcisiyiz. Vatandaşa hastane dışında hizmet olarak yansıyan şeylerin hemen hemen tamamı bizde. Biz topluma yönelik çalışmalar yapıyoruz.

”İl Sağlık Müdürlükleri ile Halk Sağlığı Müdürlüklerinin görev alanları karıştırılıyor. Aradaki fark nedir?

İki farklı müdürlük var, ama vatandaşın aldığı hizmet aynı. Hizmet verme bakımından eski yapı devam ediyor. Vatandaşın sağlık teşkilâtı ile ilişkisi bürokratik ilişkiden ziyade hizmet alma ilişkisidir. Sağlığıyla ilgili şikâyeti olur, kendi gider ya da bir yakınını götürür. Böyle baktığımızda bir tarafta aile hekimliği var. Aile hekimliği bizde… Değişen bir şey yok, vatandaş yine aile hekimine gidiyor. Benim buraya gelip ikinci bir müdür olarak atanmam, teşkilâtın ayrılmış olması vatandaşa hiçbir şekilde yansımıyor. Hastaneye gidiyorsa, yine aynı hastaneye gidiyor. Zaten artık geçmişte olduğu gibi farklı kamu hastaneleri yok, yapı birleşti. Dolayısıyla insanlara yansıyan bir şey yok. Ancak, meselâ vatandaşın ambalajlı sular ile ilgili bir şikâyeti var. O bizi ilgilendiriyor. Sigara, tütün denetimi bizi ilgilendiriyor. Vatandaş devletin bir kanalından girdiği zaman, bu şikâyetini ilettiği zaman bu oradan bize zaten geliyor. Eskiden yanlış yere gittiğinde orada tıkanabiliyordu. Yani bu tür spesifik başvurular dışında vatandaşın aldığı hizmet bakımından değişen bir şey yok. Ha ne olur, aile hekimini değiştirmek istiyor diyelim. Onun başvurusunu bize ya da ilçe teşkilâtımıza yapacak.

İl Sağlık Müdürlüğü ne yapıyor artık?

Eskiden her şey oradaydı. Biz tedavi edici hizmetleri üçe ayırıyoruz birinci, ikinci ve üçüncü basamak diye. Birinci basamak aile hekimliğine tekabül ediyor. Bir ilçe devlet hastanesi ikinci basamaktır. Ama bir eğitim ve araştırma hastanesi ya da bir üniversite hastanesi, üçüncü basamak. Şimdi birinci basamak bizde kaldı, ikinci ve üçüncü basamak –müstakil üniversite hastanesi olanlar hariç- kamu hastane birliği şeklinde yapılandı. İl Sağlık Müdürlüğü’nde vatandaşa hizmet olarak yansıyan 112 var. Onun dışında hastanelerin, özel hastanelerin, tıp merkezlerinin denetlenmesi ve ruhsatlandırılması, eczanelerin, kozmetiklerin denetlenmesi… Bir de bu çoklu yapıda koordinasyonun sağlanması gibi bir görevi var.

