27 Kasım 2013 Çarşamba

İzmir'de de polio aşılaması...Türkiye'de polio alarmı (3)...

Alıntı:egehaberi.com

Suriye'deki iç savaş acıları Ortadoğu'yu sarmaya devam ediyor. Mültecilerin dramı 'kaçış' sonrası komşu ülkelere de taşınırken, sığınma beraberinde büyük sorunları da getiriyor. Dünya Sağlık Örgütü'nün bölge için yaptığı çocuk felci uyarsı sonrası Türkiye'de Suriye'ye direkt sınırı bulunan 7 ilde aşı teyakkuzu başlamıştı. Seferberlik sayıları yüz bini aşan mültecilere yaklaşık 1 yıldır ev sahipliği yapan İzmir'e de başladı.

İzmir’de sayıları yüz bini aşan Suriyeli mülteciler büyük tartışma konusu olurken, Türk Sağlık Sen 1 Nolu Şube Başkanı Ahmet Doğruyol’dan önemli bir uyarı geldi.

Başkan Ahmet Doğruyol, Türkiye’de Suriyeliler aracılığı ile 1998’den beri görülmeyen çocuk felci hastalığının yeniden hortladığını açıkladı.

Türkiye’de çocuk felcine yakalanan 30 Suriyeli vatandaş olduğunu öne süren Doğruyol, “Sağlık Bakanlığı Suriyeli çocuklar için aşılama kampanyası başlattı. Sadece Konak’ta bin çocuk aşılandı. İlimiz ve ülkemiz salgın riskiyle karşı karşıya” dedi.

İzmir’deki sağlık çalışanlarının kentteki 5 yaş altı Suriyeli çocukları aşılamaya başladığına dikkat çeken Doğruyol, “Sağlık Personellerimiz tüm özverileriyle; elinde hiçbir bilgi, veri, adres olmadan sokak sokak Suriyeli arıyor. Mahalle sakinlerine ve esnafa sorarak ulaşabildiklerine aşı yapıyorlar” dedi.

1998’DEN BERİ GÖRÜLMÜYORDU


Türk Sağlık Sen 1 Nolu Şube Başkanı Ahmet Doğruyol, sendika binasında yaptığı açıklamada, Türkiye’de çıkabilecek çocuk felci salgınına dikkat çekti. Çocuk Felci hastalığının (Poliomyelit) genellikle hijyen koşulların olmadığı bölgelerde dışkıyla bulaşan, salgınlar halinde görülen bir hastalık olduğuna dikkat çeken Doğruyol, “Ateş, şiddetli baş ağrısı, bulantı ve sırt ağrısıyla ortaya çıkan omurilikteki kasların kasılmasıyla başlayıp, sinir hücrelerine hasar vererek etkisini gösteren, mikrop kaptıktan sonra 7-21 Günde ortaya çıkan büyüklerde de görülebilmesine rağmen; özellikle 0-6 Yaş çocuklarda daha sık görülen bir hastalıktır. 1840-1950 Yılları arasında Dünya da sıkça salgınlara neden olan çocuk felci, ülkemizde en son 1998 Yılında görülmüş olup 2002 Yılında DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) Türkiye'nin de içinde bulunduğu 51 Ülkeyi kapsayan bölgeden çocuk felcinin tamamen temizlendiğini açıklamış, Türkiye'ye ödül vermiştir” ifadelerini kullandı.

KAPI KAPI MESAİ!

Hükümet yetkilileri ve Sağlık Bakanlığı’nın Suriyeler’in yurda girişi sırasında gerekli sağlık önlemleri ve tarama tedbirlerini almadığını ifade eden Doğruyol, şu an 74 milyon vatandaşın Çocuk Felci hastalığı, Suriyelilerin karıştığı hırsızlık ve fuhuş olayları nedeniyle tedirginlik yaşadığını belirtti. Sağlık personellerinin Suriyeli 5 yaş altı çocukları aşılamakta büyük sıkıntılar yaşadığını da anlatan Doğruyol, “Sağlık Personelleri Suriyelilere ulaştığında, korktukları, kapıyı açmadıkları, dil sorunu olduğu, yaşama koşullarının çok kötü olduğu sağlık personellerimiz tarafından ifade edilmektedir. Sağlık Bakanlığı'nın genelgesiyle başlatılan aşı kampanyasında her zaman olduğu gibi asıl eziyeti, çileyi yine sağlık personeli çekmektedir. Sağlık Personellerimiz tüm özverileriyle; elinde hiçbir bilgi, veri, adres olmadan sokak sokak Suriyeli aramış, mahalle sakinlerine ve esnafa sorarak ulaşabildiklerine aşı yapmışlardır. Suriyeli olduğunu Tahmin edebildikleri mahallelere, sokaklara giden sağlık personelinin çabası takdire şayandır” dedi.

Konak’ta bin çocuğa çocuk felci aşısı yapıldığını anlatan Doğruyol, şunları söyledi:
“Sevindirici olan yönü resmi kayıtlara göre bu güne kadar ilimizde çocuk felci vakasının görülmemesi, üzücü olan yönü ise resmi bir açıklama yapılmamasına rağmen ülkemizde yaklaşık 30 Civarında çocuk felci vakasının görüldüğü iddiasıdır. Vatandaşlarımızın tedbirli olması açısından, kulaktan kulağa yayılan bu bilginin Sayın Sağlık Bakanımız tarafından varsa doğrulanması, yoksa yalanlanmasına ihtiyaç vardır. Eğer insani gerekçelerle sınırlarımızdan birileri giriyorsa mevcut hükümet yetkilileri bunların tedbirini almalıydı. Sınırlarda Mülteci kampları oluşturulmalı, bu insanların sağlık kontrolleri yapılmalı, ikamet edecekleri bölgeler belirlenmeliydi. Türkiye yol geçen hanı mıdır ki? Vatandaşımız olmayanlar bile elini kolunu sallayarak ülkemizin her yerinde dolaşabilmektedir.

Ancak yinede ulaşılamayan Suriyelilerin olduğu bir gerçektir. Ülkemizin bir salgınla karşı karşıya kalmaması ümidiyle İçişleri Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı'nın organize çalışma yapması gerekliliğinin ortada olduğu görülmektedir.

Bu gidişle ülkemiz genelinde bir aşılama kampanyasına ihtiyaç olabileceğini düşünmekteyiz”

Alıntı:egedesonsöz.com

İzmir'deki yağmurlu gün için karalama kampanyası


İzmir’in sağlık temasıyla yarıştığı EXPO 2020’de Paris’teki kader günü kent basınında büyük bir talihsizlik yaşandı.

İzmir’de 2 gün önce gök delinmişcesine yağan yağmur yaşamı felç ederken yine afet siyasetine malzeme olmuş, AK Parti cephesinden gelen sosyal medya sağanağına rağmen gün Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’i bile içine alan bir sağduyuyla noktalanmıştı.

Kent yerel idare birimlerinin kesintisiz mesaisiyle bir gün içinde yaralarını sarıp yüzünü Paris’e çevirdi.

İzmir’in kaderinin çizileceği oylama günü ise kentin ve Ege Bölgesi’nin 119 yıllık gazetesi Yeni Asır’ın ilk sayfadan verdiği haber gündemde bomba etkisi yarattı. Yeni Asır EXPO’yu sağlık temasıyla kente getirmeye çalıştığımız gün ‘Salgın hastalık paniği’ bombasıyla çıktı.

Türkiye’nin büyük-küçük tüm şehirlerinde onlarca insanın yaşamını yitirdiği sel felaketlerinde bile mevzu bahis bile olmayan salgın hastalık ihtimali içi boş iddialarla Yeni Asır’ın ilk sayfasına malzeme oldu.

İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı ekipler taşkınlar sonucu oluşan hasarlara müdahale ederken gerekli önlemler ve taşkın sonrası düzenlemeler tüm hızıyla sürüyor. Yaşanan sel nedeniyle ortaya çıkan ‘salgın hastalık’ iddiaları gündeme bomba gibi düştü. Yeniasır ve Sabah Gazetesi’nin gündeme getirdiği hastalık iddialarına yalanlama geldi. Ege Üniversitesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ali Osman Karababa, açıklamalarının çarpıtıldığını söyledi.

Yaşanan su baskınlarının ardından salgın hastalık tehlikesinin oluşmayacağını belirten Karababa, Yeni Asır Gazetesi’nde yer alan açıklamaların gerçeği yansıtmadığını söyledi.

Karababa, “Felaket senaryosu yazmaya gerek yok. Bir hastalığın yaşanması ve salgının oluşması için içme suyuna kirli atık ve kanalizasyonun bulaşması gerekiyor. İzmir’in içme suyu ihtiyacını karşılayan Tahtalı Barajı ve su kuyularında böyle bir durum oluşmadı. Ayrıca kentin kanalizasyonu ve atıkları da zaten içme suyuna yakın değil. Doğrudan kanalizasyon boruları vasıtasıyla arıtmalara gidiyor. Şu anda İzmir’de salgın ile ilgili bir risk yok” dedi. Karababa, sözlerinin çarpıtıldığının da altını çizdi.

Alıntı:egedesonsöz.com

Yeni Tamgün'de işyeri hekimliği kararları...YENİ KAOS...


 ** Aile hekimleri, çalışma saatleri dışında aylık 30 saatten fazla olmamak şartıyla işyeri hekimliği yapabilecek. 

** İşyeri hekimliği eğitimi alma ve işyeri hekimliği belgesine sahip olma şartı, sadece çok tehlikeli sınıftaki işyerlerinin işyeri hekimliği için aranacak.
Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, tam gün çalışma ilkesinde bir tereddütlerinin olmadığını belirterek, YÖK Kanunu'nda "Öğretim elemanları, üniversitede devamlı statüde görev yapar" hükmünü aynen koruyarak, tam günden kesinlikle taviz vermeyi düşünmediklerini bildirdi.

Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu'nda, sağlıkta torba kanun tasarısının görüşmeleri sürüyor.

Görüşülmek üzere bir kez daha geri çekilen tasarı üzerinde söz alan Müezzinoğlu, getirecekleri düzenlemeler hakkında bilgi verdi.

Müezzinoğlu, konuyu, 5 ay önce yoğun bir şekide tartıştıklarını ifade etti. Müezzinoğlu, tasarıyı, bugün, yarın, gerekirse hafta sonu da görüşebileceklerini ancak gelecek haftaya bırakılmamasını istedi. Müezzinoğlu, tasarıyı tartışmadan, alelacele geçmesine yönelik dertlerinin olmadığını belirterek, "Her düşüncenin önerisini alalım, değerlendirelim. Ama artık bu işi derleyip toparlayıp bir an önce sonuca götürelim" dedi.

Hekimlerin ve diğer sağlık çalışanların tam gün çalışma ilkesinde bir tereddütlerinin olmadığını ifade eden Müezzinoğlu, YÖK Kanunu'nun 36. maddesinin 1. fıkrasında yer alan "Öğretim elemanları, üniversitede devamlı statüde görev yapar" hükmünü aynen koruyarak, tam günden kesinlikle taviz vermeyi düşünmediklerini bildirdi. Müezzinoğlu, yaptıkları görüşmeler ve gelen görüşlerde büyük bir uzlaşı olduğunu dile getirerek, bu durumun tam günün üniversite camiası tarafından benimsendiğinin göstergesi olduğunu söyledi.

Müezzinoğlu, 2010'dan önce üniversite hastanelerinde saat 13.00'ten sonraki part-time çalışmaya geri dönüş olmayacağını bildirerek, "Tam tersine hocalarımızın tam gün çalışmaları sonucunda elde edecekleri kazanç yanında, mesai sonrası da kazanç elde etmelerinin ortamını sağlamayı amaçlıyoruz. Çalıştıkları kurumda eğitim, araştırma ve uygulama faaliyetlerini daha verimli yapabilmeleri için gerekli ortamı ve mali imkanları sağlamak istiyoruz. Ayrıca mesai sonrası elde edilecek kazançtan, hocalarımıza döner sermaye payı olarak 50-60 aralığında bir imkanın sağlanmasının uygun olacağını düşünüyoruz. Kendi kurumunda devam etmeyle ilgili daha önce tartışmıştık. Burada yüzde 50 olan kararımızın yüzde 50-60 aralığına taşıyalım. Gelen öneriler sonrası yeni önerimiz bu" diye konuştu.
 
17.00'den sonra çalışmaya belirli sınırlarla izin
 
Mesai sonrası çalışmasını üniversitede değil de özel sağlık kurumlarında sürdürmek isteyen hocalara, Anayasa Mahkemesi kararı gereği saat 17.00'den sonra çalışmalarına belli sınırlarla izin verdiklerini kaydeden Müezzinoğlu, bu şekilde çalışacak doçent ve profesör sayısının, ana bilim dalındaki öğretim üyesinin yarısını geçemeyeceğini belirtti. Müezzinoğlu, isteyen üniversitenin daha düşük oranlarda bu oranı belirleyebileceğini ifade etti.

Müezzinoğlu, bu haktan yararlanmak isteyenlerin öncelikle çalıştıkları üniversiteye tıbbi uygulama ve akademik açıdan asgari katkı vermek durumunda olacaklarını vurguladı. Müezzinoğlu, üniversiteye en fazla katkıyı verenlerin, mesai sonrası özel çalışma hakkı verilerek, dinamik bir yapı kurulmasının beklendiğini söyledi.

Hocaların, mesai sonrası kendi üniversitesinde ya da özel sağlık kurumlarında çalışma haklarından birisini tercih etmeleri gerektiğini vurgulayan Müezzinoğlu, her iki hakkın birlikte kullanılamayacağını kaydetti.

Sözleşmelerin her yıl yenileneceğini dile getiren Müezzinoğlu, aynı haktan yararlanmak isteyenlerin kendi üniversitesine azami akademik ve tıbbi hizmeti sunacağını söyledi.
 
Getirilen yenilikler
 
Müezzinoğlu, yapılacak sözleşme tutarının profesörler için yaklaşık 16 bin liradan az olmayacağını, elde edilen bu gelirin yüzde 50'sinin hocaya ödeneceğini bildirdi. Müezzinoğlu, getirilen düzenlemelerden bazılarını şöyle sıraladı:

 "Söz konusu hakkın kötüye kullanımında hem mesai sonrası özelde çalışan hocalarımız, hem de sözleşmeli çalışacakları özel kurum veya vakıf üniversitesi hastaneleri, 5 yıl süreyle aynı haklardan yararlanamayacaktır. Bu haktan yararlanacak özel hastane ve vakıf üniversiteleri, kendi kadrolarının yüzde 20'sinden fazla çalıştırma imkanları olmayacak. Bu düzenlemeyle özel kurulların kendi içinde rekabet eşitliğinin sağlanması amaçlanmaktadır. Uygulama, ilgili üniversite yönetim kurulları tarafından belirlendikten sonra YÖK onayıyla yürürlüğe girecek. Serbest çalışan hocalarımızın, üniversite ihtiyaçlarına göre dışarıdan yüzde 5'lik sözleşmeli çalıştırma hali aynen korunuyor. İşyeri hekimliğinin, aile hekimlerine ve kamuda çalışan tabiplere de tanınması sağlanıyor.