Hiyerarşik yapıda Bakanın ildeki temsilcisi İl Sağlık Müdürüdür. Biz Türkiye Halk Sağlığı Kurumu’nun temsilcisiyiz. Vatandaşa hastane dışında hizmet olarak yansıyan şeylerin hemen hemen tamamı bizde. Yani buna obezite, tütün mücadelesi, bulaşıcı hastalıklar, kanser kayıtlarının tutulması dahil, yani hastanelerde yapılan şeylerin bir kısmını da biz burada takip ediyoruz. Meselâ, bir bulaşıcı hastalığı olan kişi hastaneye yatabilir. Başkalarına bulaştırıp bulaştırmadığını biz araştırıyoruz, gerekirse temaslıların aşılamasını biz yapıyoruz. Meselâ, kanser hastasının birinci basamakta aşağı yukarı hiçbir işi yok. İş hastanede. Ama kanser kayıtçılığı, kanser taramaları, şeker hastalığıyla ilgili mücadele bizde. Obezite ile mücadele, sağlıklı okullar, beyaz bayrak, yani topluma yönelik sağlık hizmetleri bizde. Toplum sağlığı, halk sağlığı dediğimiz o zaten. En temel fark klinik branşlarda, yani hastane boyutunu düşündüğümüzde, hekim bireyle/ hastayla muhatap olur. Kendine gelen kişiyi belli mahremiyet şartları içinde kabul eder. Muayene eder, teşhis koyar, tedavi yapar vs. Bizde öyle değil. Biz topluma yönelik çalışmalar yapıyoruz. Muayene-teşhis-tedavi sürecini toplum ölçeğinde işletiyoruz. Aile hekimi de bireye hizmet veriyor. Meselâ aile hekimi kendisine kayıtlı bir ailenin bebeğinin aşısını yapıyor. Ama okul aşılarını biz topluca yapıyoruz. Toplum sağlığı merkezleri üzerinden böyle bir farkımız var. Belki bu da zaman içinde aile hekimliklerine aktarılabilir. Ama şu anki yapı böyle.

Daha çok hastalıklara karşı bilinçlendirme ve koruma işi yapıyorsunuz yani?

Evet koruyucu hekimlik diye bir şey oturmuştu. Bunun bir adım ötesi sağlığın geliştirilmesidir. Böyle bir kavram var. Sağlığın korunması var, bundan öte geliştirmek var. Yani insan daha iyi olsun. Sağlıklısınız, bir şeyiniz yok, kilo probleminiz filan yok. Risk faktörleriniz az. Ama daha iyi olabilirsiniz, daha fazla spor yapabilirsiniz. Diyetinizi biraz daha iyileştirebilirsiniz. Psikolojiniz daha iyi olabilir vs. Dünya Sağlık Örgütünün sağlık tanımı var. “Bedenen, ruhen ve sosyal açıdan tam bir iyilik hâlidir” diyor. Bu ilginç bir tanım. Bedenen, ruhen hadi tamam anladık da, sosyal? Sağlığın geliştirilmesi diye bir genel müdürlük kuruldu Türkiye’de. Bu ilginç bir şey... Sağlığın geliştirilmesi için çaba gösteriliyor. Vatandaşı bilinçlendirmek üzere eğitimler, kamu spotları, yani sağlığın korunması, geliştirilmesi, birinci basamak hizmetler… Bunun yanında Halk Sağlığı Laboratuvarlarımız var.

Aile hekimliğinden söz ettiniz. Tabiî yeni bir uygulama Türkiye için. Bu uygulama tuttu mu? Ve hekimler bazında ve hastalar nezdinde farklı şikâyetlerde olabiliyor. Hekim başına düşen hasta sayısı fazla… Hastalar istediklerini bulabiliyorlar mı?

Aile hekimliği 2005’te pilot uygulama olarak Düzce’de başlamıştı. 2010’un son aylarında da İstanbul dahil edildi. İki yılı biraz geçti. Yani İstanbul bu uygulamaya katılan son illerdendi. Sistem oturdu. Daha doğrusu tuttu diyelim. Tutmayabilir, deniyordu, ama tuttu. Biz 2004 yılında üniversite olarak Sağlık Bakanlığı için hekimler arasında bir araştırma yaptık. Yani “Bu sistem tutar mı tutmaz mı? İyi mi kötü mü? Size göre nasıl?” diye… Hekimler ağırlıklı olarak “Bu iyi bir sistem, ama biz böyle büyük değişimlere aşina değiliz. Öyle bir tecrübemiz ve kültürümüz yok. Yüzümüze gözümüze bulaştırırız, o yüzden fazla oynamayın. Sağlık ocaklarını biraz iyileştirmek yeter, fazla karıştırmaya gerek yok” dediler. Biz bu bilgiyi, veriyi alıp oradan aktarmakla görevliydik… Ama kendimi tutamayıp araya girdiğim tek yer buydu. Yani “Onlar yapıyor da biz niye yapamıyoruz? Biz ne zaman ‘yapabiliriz’ diyeceğiz? Yüzümüze gözümüze bulaştırmayız diyeceğiz?” diyordum. Çok şükür öyle de oldu. Şu anda tuttuğunu görüyoruz.