Çok tehlikeli işler dışındaki iş kollarında işyeri hekimliği sertifikası alma zorunluluğu kaldırılıyor. Sağlık meslek liselerinden 69 bin öğrenci kaydı geldi. Bu yılki rakamlarla gelecek 3 yıl daha devam ettiğinde, önümüzde eğitim standardını düşürdüğümüz bir yapıyla hemşire arkadaşlarımız çıkacak. 2014'ten itibaren kayıt olacaklar buralardan ebe, hemşire olarak mezun olamayacak. Hemşire ve ebe yardımcısı olacak ancak lisanslarını tamamladıklarında bu vasfı alabilecekler. Tıbbi gıdaların, eczaneler dışında bakanlıkça belirlenecek yerlerde satışına izin vererek, özellikle çölyak hastalarının mağduriyetini gidermek istiyoruz. Mecburi hizmete muhatap olan hekimlerimiz 3 kez mecburi hizmet kurasına giriyor. Bir kez gittiyse, bu alan kuralarından muaf olmasına ilişkin düzenlememiz var. Belki ilk düzenlemede bir teknik hata veya bakış acısı... Aile hekimlerimiz, yalnız aile hekimliği yapmaları için nöbet muafiyeti getirmişiz. Aile hekimlerine ve aile sağlığı elemanlarına asgari ayda 16 saat nöbet getiriyoruz."

Alıntı:medimagazin.com

Türkiye'de polio alarmı..(2)


17 Ekim 2013 tarihinde Suriye'de 22 akut flask paralizi (ani felç) tanımlandığı "Laboratuvar olarak vakaların doğrulanmasından sonra Suriye'de bulunan sağlık otoriteleri, salgına karşı korunmak üzere 24 Ekim tarihinde 1 milyon 600 bin çocuğu polio, kızamık, kabakulak ve kızamıkçığa karşı aşılama kararı almıştır. Yapılan incelemeler sonunda bu hastaların 10'unda poliovirus tip 1 (çocuk felci virüsü tip1) ortaya çıkmış. Çocuk felci tanısı konulan olguların çoğu, 2 yaş altında çocuklar olup, çocuk felci aşıları bulunmuyordu. Suriye'de devam etmekte olan savaşın sağlık sisteminde de erozyonlara neden olduğu ve toplumun önemli bir kesimine savaş nedeniyle sağlık hizmetinin ulaştırılamadığı da önemli bir gerçektir. Bu nedenle Suriye'de 2010 yılında yüzde 91 olan aşılanma oranının 2012'de yüzde 68'e düştüğü de tahminler arasında bulunmaktadır. Suriye'deki çocuk felci salgını ve olası diğer enfeksiyon hastalıkları diğer Ortadoğu ülkeleri için bir tehdit oluşturmaktadır. Çok sayıda Suriye vatandaşının komşu ülkelere sığınması, mültecilerin temel sağlık durumlarının bilinmiyor olması mültecileri kabul eden ülkelerde de önemli sağlık sorunları açısından risk oluşturmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü, çocuk felcine karşı önlem olarak başta Lübnan, Ürdün, Türkiye, Mısır, Irak ve Filistin olmak üzere Kasım ayı itibariyle en az 6-8 ay sürmesi gereken geniş aşılama kampanyası önermektedir.

Sağlık Bakanlığımız bu öneriyi gözönüne alarak Suriye'den gelen mülteci çocukları ile sınır illerimizdeki 0-59 arası yaş bütün çocuklara Şırnak, Şanlıurfa, Mardin, Kilis, Gaziantep ve Hatay illerimiz ile Adana ilimizde 2 tur halinde OPA uygulanmasını kararlaştırmıştır.

Uzmanlar, mültecilerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde yeni doğan bebeklerin bulunduğu ailelere de aşı yapılması gerektiğini belirtmişlerdir. Öncelikli olmak üzere başta çocuk felci aşısının 5 yaş altındaki çocuklara ek doz olarak yapılması, bunun yanı sıra yeni doğan ve henüz aşıları yapılmamış bebekleri koruyabilmek için bu bebeklerin olduğu evlerde yaşayan erişkinlerin de aşılanması gerekmektedir. Henüz aşılanmamış bebeklerin korunması ancak ebeveyn aşılaması ile mümkün olabilecektir.

Erişkinler :
18 yaş ve daha büyük birçok erişkin, çocukken aşılandıkları için çocuk felci aşısına ihtiyaç hissetmezler. Fakat bazı erişkinler yüksek risk altındadır ve bunlar için çocuk felci aşılaması düşünülmelidir:
(1) çocuk felcinin sık görüldüğü yerlere seyahat edenler,
(2) çocuk felci virüsüyle temas edebilecek laboratuar çalışanları ve
(3) çocuk felci olabilecek hastaları tedavi edecek sağlık çalışanları.
Bu üç grupta olupta çocuk felcine karşı hiç aşılanmamış olanlara 3 doz IPV yapılmalıdırlar :
İlk iki doz 1-2 ay arayla, Üçüncü doz ikinciden 6-12 ay sonra.
Bu üç gruptaki erişkinlerden geçmişte çocuk felci aşısının 1 veya 2 dozunu almış olanlar geriye kalan 1 veya 2 dozu da almalıdırlar.

Şu an piyasada özellikle büyüklere yapabileceğimiz tekli IPV polio aşısı yoktur. Adacel Polio adında kas içi yapılan dörtlü bir aşı bulunmaktadır. Bebek ve çocuklara kullandığımız OPV aşısının erişkin dozları hakkında bilimsel yayınlarda bilgiye rastlanılmamakla beraber iki damla olarak verilmesi yeterli görülmektedir. İnaktive çocuk felci aşısı öldürülmüş çocuk felci virüslerini içerdiği için felce yol açmaz. Kas içi yapılır. IPV aşısı çok güvenilir bir aşıdır; şu ana kadar hiç ciddi yan etki bildirilmemiştir. OPV canlı zayıflatılmış çocuk felci virüslerini içermektedir. Özellikle ilk dozlarda olmak üzere 720.000 dozda 1 çocukta aşıya bağlı felce neden olabilmektedir. OPV aşısı toplumsal bağışıklığın sağlanmasında önemli bir rol oynadığı için kullanılması gerekmektedir. Aşıya bağlı riski önlemek için özellikle ilk iki dozda IPV daha sonraki dozlarda OPV kullanılması önerilmektedir.

ADACEL POLIO, en az 3 yaşındaki çocuklar, ergenler veya yetişkinler içindir. 3 yaşın altındaki çocuklar için uygun değildir. Bu aşı üç yaşından itibaren çocuklarda, ergenlerde ve yetişkinlerde difteri, tetanoz, boğmaca (pertusis) ve çocuk felcine (polio) karşı korunmayı desteklemek üzere kullanılmaktadır. İlk aşılama için kullanılmaz. Tüm yaş gruplarına 0,5 mL'lik tek bir doz kas içi uygulanır. ADACEL POLIO almadan önce sizin veya çocuğunuzun difteri, tetanoz ve çocuk felci aşılarının ilk aşılamalarını tam olarak almış olması gerekmektedir.

Savaşta ölen ve yaralanan insanlara , salgın hastalıkların yarattığı ölüm ve sakatlık durumlarına mı üzüleceksin, savaştan hiçbir çıkarı olmayan ülkemin insanlarının , bebe ve çocuklarının girdiği riski mi düşüneceksin ? Biz yıllarca ülkemizde polio ve kızamık eradikasyonu çalışmalarını başarı ile yaptık. 21 Haziran 2002 tarihinde Kopenhag'da düzenlenen Avrupa Bölgesi Polio Sertifikasyon Komisyonu toplantısında ülkemizin de içinde bulunduğu DSÖ Avrupa Bölgesi'nin poliomyelitten arındırıldığı belgelendirilmişti. Şimdi vahşi mi, yahşi mi olacağı bilinmeyen virüslerin yaratabileceği salgınlar karşısında tekrar tetikte olacak, eradikasyonunu sağladığımız bir hastalığın kızamık gibi vaka artışını engellemek için kampanyalar yapmak zorunda kalacağız. Bu kadar emek ve masrafın karşılığını kim ,nasıl ödeyecek ?

Suriyedeki savaşa destek verenler, kışkırtanlar, yardım edenler için belki bu dünyada bir ceza bulunamayacak ve verilemeyecektir ama bunun sorumluları ergeç bir yerlerde hesabını vereceklerdir.

Dr. Recep KOÇ
İSTAHED Hukuk komisyonu

Alıntı:İSTAHED

Menemen Devlet Hastanesi'nde acil servis hekimine saldırı


Edinilen bilgilere göre, bir hafta önce acil servise gelen ve ortopedi servisine yatmak isteyen Y.K'nın (18) bu talebi nöbetçi doktor Ali Rıza Deniz tarafından gerekli görülmediği için reddedildi.

Doktor Deniz ile hastanenin güvenlik görevlilerine küfür ettiği ve tehditler savurduğu öne sürülen Y.K, polis tarafından gözaltına alındıktan sonra savcılık tarafından serbest bırakıldı.
Bir hafta sonra nöbeti bitiminde doktorun otomobiline doğru koşarak elindeki bıçağı fırlattığı iddia edilen Y.K, aynı günün akşamı bir daha hastaneye geldiğinde gözaltına alındı. Y.K. sevk edildiği mahkemece tutuklandı.

Doktor Ali Rıza Deniz, konuyla ilgili yaptığı açıklamada, pazar günü sabah saatlerinde Menemen Devlet Hastanesi acil servisine gelen Y.K’nın burada güvenlik görevlilerine ve kendisine yeniden küfür ederek tehditler savurduğunu belirterek, şunları söyledi:

"Bir hafta önceden gelen husumetle pazar sabahı ben nöbetçiyken acil servise yeniden geldi. Güvenlik görevlileri ve bana küfür edip tehditler savurdu. Sonra güvenlik güçleri gelmeden kaçtı. Nöbetimin bitiminde hastane güvenliği nezaretinde aracıma bindim ve evime gitmek için yola çıktım. Hastaneden 100 metre ileride kaymakamlık lojmanının önünden geçerken yola çıkarak üzerime koştuğunu gördüm. Hızlanarak solundan geçerken elindeki bıçağı bana fırlattı. Şans eseri bıçak arka cama isabet etti. Camı kırarak arka koltuğa düştü. Polise haber verdim. Şahıs polis gelene kadar kaçtı. Akşam saatlerinde bir daha hastaneye gelmiş ve ‘Doktoru bıçaklamaya, deşmeye geldim’ diye bağırmış. Hastane polisi hemen gözaltına almış.”

"HER AY BİN SAĞLIK ÇALIŞANI ŞİDDETE MARUZ KALIYOR”


İzmir Tabip Odası Genel Sekreteri Dr. Mete Güzelant, AA muhabirine yaptığı açıklamada, resmi verilere göre ayda bin sağlık çalışanının şiddete maruz kaldığına işaret ederek "Bunun bir parçası olarak Ali Rıza Deniz arkadaşımız da böyle bir saldırıya uğradı. Bir hekimin bir hastaya 'Polikliniğe git' demesinin karşılığı bu değil. Küfür, hakaret, bıçak çekme ve öldürmeye teşebbüs olmamalı. Hastane acillerinde acil olmayanların çoğunlukta olduğu bir yapı var. İşini erken halletmek isteyen veya 5 lira katkı payı vermek istemeyen acilden giriyor. Buradaki karmaşada gerçek aciller gözden kaçıyor. Bu tip şiddet olaylarında artışların yaşanma sebeplerinden biri de bu. Böyle şiddet olaylarının faillerine verilebilecek en büyük cezanın verilmesi ve bu tip olayların önüne geçilmesini istiyoruz” diye konuştu.

Alıntı:AA

Pratisyen hekimler , aile hekimi olduktan sonra halk tarafından muhatap alındı

Dr. Şevki Gülay, Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nun pratisyen hekimlerin kale alınmazken, aile hekimliği sayesinde halkla birebir muhatap haline geldiğini söylediğini iddia ederek tepki gösterdi.

Türkiye’de hekimliğin tarihi sürecinde hep pratisyen hekimlerin olduğunu ve olmaya da devam ettiğini belirten Gülay, “Geçtiğimiz günlerde Sağlık Bakanımızın bir sözü medyada yer buldu. Bakanımızın ‘yaklaşık 22 bin aile hekiminin daha önce pratisyen doktorken halk tarafından muhatap alınmadığını, aile hekimi olduktan sonra muhatap alınır hale geldiğini’ söylediği yazıldı. Tüm pratisyen hekimler bu ifadeyi okuduktan sonra inanmak istemedi. Bunu ‘Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanı söylemiş olamaz’ diye düşündük. Bakanımız değil de bir başkası söylemiş olsa bakanımızın karşı çıkıp düzeltmesi gereken bir ifadeyi ne yazık ki bakanımız bizzat kendisi söylemişti. Türkiye’de hekimliğin tarihi sürecinde hep pratisyen hekimler olmuştur ve olmaya devam edecektir. Geçmişten günümüze pratisyen hekimler Türk sağlık sistemi içerisinde çok önemli ve ağır görevleri başarıyla yerine getirmişlerdir. Bu görevleri yerine getirirken de asla halkımız tarafından ‘muhatap alınmama’ gibi bir durumla karşılaşmamışlardır. Tam tersine pratisyen hekimler sağlık sisteminin halka en yakın noktasında olmuşlar ve halkla en çok muhatap olunan bir konumda yer almışlardır” dedi.

Geçmişte ve halen acillerin hemen hemen hepsinde görev yapan binlerce pratisyen hekimlere çok yoğun hasta müracaatlarının olduğunu ifade eden Gülay, “Bu hastaların yüzde 80 kadarı poliklinik hastasıdır. Bu insanlar değer vermedikleri, muhatap almadıkları için mi bu kadar acillere başvurmaktadır? Halkımıza yönelik koruyucu sağlık hizmetlerinin hemen tamamı birinci basamak ve pratisyen hekimlerce yürütülmüştür ve yürütülmektedir. İnsanımızın birçoğu ‘doktorum bizi hastanelere gönderme. Sorunumuzu sen çöz’ ifadesini bizlere kullanırken muhatap almadıkları için mi böyle söylemektedirler? Aile hekimliği birinci basamak modelidir. Bizler de bu modeli savunuyor ve daha iyiye gitmesi için çaba sarf ediyoruz. Ancak Türkiye’deki aile hekimlerinin çok az bir kısmı hariç tamamına yakını pratisyen hekimdir. Bizlerin aile hekimliği bir tek kağıda atacağımız imza ile son bulabilir. Bakanımızın ifadesi bize göre, ne kadar acıdır ki şahsi düşüncesidir. Halkımız kesinlikle bu görüşte değildir. Bu ifade Bakanımızın birinci basamağı, pratisyen hekimliğini doğru anlamaktan ne kadar uzak olduğunun göstergesidir. Şimdi halkımıza soruyorum, aile hekiminizi tanıyorsunuz. Hekiminiz aile hekimliğini bırakırsa o kişiyi artık muhatap almaz mısınız? Acil servislere gittiğinizde ‘bana pratisyen hekim bakmasın’ der misiniz? Bakanımızın ifadelerini tekrar değerlendirmeyi öneririm. Hele de Türkiye’nin sağlığının başındaki kişi olarak buna mecburdur” diye konuştu.

Alıntı:medimagazin.com

Pratisyen aile hekimlerini Yıldırım Beyazıt Üniversitesi eğitecek

Sağlık Bakanlığı ile protokol imzalayan Yıldırım Beyazıt Üniversitesi aile hekimlerine yönelik eğitim programı hazırladı. Uzaktan eğitim yöntemiyle Türkiye genelinde 22 bin aile hekimine eğitim veren Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, tıbbi ürün tanıtım elemanlarına da eğitim vermeye hazırlanıyor.

Uzaktan eğitim hizmetlerine ciddi anlamda yatırım yaptıklarını söyleyen Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. S. Yavuz Sanisoğlu, yürüttükleri çalışmalarla Türkiye'de uzaktan eğitim veren birkaç üniversiteden bir olmayı başardıklarını belirtti.