Kalabalık nüfusa rağmen başlanması iyi oldu. Nüfus kalabalık, ama o nüfusa illâ “Aile hekimine gideceksin!” denilmiyor. Meselâ Hollanda’da insanlar aile hekimine uğramadan hastaneye gidemiyor. Öyle bir sınırlama var. Çünkü aile hekimi başına düşen nüfus 2300 kişi, öyle 1000 filan değil. Hekim başına nüfus başka bir şey, aile hekimi başına düşen nüfus başka bir şey, buna dikkat etmek lâzım. Orada sayılar biraz daha iyi. Bizde biraz yüksek, doğru, ama insanların direkt hastaneye gitme imkânları var. Dolayısıyla bizim aile hekimi başına düşen kişi sayımız 3500’ün biraz üzerinde. Günlük görülen hasta sayısı eskiden olduğu gibi 120-130 kişi değil. Sayılar belli. Aile hekimi başına düşen muayene sayısı 40 civarında. Ama iyi bir şey oldu. Önceden poliklinik yükünün yarıdan fazlası hastanede idi, şimdi ise aile hekimliğine kaymış durumda. Bu zaman içinde artacaktır diye umuyoruz. Çünkü aile hekimliği de epey desteklendi ve geliştirildi. Bunu vatandaşın bir kısmı görmüyor ya da bilmiyor olabilir. Nasıl? Meselâ Aile Hekimliğinde bizim çok güzel bir laboratuvar hizmetimiz var. Hastanelerden asla geri olmayan ve Türkiye’nin en büyük laboratuvar sistemi. Yani bu eskiden olduğu gibi sağlık ocağının bir köşesinde yapılan bir şey değildir. Her gün kanlar alınıyor, mükemmel bir lojistik sistemi ile gidiyor. Beş ayrı laboratuvarda bunlar analiz ediliyor. Ve ertesi gün hekimin ekranına düşüyor. Bunun arkasından görüntüleme gelecek meselâ. Belli filmler çekilecek, bunlar elektronik ortamda tutulacak. İnsanlara filmleri artık cd’lerde veriliyor. Eskiden olduğu gibi poşetlerde filan değil. Bu da kaldırılmış oldu. Elektronik ortamdaki filmleri hekimler istedikleri yerde raporlayabilecekler. Yani işimiz kolay, hızlı ve ekonomik hâle gelecek. Bunu da yapacağız inşallah.

Bunun yanında aile hekimlerini de biraz daha geliştirdiğimiz zaman… Meselâ bu yıl aile hekimleri ciddî bir eğitimden geçecekler, sınavlardan geçecekler. Bu eğitimlerle tıbbî bilgi bakımından ciddî şekilde takviye edilmiş olacaklar. Ama zaman içinde hedeflenen şey, artık tıp fakültesini bitirmiş pratisyen hekimlerin bu işi yapmaması. Aile hekimliği uzmanı olmaları. Oraya doğru bir geçiş olacak. Mevcut aile hekimliği eğitimi hastane ağırlıklı bir eğitim. Yani hastane odaklı… Birinci basamak odaklı değil. Şimdi birinci basamakta yapacaklar bunu. Eğitim Araştırma Hastaneleri ve Üniversite Hastaneleri “eğitim aile sağlığı merkezleri” oluşturacaklar kendi muhitlerinde. Hem hastanesine gelir temin etmiş olacak, hem asistan hem de öğrenci yetiştirecek. Ayrıca, o bölgenin hizmetini vermiş olacak. Böylece aile hekimleri yavaş yavaş uzman statüsünü kazanmış olacaklar. Düşünün yakınınızda bir yer, sizi, çocuğunuzu, ailenizi tanıyor… Bu güzel bir şey. Elektronik kayıtlar var. Geçmişte ne olduğunu görebiliyor. Biraz daha yılların geçtiğini düşünelim. Bu sistemin oturduğunu düşünelim. Bundan hekim de daha memnun olur. Hekimler daha nitelikli hâle geldiğinde, hekimlerin ihtiyaçları karşılandığı zaman daha iyi olacak.