Prof. Dr. Sanisoğlu, "Uzaktan eğitim için stüdyolar kurduk. Prodüksiyonları kendimiz yapabilmek için teknik alt yapı oluştururken, yeni bir ekip kurduk. Çeşitli branşlardan hocalardan oluşan dersleri hazırlayan ayrı bir ekip daha oluşturduk. Bununların sonunda tüm aile hekimleri aynı anda sisteme giriyorlar ve hiçbir problem yaşamdan eğitimlerini alabiliyorlar. Bunların hepsi yaklaşık 1 milyon TL'lik bir yatırımı kapsıyor" dedi.

22 bin aile hekimi 1 yıl boyunca eğitime tabi tutulacak
Sağlık Bakanlığı ile birlikte yürüttükleri proje kapsamında 22 bin aile hekimine uzaktan eğitim yöntemi ile eğitim verdiklerini kaydeden Prof. Dr. Sanisoğlu, şunları söyledi:

"22 bin aile hekimine 3-4 yılda aldıkları eğitimi biz bir yıl gibi kısa bir sürede uzaktan eğitim ile vereceğiz. Aile hekimlerinin uzmanlıkları sırasında almış oldukları derslerinin daha fazlasını vermeye çalışıyoruz. Şuana kadar 135 konuda ders verdik, elimizde bekleyen bir 30 tane daha konu bulunuyor, bunları da önümüzde ki dört ay içerisinde yayınlayacağız. Eğitimi tamamlayan aile hekimlerimiz sınava tabi tutulacak ve sınav sonucuna göre önümüzdeki süreçte neler yapılacağına bakanlık karar verecek."

2014 yılında 20 bin beşeri tıbbi ürün tanıtım elemanı eğitilecek

Üniversiteleri ile Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu (TİTCK) arasında imzalanan protokol ile Beşeri Tıbbi Ürün Tanıtım Elemanlarına (ÜTE) yeterlilik eğitimi verilmesi ve yeterlilik sınavı yapma yetkisinin üniversitelerine verildiği bilgisini veren Prof. Dr. Sanisoğlu, "Üniversitemiz tarafından 2014 yılı içerisinde Ocak, Nisan, Temmuz ve Ağustos aylarında 4 dönem halinde ÜTE yeterlilik eğitimi verilecek ve yeterlilik sınavları yapılacaktır. Proje kapsamında halen ÜTE olarak çalışan ya da ÜTE olarak çalışmak isteyen kişilere yönelik olarak 70 dersten oluşan uzaktan eğitim ile internet üzerinden yeterlilik eğitimi verilecektir. Yaklaşık 20 bin müracaatın yapıldığı eğitimin sonunda yeterlilik sınavı, 2014 yılı içerisinde Ankara ve İstanbul illerinde gözetmenli olarak yüz yüze sınav şeklinde yapılacaktır" dedi.

Yıldırım Beyazıt Üniversitesi araştırma üniversitesi

Yıldırım Beyazıt Üniversitesi'nin kuruluş amacının bir araştırma üniversitesi olduğunu hatırlatan Sanisoğlu, bu bakımdan Ankara'da ki diğer mevcut üniversitelerden farklılık gösterdiklerini vurguladı. Farklılıklarının lisansüstü öğrencilerinin olması ve araştırma üniversitesi olmaları olduğunu anlatan Prof. Dr. Sanisoğlu, "Üniversitemiz araştırmaya yönelik bir üniversite, kamu ve özel sektör ile yakın işbirliği içerisindeyiz.  Çünkü bunlar biz hedeflerimiz arasındaydı. Tabi biz birçok konuda projeler yaptık. Milli Eğitim Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve Kalkınma Bakanlığı ile protokollerimiz var.  Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile çalışmalarımız var. Aileye ve kadına yönelik ciddi projelerimiz var"diye konuştu.

Eğitim linki:  http://ahuzem.ybu.edu.tr/

Alıntı: medimagazin.com

20 Kasım 2013 Çarşamba

İlaçta kalite düşüyor

Bilkent Otel'de gerçekleştirilen Türk Eczacılar Birliği 39. Olağan Büyük Kongesi'nde yapıldı.
Türk Eczacıları Birliği Merkez Heyeti Başkanı Erdoğan Çolak, ilaçta kalitenin düştüğü iddialarına ilişkin olarak, "Sağlık Bakanlığını ilaçların kalitesi, iyi üretim uygulamalarına uygunluğu, biyoyararlanım, biyoeşdeğerlik denetimlerinin yapılması için acilen göreve çağırıyoruz" dedi.

İlaçta bir bulunabilirlik ve kalite sorunu yaşadıklarını anlatan Çolak, bunda ilaçları sadece bir meta olarak gören, ilaçlara sağlık ürünleri değil, ticari ürünler olarak yaklaşan ilaç firmalarının da büyük sorumluluğu olduğunu söyledi.

Gelinen noktada, ilaç fiyatlarına son 10 yılda 294 kez indirim geldiğini hatırlatan Çolak, hükümetin ilaçta tasarrufun bir yöntemi olarak ortaya sürdüğü global bütçenin, herkesi etkilediğini, ancak ilaç şirketlerinin bu etkiyi en aza indirmek için eczacılara, yani ürettikleri ürüne değer kazandıranlara yöneldiğini, ticaret hukuku teamüllerini bir kenara atarak ticari iskontoları geri çektiklerini ve zarardan kar etmeyi seçtiklerini kaydetti.

İlaçların kalitesinin düştüğü iddiası

İkinci bir konunun da en az ilacın bulunabilirliği konusu kadar vahim olduğunu dile getiren Çolak, şöyle devam etti:

"Dün Türkiye'nin en büyük ilaç şirketlerinden birisinin Yönetim Kurulu Başkanı fiyatlandırma ve kur politikası nedeniyle ilaçların kalitesinin de düşmekte olduğunu, ilaç etken maddesini alınması gereken yerden değil, daha düşük kaliteden satandan aldıklarını, kalite düşünce ilacın tesirinin azaldığını, eskiden problemli ilaçların oranının yüzde 1 iken şimdi yüzde iki olduğunu açıkladı. Bunlar yabana atılır ifadeler değil, üzerinde ciddiyetle durulması ve düşünülmesi gereken sözler. Durum bu ise biz üzerimize düşeni buradan yüksek sesle dillendirmek istiyoruz: Sağlık Bakanlığını ilaçların kalitesi, iyi üretim uygulamalarına uygunluğu, biyoyararlanım, biyoeşdeğerlik denetimlerinin yapılması için acilen göreve çağırıyoruz. Bunun da ötesinde, ilaç fiyatlarındaki düşüşlerin ne boyutlara varabileceği, ne sonuçlar doğurabileceği gerçeğini görerek ne kaliteden, ne bulunabilirlikten ödün vermeden ilaç piyasasının yeniden düzenlenmesi konusunda bir irade bekliyoruz. Başta sabit döviz kuru olmak üzere, ilaç fiyatları ve kamu kurum iskontoları mutlaka yeniden düzenlenmelidir. Bu adımlar sürdürülebilir bir ilaç ve eczacılık hizmeti için atılması zorunlu adımlardır"

Bazı ilaçların genel sigorta kapsamından çıkartılması

Son günlerde gündeme gelen, 2008 itibariyle Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nda yer alan tamamlayıcı sağlık sigortası konusuna değinen Çolak, "Bizler ilacın gerekli, çok gerekli, az gerekli gibi sınıflara ayrılmasına da, iki farklı sigorta sistemi ile başa çıkmak zorunda bırakılmaya da itiraz ediyoruz. Ayrıca mikropların olduğu kadar sağlığın da kapısı olan ağız ve diş sağlığının tamamen genel sigorta kapsamına alınmasını ve diş hekimlerimizin serbest eczaneler gibi kamuyla anlaşma yapmasını beklerken bunların tamamlayıcı sigorta kapsamında değerlendirilmesini de hasta sağlığı açısından son derece yanlış buluyoruz" dedi.