Halk şu anda bu sisteme nasıl bakıyor?

Memnuniyet durumu izleniyor, oran ciddî manada yükseldi. Ama daha yapacağımız şeyler var. Memnuniyet oranı yüzde 80’e yaklaştı derken yüzde 20’yi de unutmamamız lâzım. Onlar niye memnun olmuyor. Onun için ne yapmak lâzım diye.

Gerçi bazen aile sağlığı merkezleri “ilâç yazdırma yeri” gibi görülüyor. Bu normal midir?

Bizim burada yaptığımız, insanların ilâç yazdırırken bile kontrol ve takip altında olması. İlâç yazdırmanın da bir usûlü olması lâzım. Bu bir kültür. Bunun değişmesi biraz zaman alıyor.


Hollandalılar Bize Danıştı

Tabiî hastalığın devlete yüklediği maliyet fazla. Yani insanları hastalıktan korumak için yapılan çalışmalar devlet için daha kârlı olur her halde?

Evet, buraya harcadığınız her 1 lira, öbür taraftan 3-4 lira tasarruf getiriyor. Yani sadece parayı düşünüyor olsanız bile bunu yapmanız lâzım. Koruyucu hizmetler her açıdan önemli. Ekonomik açıdan da, insanların çektiği bedenî ve ruhî yük olarak da baksanız, koruyucu hizmetler daha önemli tabi. Ona kaynak ayırmak gerekiyor.
Geçen Cuma Hollanda’dan 57 kişilik bir heyet geldi. Bir kısmı da bizimle buluştu. Diyorlar ki, “Hollanda’nın nüfusu İstanbul’un nüfusu kadar. Bütçesi Türkiye kadar. Sağlığa ayırdığı pay oransal olarak daha fazla. Nüfusumuz artıyor. Ne yapacağız?” Yani, masraf fazla, talepler artıyor diyorlar. Refah toplumuyuz... Onlar dahi maliyet artışından kaygılı… Oradaki bakanlığın adı “Sağlık, Spor ve Refah Bakanlığı.” Bakanın sağ kolu olduğu söylenen bir genel müdürle sohbet ettik. “Nasıl yapıyorsunuz?” diyor. “Bu kadar az parayla bu kadar fazla nüfusa nasıl hizmet veriyorsunuz?” diye soruyor. Tecrübemizden faydalanmak istiyorlar. Koruyucu hizmetleri iyi seviyede vermelerine rağmen, maliyet artışına çözüm arıyorlar. Bizim de onlardan örnek alacağımız çok şey var.

Mustafa Taşdemir kimdir?

Doç. Dr. Mustafa Taşdemir, 1963 yılında Amasya’da doğdu. İlköğrenimini Amasya’da, ortaöğretimini Samsun Anadolu Lisesi’nde ve lise eğitimini Kuleli Askeri Lisesi’nde tamamlayan Taşdemir, 1982-1984 yıllarında Boğaziçi Üniversitesi’nde tarih ve felsefe okudu. Ardından girdiği Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesinden 1990 yılında mezun oldu. Göreve başladığı ilk yer olan Sivas Şarkışla’dan sonra Ankara’nın Ayaş ilçesinde bir yıl çalıştı. 1994 yılı başında, mezun olduğu Marmara Üniversitesi’nde halk sağlığı ihtisasına başladı. Sağlıkta kalite yönetimi alanında hazırladığı uzmanlık teziyle 1998’de halk sağlığı uzmanı oldu ve kalite yönetimi uygulamalarında uzmanlaşmak amacıyla özel sektörde çalışmaya başladı. 2001 Yılında Marmara Üniversitesi’nde şimdiki adıyla Sağlık Bilimleri Fakültesi Sağlık Yönetimi Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalışmaya başladı. 2008’de aynı üniversitede Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı’na geçti. 2004-2005 yıllarında Sağlık Bakanlığı Ulusal Sağlık Akreditasyon Sistemi Yönlendirme Komitesi üyesi olarak çalıştı. 2008-2009 döneminde yaklaşık 1 yıl süreyle Sağlık Bakanlığı’nda kıdemli eğitim ve araştırma koordinatörü olarak görev yaptı. 15.05.2012 tarihinde İstanbul Halk Sağlığı Müdürlüğü’ne atanan Doç. Dr. Mustafa Taşdemir çeşitli dergilerde hakemlik ve editörlük yapmaktadır.
Evli; biri kız, üç çocuk babası olan Taşdemir, İngilizce ve Almanca bilmektedir.