"Bütçeden şikayetçiyiz"

Bütçenin halktan "ilaçların aşırı kullanımı, tedavi masraflarını gereksiz şişiren muayeneler gibi unsurlarların sağlık giderlerimizi artırıyor" yönünde şikayeti olduğunu belirten Çolak, şöyle devam etti:

"Bütçe halktan şikayetçi ama biz de bütçeden şikayetçiyiz. Bir kere ilaç giderlerini en baştan sabitleyen global bütçe uygulamasında ilaç şirketlerinin zararlarını eczacıların cebinden karşılamak için ticari iskontoları kaldırmasından ve stok zararlarını ödememesinden şikayetçiyiz. İkincisi, ilaç fiyatları sürekli ucuzladığı için piyasaya ilaç sürülmemesinden şikayetçiyiz. Üçüncüsü, bu fiyatlar karşısında eczacıyı korumak için yeterli olacak önlemlerin alınmamasından, eczane yaygınlığının sağlığın korunmasının bir güvencesi, eczacının da sağlık sisteminde işbirliği yapılması gereken bir partner olarak görülmemesinden şikayetçiyiz."

Alıntı: medimagazin.com

Yoklama ve 50-d üzerine...


Gezi Parkı olaylarında gençlerin mesajını alan(!) iktidarın önlemleri devam ediyor... 12 Eylül askeri darbesinin ürünü YÖK’ün disiplin yönetmeliğinde yapılan değişiklik uyarınca üniversitede bildiri dağıtan okuldan uzaklaştırılacak. Hakkındaki soruşturma bitene dek de dönüş yok. Bildiri yemek ya da harçlarla ilgili olsa bile.

Değişikliklerin mantığı orta öğretim yönetmeliklerine de yansımış durumda. Örneğin bundan böyle mazeretsiz olarak iki gün üst üste okula gelmeyen öğrencinin kapısına sınıf öğretmeniyle birlikte muhtar dayanacak. Devamsızlık yapan öğrencinin velisini uyarmak tamam da muhtarın işlevini anlamak zor..Üstelik de internet ya da cep telefonundan mesaj gibi çağdaş yöntemler varken ve uygulanırken...
Bu gelişmelerin birbirinden bağımsız düşünülemeyeceğini savunan Eğitim-Sen Genel Başkanı Ünsal Yıldız, “Gezi” sendromu yaşayan iktidarın, öğretmen ve öğrencinin yanı sıra veli üzerinde oluşturacağı baskıyla bir kontrol toplumu yaratmak istediğini söylüyor..

Binlerce soruşturma

Yıldız’a göre bu korku ve baskının asıl göstergesi okul yöneticileri ve öğretmenler hakkında süren soruşturmalar. Çünkü; sadece Ankara’da soruşturma geçiren öğretmen sayısı bini geçmiş durumda. Binlercesi de yolda. En vahimi de gençler hakkında işlem yapılmayacak denilmesine rağmen, okul idarecileri ve öğretmenlere yöneltilen “Neden cezalandırmadınız” sorusu. Bu soruya muhatap kalan bir Anadolu Lisesi müdürünün görevinden alınarak öğretmen olarak başka bir okula sürgün edildiğini belirten Yıldız, “Demek ki, bu sözler o günü rahatlatmak için söylenmiş” diyor. Soruşturmalar ve yöneltilen sorular nedeniyle bütün öğretmenlerin psikolojilerinin altüst olduğunu belirten Yıldız, şöyle devam ediyor:
“Çünkü sadece suçlananlar değil, o okuldaki diğer öğretmenler de ifadeye çağrılıyor. Onlara da soruşturma geçiren öğetmenlere yönelik suçlamalar anlatılarak, siz ne diyorsunuz, bilginiz var mı? diye soruluyor. Herkes birbiriyle ilgili ifade vermekte zorlanıyor. Açıkçası okulda terör estiriliyor.”

Dişlerimizi sıkıyoruz

Uyurken diş sıkma hastalığı olarak bilinen Bruksizm, sıkıntı, öfke ve çatışmanın bedendeki yansıması. Ve huzursuz yaşamın işareti. Belirtisi, sabahları çene ve diş ağrısıyla uyanmak. Önlem alınmadığı takdirde de dişlerde hasardan çene kemiği ve eklem kayıplarına kadar ciddi riskler sözkonusu. 

Bruksizmin baş nedeni ise stres... İş ya da evdeki olumsuzluklar, ekonomik sorunlar, trafik, sınav kaygısı...
Nedense(!) son dönemde ülkemizde çok yaygın. Bu konuda sağlıklı bir istatistiki veri yok ama, dişçilere gelen şikayetlerin başında bu var. Diş hekimi Prof. Haşim Gür şöyle diyor:
“Her dönemin stres faktörü farklı. Eskiden döviz kurlarındaki dalgalanmalar etkilerdi, şimdi de yüksek çalışma temposu, zorlaşan geçim ve çıldırtan trafik ön sıralarda. Hastalığın etkisi kişiden kişeye değişiyor. Çünkü herkesin çene kası ve dolayısıyla sıkma gücü farklı. Ancak, çeneye binen yükün kolumuzla bile zorla kaldıracağımız ağırlıkta olduğunu söyleyebiliriz.”


 Üniversite asistanlarının (araştırma görevlileri) doktoralarını tamamlamalarının ardından işten atılmalarına yol açan 50d maddesi can yakmaya devam ediyor. Güya bilimsel kaliteyi yükseltmek amacıyla YÖK tarafından savunulan 50d maddesi en nitelikli asistanların siyasi amaçlarla tasfiyesi için kullanılıyor.

  Son dönemde Sinop ve Mersin’de yaklaşık 10 bin megavat gücünde iki enerji santrali için anlaşmalar yapıldı ve tartışmalar hızlandı. Genel olarak tartışmaların ekseni çevresel sebeplerden dolayı santrallerin yapılıp yapılmaması durumu. Santralin yapılıp yapılmaması ayrı bir tartışma konusu. Ancak ihtiyacımıza cevap verip vermediği hiç gündeme getirilmiyor. 

Alıntı: Tunca Belgin/ Milliyet

Türkiye'de polio alarmı verildi mi?



İTO yöneticilerinden ve Birgün gazetesi yazarı Dr. Osman Öztürk'ün yazısı:

Türkiye Halk Sağlığı Kurumu,  6 Kasım’da Sağlık Bakanlığı’na müracaat etmiş.


Özetle…


Ülkemizde son polio vakası 1998’de görülmüştü.


Dünya Sağlık Örgütü, 29 Ekim 2013’te, Suriye’de polio virüsünün varlığını ve buna bağlı vakalar olduğunu açıkladı.


Ülkemiz poliovirüs importasyon riski altındadır.


Şırnak, Şanlıurfa, Mardin, Gaziantep, Kilis, Hatay ve Adana’da tüm nüfusa…
 

Ayrıca…
Suriyelilerin yerleştirildiği Malatya, Osmaniye, Kahramanmaraş ve Adıyaman’da, kamplardaki Suriyeli çocuklara da…
 

İlaveten…
Kamp dışında yaşayan Suriyelilerin bulunduğu tüm illerdeki Suriyeli çocuklara…
İki tur aşı yapılacaktır.
 

8 Kasım’da da Valiliklere yazı…
Bu on bir ilin haricinde kamp dışında yaşayan Suriyelilerin bulunduğu bilinen tüm illerde 0-59 ay yaş grubu Suriyeli ve diğer yabancı uyruklu (Afgan, Somalili, vb.) çocukların bulunduğu bölgeler tespit edilip, bu yerlerdeki kendi vatandaşlarımız da dahil olacak şekilde, aşı uygulanması.
 

Yani?..
 

Polio alarmı!..

Polio, çocuk felci yani.
 