Alıntı:  ABDULLAH ERAÇIKBAŞ-FARUK ÇAKIR-YENİ ASYA

Sağlık Bakanlığı Teşkilat Kanunu Anayasa Mahkemesi'nde...

Mahkeme, CHP’nin bir yılı aşkın süredir bekleyen başvurusunu 14 Şubat’ta görüşecek. Kamuda görev yapan 160 bini doktor ve hemşire, yaklaşık 500 bin çalışanı ilgilendiren başvurudan iptal kararı çıkarsa, sağlık personeli 2 Kasım 2011’den önceki görevlerine dönecek. Başvuruda, Türkiye kamu hastaneleri ve halk sağlığı kurumlarının kaldırılması isteniyor. İllerde il sağlık müdürü, halk sağlığı müdürü ve genel sekreterliklerden oluşan üçlü yapının iptaliyle kaldırılan klinik şefi-şef yardımcısı unvanlarının geri getirilmesi ve yabancı doktorların çalışma izninin iptali isteniyor.

Sağlık Bakanlığı’nın yeni teşkilat yasasının tamamının iptali için CHP, 30 Aralık 2011’de Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yaptı. Bunun yanında 2012 yılı içinde aynı yasanın değişik maddelerinin iptali için 7 başvuru daha yapıldı. Başvurularda iptali ve yürürlüklerinin durdurulması istendi. Anayasa Mahkemesi, 1 Şubat’ta açıkladığı kararla iptal isteminin 14 Şubat 2013 tarihinde gündeme alınacağını ve esastan görüşüleceğini açıkladı. Yasanın yıl içinde uygulanması da bazı problemleri beraberinde getirmişti. Özellikle sağlık personelinin il içinde atanması, yerlerinin değiştirilmesi, açığa alınması gibi konularda sıkıntılar yaşandı. Yeni teşkilat yasasına göre, sağlık personelinin yer değişikliklerinde Ankara merkezli Kamu Hastane Birliği kurumu ile Halk Sağlığı kurumu yetkili. Burada il sağlık müdürlüklerinin yetkisi bulunmuyor. Fakat yürürlükte olan 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’na göre, bu yetki valiler ve kaymakamlarda. Bunu il sağlık müdürleri kullanıyor.

Yetki karmaşası kendini Şırnak’ın Uludere ilçesinde de gösterdi. Kaymakam Cemil Öztürk’ün ilçede İngilizce öğretmeni olan eşi Özlem Kıyak Öztürk, geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybetmişti. Kaymakam, eşinin son tedavisinin işlem talimatını veren Uludere Devlet Hastanesi başhekimini açılan idari soruşturma kapsamında açığa aldı. Fakat 663 sayılı Sağlık Bakanlığı Teşkilat Kanunu bunu yapmasına engel. İki yasanın da yürürlükte olması problemlere yol açıyor.

Alıntı: Zaman / Çağlar AVCI

Ağrı'da Hamile Doktora Tekme...

Edinilen bilgiye göre, Ağrı Devlet Hastanesi'nde görev yapan 7 aylık hamile nöroloji uzmanı Nevroz Ünlü, poliklinikte muayene yaptığı sırada bir hasta yakını olduğu öğrenilen F.E. adlı kişinin saldırısına uğradı.

Uzun süre beklediğini ileri süren F.E. duruma sinirlenip, hastasına daha önce bakmasını isteyerek, Ünlü'nün üzerine yürüdü. Kadın doktorun karnına tekme atan F.E. çevredekilerin müdahalesiyle poliklinikten uzaklaştırıldı. Olayın ardından Ünlü'ye, doktor arkadaşları tarafından acil serviste müdahale edildi. F.E. ise polis ekiplerince gözaltına alındı.

Ünlü'ye 10 gün iş göremez raporu verildiği, olayla ilgili soruşturma başlatıldığı bildirildi.

Ağrı Tabipler Odası, Sağlık İş-Sen ve Dev Sağlık-İş Sendikası Ağrı Şubesi, ortak yaptıkları basın açıklamasında, doktorun darp edilmesi olayını kınadı.

Tabipler Odası Başkan Heval Bozdağ, Ünlü'nün 105'inci hastasını muayene ettiği sırada bir hasta yakınının saldırısına uğradığını belirtti. Bozdağ, Ünlü'nün artık hasta bakamaz duruma geldiği sırada bu saldırının gerçekleştiğini ifade ederek, şunları kaydetti:

"Arkadaşımız, bir hasta yakını tarafından darp edilmiştir. Bunun her yıl birçok örneğini görüyoruz. 'Bunun izahı nedir-' Bu olaylar neden tekrar edilmektedir. Darp edilen bir kadın hekim. Kadına yönelik şiddetin gündemden bir türlü düşmediği ülkemizde bu seferde sağlıkta şiddetin hedefi bir kadın oldu. Şiddet mağduru kadın hekim arkadaşımız aynı zamanda 7 aylık hamile ve bir anne. Saldırgan, arkadaşımızın karnına tekme atmaktan sakınmıyor. Bu kişiyi gözü dönmüş yapan ne-" dedi.

Ağrı Devlet Hastanesi yönetimi de internet sitesinden olayı kınayarak, "Hastanemiz doktorlarından nöroloji uzmanı Nevroz Ünlü, hasta yakını tarafından darp edilmiştir. Hastane yönetimi olarak bu saldırıyı kınıyoruz" ifadeleri kullanıldı.

Alınıt:AA

Saplık Bakanlığı'ndan Performans Açıklaması

Son günlerde basınımızda "Performansa Dayalı Ek Ödeme Sisteminin Kalktığı ve Sağlık Çalışanlarına Ek Ödeme Yapılmayacağına" dair yer alan haberler gerçeği yansıtmamaktadır.


Kamu Hastaneleri Birliklerine 31 Ocak 2013 tarih ve 297 sayılı yazımız ile yapılan duyuru; Ocak ayı performansa dayalı ek ödeme hesaplamalarının, sağlık çalışanları lehine düzenlemelerin yer aldığı yeni yönetmeliğe göre yapılması ve mükerrer iş yükü oluşmaması amacıyla yapılmıştır.


Ocak 2013 döneminin performansa dayalı ek ödemeleri personelimize yeni düzenlemeler doğrultusunda ve zamanında ödenecek olup, personelimizin herhangi bir hak kaybı olmayacaktır.


Kamuoyuna saygılarımızla duyurulur. 

5 Şubat 2013 Salı

İTÜ'de 50-D'li Asistanlardan İlk Zafer...


YÖK Genel Kurulu, İTÜ Asistan Dayanışması'nın talepleriyle ilgili kararını sözlü olarak açıkladı. İşten çıkartılan araştırma görevlileri başvurdukları takdirde, işlerine iade edilecek. Ancak karar, azami süre içinde doktora ve yüksek lisans tezlerini teslim edenlerin dahi kadroda kalma süresine kısıtlama içeriyor. Bu madde nedeniyle tüm araştırma görevlileri 2013 yılı sonunda tekrar işten çıkarmalarla karşılaşabilir.