Mecburi hizmet yıllarımda, Antep’in köylerinde ayaklarını sürüyerek yürüyenlerin çokluğunu görünce anlamıştım ne kadar yaygın olduğunu.
Nasıl olmasın ki?..
Aşıyı dirhemle verirdi Sağlık Müdürlüğü.
Vermeden önce de yazı gönderirdi…
İhtiyacınızı, sadece 0-12 ay arasındaki çocuklara aşı yapılacak şekilde hesaplayıp gönderin…
Bir yaşını geçmiş çocukları kaderlerine terk edin!..
Aynen böyle yazarlardı.
Ben, söyledikleri hesabı yapar, sonra ikiyle çarpar, aşılarımı kavga dövüş alır, bütün köyleri dolaşırdım.
Bizimkiler bitince, aşı aracını bırakmaz, doktoru olmayan komşu sağlık ocağının köylerine de giderdim.

"Gene de korktuğumun başıma gelmesinden kaçamadım.
İki yaşındaydı…
İlkin, iki gün önce getirmişlerdi muayeneye.
Ateş, öksürük, nezle, grip, soğuk algınlığı…
Çocuk felcini de düşünmüş, aşılarını sormuş, kas muayenesini yapmış…
Bulgular normal çıkınca ateş düşürücü, ağrı kesici şuruplar vermiştim.
(Köyün varlıklılarından olan aile, benim toyluğuma güvenmemiş olacak, bir de Antep’te bir çocuk doktoruna götürmüş…
O da aynı teşhisle benzer ilaçları yazmıştı.)
Ve o küçücük beden, şimdi karşımda biçare yatıyor, ateşler içinde yanıyor, kasları artık tutmuyor, nefes alabilmek için çırpınıyor, kıvranıyordu.
Çocuk felci!..
Önce Antep’e, oradan yoğun bakım için Adana’ya...
Birkaç gün sonra da kötü haber.
Ne zaman polio bahsi geçse, acısı aklıma düşer hâlâ."


Çok değil bir süre sonra bizler de bu hikayelier anlatacağız. Nasıl bugün bir ''kızarıklık- döküntü - ateş''görsek aklımıza kızamık geliyorsa yarın öbür gün de benzer şeyler aklımıza gelecek. Geçen haftalarda bir arkadaşımız facebook'da yazmıştı galiba. Garip bir ÜSYE salgını var, ishalli kusmalı diye. ''O ne biçim ÜSYE ''diyenler ''adenovirüstür'' diye düşünenler oldu. Adenovirüslere rotalara alışmıştık, onların klinik tablolarını öğrenmiş müdahale etmeyi biliyorduk. Ama arkadaşlarımız bu başka görünüyor dediğinde aklımıza da bunlar geldi. Ama sonra geçen hafta bir haber düştü. Suriye'de çocuk felci, Dünya Sağlık Örgütü komşu ülkelerde aşılama kampanyası başlatıyor. http://www.trthaber.com/haber/dunya/unicef-tarihteki-en-buyuk-kampanyayi-baslatti-107732.html bakın haber TRT'de.

Cumartesi günü Suriye sınırından yakın zamanda dönmüş halk sağlığı uzmanı bir arkadaşımla sohbet ederken bir ışık yandı:

''Bu garip virüs polio olmasın''.

Olabilir olmayabilir ama aklıma düşen bu sorunun nedeni içine düştüğümüz dünya. Yanı başımızda bir ülke 15.000 hekimi ülkeyi terk etmiş ve bizim ülkemiz o ülkeye ilaç değil başka başka şeyler taşıyor. İleri demokrasi... Doğru ya belki ileri demokrasi taşıyoruzdur, demokrasinin beşiği İngiltere'nin zamanında bizim ülkemize taşımaya çalıştığı gibi ya da yakınlarda Irak'a taşıdığı gibi. Çocuk felcinin aynen bizim ülkemizde olduğu gibi 10 yıldan uzun süredir görülmediği Suriye'de çocuklar kızamıktan sonra çocuk felcinden de ölmeye başladılar. Virüs vize tanımıyor hele ki sınırlarınız Keşmir eyaletine dönmüşse. Bu sene gelen ÜSYE'lerimde kızamık bakıyorum çocuğun çevrede viral hastalık var mı, yakın zamanda hastaneye gitmiş mi filan. Kendimce bir eylem planım var. Kızamığa alıştık şimdi çocuk felcine alışacağım.


Ateş... öksürük... burun akıntısı... ishal, karın ağrısı. Polio olabilir arkadaşlar ya da çocuk felci.Benim gibi 90 sonlarında mezun olmuşlar için 4. sınıf pediatri sözlü sorularında kalmış bu hastalıklar gündelik polikliniğimize girdi. Şimdi bunlar hep politikaya giriyor diye, Suriye'de ve Türkiye'de o çok sevdiğim Beyrut'da çocuklar bebekler ölsün diye mi susacağız. Buna karşı çıkmak politika, bu durumu dillendirmek düşmanları sevindirmek mi olacak. Kahrolsun diye diye ben kahroluyorum.

İşin komiği bizim bakanlığımız yine bildiğini okuyor, DSÖ tüm komşu ülkere derken, sanki 63 Urfa bir ülke, 64 Uşak başka bir ülkeymiş gibi aşılamaya Suriye'ye sınırı olan illerimizde başlatıyor. Bir an sınır iller mantıklı gelyor insana ama misafir hasta sayısı kayıtlı nüfusundan fazla olan bizler için virüsün de insanların da Urfa'dan hiç ayrılmayacağını düşünmek tam bir saçmalık olur.Galiba hemen şimdi hepimizin yapması gereken tüm bebeklerimizi ve 4-6 yaş arası çocuklarımızı acilen oral polio aşısı ile korumak ya da korumaya çalışmak.




Giren çıkanın belli olmadığı, kevgire dönmüş dokuz yüz kilometrelik bir sınır…
Zaten yıllardır ihmal edilmiş, aile hekimliğine geçince hepten parçalanmış koruyucu sağlık hizmetleri…
Bütün başarısı kâğıt üzerinde kalan aşılama çalışmaları…
Ve…
Kökü kazındıktan on beş yıl sonra, çocuk felci kapımızda!..
Belki de çoktan girdi bile içeri...
Şehirlerimizde, köylerimizde, sokaklarımızda, okullarımızda dolaşıyor.
 


Son söz…


AKP’nin sağlık politikalarını her eleştirdiğimizde papağan gibi aynı sesleri çıkaran “Sen öyle diyorsun ama, vatandaş memnun şekerim”cilere…
Siz hiç poliodan ölen çocuk gördünüz mü?..
Ben gördüm.
Çok kötü oluyor.

Ben yukarıdaki hikayeyi anlatmak istemiyorum. Ateş, öksürük, burun akıntısı, karın ağrısı... rota olsun arkadaşım. Kızamık dördüncü sınıf sözlü anılarımdan silindi, çocuk felci orada eski okul anılarında kalsın yeri orası.

Ben bu hikayeye hazır olmak istemiyorum.

Alıntı: doktoraktüel.com- Birgün.net

Sağlık Personeline Şiddette Cezaevi Yolu Görünüyor...


İZMİR TABİP ODASI'NDAN...


İzmir Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesinde görev yapan bir meslektaşımız, 28.09.2010 tarihinde, hasta yakınının fiili saldırısına uğramış ve meslektaşımızın kolu kırılmıştı.
Oda’mız Hukuk Bürosu tarafından takip edilen hukuksal süreç sonunda, sanığın kamu görevlisine karşı kasten yaralama suçundan 1 yıl 13 ay hapis cezası cezalandırılmasına karar verilmiştir. Cezanın miktarı açısından sanık hakkındaki ceza paraya çevrilmemiş ve ertelenmemiştir.

Bu karar sanık tarafından temyiz edilmiş ancak Yargıtay 3.Ceza Dairesi sanığın temyiz gerekçelerini kabul etmeyerek kararın onanmasına karar vermiştir. Dolayısıyla sanık hakkında verilen 1 yıl 13 ay hapis cezası kesinleşmiştir.