İstanbul Teknik Üniversite'li (İTÜ) Araştırma Görevlileri, mağduriyetleri önlemenin çok önemli bir kazanım olduğunu, bundan sonrası için mücadeleye devam edeceklerini açıkladı.

Asistanlar, karar açıklanana kadar YÖK önündeydiler

İTÜ'lü Araştırma Görevlileri 31 Ocak sabahından itibaren azami süre uygulamasının geri çekilmesi, işten çıkarılan araştırma görevlilerinin işe iadesi ve 33-a kadrosuna geçişteki kurul uygulamalarının kaldırılması talepleriyle Ankara'daki Yükseköğretim Kurulu (YÖK) binası önündeydi.

İTÜ'lü Araştırma Görevleri dün YÖK Genel Kurulu'na şikayet ve taleplerini ilettikten sonra yazılı açıklanacağı söylenen kararı YÖK binası önünde bekledi. Bu akşam saatlerinde YÖK Başkan Vekili Şaban Çalış'ın da aralarında bulunduğu YÖK yetkilileri İTÜ'lü üç araştırma görevlisi ile görüşerek Genel Kurulda alınan kararı sözlü olarak açıkladı.

Kadroda 2013 kısıtlaması 


YÖK'ün internet sitesinde de açıklanacağı söylenen Genel Kurul kararının azami süre ile ilgili yönetmelikte yapılmasını öngördüğü değişiklikler şu şekilde:

* Azami süre uygulamasından dolayı işten çıkartılan araştırma görevlileri, yönetmeliğin Resmi Gazete'de yayınlanmasından sonraki bir ay içinde başvurdukları takdirde, ilan şartı aranmaksızın, işlerine iade edilecek.

* Aynı araştırma görevlileri, 30 Haziran 2013'e dek doktora tezlerini başarıyla teslim ettikleri takdirde 2013 yılı sonuna kadar görevde kalacak.

* Süreden sayılmayan izinler azami süreye dahil edilmeyecek.

* Araştırma görevlileri azami süre içerisinde yüksek lisans ya da doktora tezlerini teslim etmeleri durumunda yüksek lisanstakiler 6 ay, doktoradakiler ise 1 yıl 50/D kadrosunda kalabilecek.

İTÜ'lü Araştırma Görevlileri mücadeleleri sonucu işe iade hakkı kazandı. Ancak 33-a kadrosunun ortadan kaldırılıp tüm araştırma görevlilerinin doktora sonunda işten çıkarılması ihtimali araştırma görevlileri için tehlikenin sürdüğünü gösteriyor. İTÜ Asistan Dayanışması, işe iadelerin kazanım olduğunu ancak kadroda kalma süresine yönelik kısıtlamanın tehlike olduğuna işaret ederek mücadelelerine devam edeceklerini belirtti.

İşten çıkarmalar nasıl başlamıştı? 

YÖK, 2547 Sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun 50/d maddesiyle istihdam edilen araştırma görevlilerinin yüksek lisansta üç, doktorada altı yılı tamamlayıp mezun olmaması halinde işten çıkarılmasıyla ilgili bir görüş yazısı gönderdi. Yurtdışı görevi, doğum izni veya özel sebeplerle Enstitü onayıyla alınan süreden sayılmayan izinler de bu süreye dahil edildi. İTÜ Rektörlüğü bu görüş yazısına göre Ekim 2012'de araştırma görevlilerini işten çıkarmaya başladı. İTÜ'lü araştırma görevlileri azami süreyi içermeyen 33/a kadrosuna geçmek istediklerini belirtti. Üniversite Yönetim Kurulu 7 Kasım 2012'de 33/a kadrosuna geçme kriterlerini açıkladı. Bu kriterler, mülakatları gerçekleştirecek bir denetim kurulu oluşturulması ve bölüm ihtiyacının esas alınması gibi maddeler içeriyordu.

Alıntı:Bianet.org/Beyza KURAL