Bu kişinin cezası infaz edilecek olup infaz sistemimizdeki düzenlemeler gereği bu kişinin yaklaşık 14-15 ay cezaevinde kalması beklenmektedir.

Hekime şiddet olgusunun her geçen gün arttığı bu dönemde; hekime şiddetin cezasız kaldığı algısının değişmesi açısından bu kararın önemli olduğunu düşünüyoruz.

Hekime şiddete karşı mesleki ve hukuksal mücadelenin önemli olduğu bir dönem yaşıyoruz. Bu nedenle, şiddet olgularında meslektaşlarımızın bu soruna sahip çıkması; mesleki ve hukuksal mücadelenin bir parçası olarak şiddet olgusunun hukuksal zemine taşınması konusunda gerekli duyarlılığı göstermesini ve meslek örgütünü bilgilendirmesini diliyoruz.

Alıntı:  izmirtabip.org

2014 yılı için görevinden ayrılan personele ödenen tazminat miktarı


Kamu kurum ve kuruluşlarında görev yapan personele; emeklilik, toptan ödeme, sözleşmenin feshi, göreve son verme, görevin tamamlanması gibi hallerde, emekli olanlara ödenen tazminat olarak da bilinen, tazminat ödenmektedir.

Bu tazminat hangi personele ödenir?

Söz konusu tazminat;
-657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabi olarak aylık alan personele,
-926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununa tabi olarak aylık alan personele,
-3269 sayılı Uzman Erbaş Kanununa tabi olarak aylık alan personele,
-3466 sayılı Uzman Jandarma Kanununa tabi olarak aylık alan personele,
-2914 sayılı Yükseköğretim Personel Kanununa tabi olarak aylık alan personele,
-2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanununa tabi olarak aylık alan personele,
-399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye ekli (II) sayılı cetvelde yer alan personele
-Kamu kurumlarında işçi olarak istihdam edilenlere

ödenir.


Hangi hallerde ödenir?

Yukarıda belirtilen personelden;

-Emekliliğini isteyen veya emekliye sevk olunanlara,
-Haklarında toptan ödeme hükümleri uygulananlara,
-Emekli iken yeniden hizmete alındıktan sonra cezaen olmamak üzere görevlerine son verilenlere,
-Kendi kusurları olmaksızın sözleşmesi feshedilen veya hizmet sürelerinin bitiminde ayrılan sözleşmeli subay, sözleşmeli astsubay, uzman erbaş ve sözleşmeli erbaş ve erler ile terhis olan yedek subaylara,
-Bu tazminat kapsamında bulunanlardan görevde iken ölenlerin kanuni mirasçılarına

ödenir.


Nasıl hesaplanır?


Bu tazminatın miktarı, 13.558 gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı ile belirlenir.
Bu şekilde hesaplanan tutar üzerinden Damga Vergisi kesildikten sonra oluşacak net rakam, tazminat olarak ödenir.

Örneğin 2013 yılı ikinci 6 ayı için geçerli olan katsayı itibariyle tazminat miktarı net 1.033,23 TL dir. 2013 yılı sonunda enflasyon farkından kaynaklı bir katsayı artışı olmaması durumunda, 2014 yılı sonuna kadar tazminat miktarında değişiklik olmayacaktır.


Tazminatın miktarı kişiye göre değişir mi?

Kamu kurum ve kuruluşlarında görev yapan personele; emeklilik, toptan ödeme, sözleşmenin feshi, göreve son verme, görevin tamamlanması gibi hallerde ödenen tazminatın miktarı personelin hizmet yılına, unvanına veya başka kriterlere göre değişiklik göstermemekte, bu tazminatı hak eden personelin tümü için aynı miktarda ödenmektedir.


Alıntı: memurunyeri.com

5 Kasım 2013 Salı

Çocuğa televizyon karşısında yemek yedirmeyin


Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Raşit Vural Yağcı, televizyon karşısında yemek yedirmenin çocuklarda alışkanlık yaptığını belirterek, "Çocuğu sofradan uzaklaştırır. Eğer yeterli öğünü tüketmiyorsa oyalamak amacıyla yanına bir iki tane oyuncak konulabilir" dedi.

Antalya'da düzenlenen 57. Milli Pediatri Kongresi'ne katılan Prof. Dr. Yağcı, iştahsız olduğu söylenerek doktora götürülen çocukların yüzde 40'ında iştahsızlık sorunu çıkmadığını kaydetti.

İştahsızlığın anneler tarafından yanlış algılandığına dikkati çeken Yağcı, ebeveynlerin yediği porsiyon ile çocukların porsiyonunun aynı olamayacağını söyledi. Çocukların iştahsız olduğunu söyleyebilmek için yetersiz beslenmeye bağlı büyüme ve gelişme geriliği olması gerektiğine işaret eden Yağcı, "Anneler özellikle sabah kahvaltılarında kedi porsiyonu kadar çocuğa yemek yediriyor. Çocuk, karnı ağzına kadar dolduğu için ondan sonraki öğünleri aksatıyor. Bu da çocukta iştahsızlık gibi algılanıyor" diye konuştu.

Yağcı, bir öğünde yiyebileceği kadar beslenen çocuğun diğer öğünleri de atlatmayacağını belirtti.

ONA BU ÖZGÜRLÜĞÜ VERİN

Çocukların yürümeye başladıktan sonra dünyayı keşfe çıktığını ve her şeye dokunarak ağzına almak istediğini anlatan Prof. Dr. Yağcı, "Çocuklar yemeklerini genellikle kendi başına yemeye çalışır. Aileler de buna izin vermez. Bu, çok yanlış bir davranış. Yemeğini kendisi yemek istiyorsa ona bu özgürlüğü verin" dedi.

Annelerin, kendileri yemek yerken çocuklarına da yedirmekten hoşlandıklarını ve "Çocuğum hızlı yesin kendi işime bakayım" diye düşündüklerini dile getiren Yağcı, çocukların ise o hızla yemek yiyemeyeceklerini vurguladı. Çocuğun yemek için 10 dakika değil, 30 dakika hakkı olduğuna işaret eden Yağcı, "Yemek bir seremonidir. Çocuk da 1 yaşından itibaren bu seremoniye dahil edilmelidir. Çocukla konuşarak, oyunlar yaparak yemek yedirilerek yemeği keyifli hale getirmek gerekiyor" diye konuştu.

Çocuklara televizyon karşısında ve oyun oynarken yemek yedirmenin de yanlış olduğuna dikkati çeken Prof. Dr. Raşit Vural Yağcı, şunları söyledi: "Televizyon karşısında yemek yedirmek alışkanlık yapar. Çocuğu sofradan uzaklaştırır. Eğer yeterli öğünü tüketmiyorsa oyalamak amacıyla yanına bir iki tane oyuncak konulabilir. Bu nedenlere rağmen çocuk yemiyorsa hastalık olup olmadığına bakılmalı. Kansızlık, demir ve çinko eksikliği de iştahsızlık nedenleri arasında yer alır. Ailelerin kullandığı iştah açıcı şurupların hiçbir etkisi yoktur."

ZEKA GELİŞİMİ İÇİN DENGELİ BESLENMELİ


Yeterli beslenmenin zeka gelişimi için de önemine vurgulayan Yağcı, bebek doğduğunda beynin 330 gram olduğunu, 3 yaş sonunda ise 1 kiloyu bulduğunu ve bu dönemde de doğru beslenilmesi halinde beynin de geliştiğini kaydetti. Annelerin ek besine çok yüklendiğini ve bu nedenle obez çocukların ortaya çıktığını dile getiren Yağcı, "Ek besinde hızlı hareket etmemek gerekiyor. 6 ve 9 ay arasında anne sütüyle bir ana öğün bir ara öğün yeterlidir. 9 ve 12 ay arasında ise 2 ana öğün bir ara öğün yeterlidir. Bizde 7 aylık çocuğa her şey yediriliyor" diye konuştu.

Alını. ntvmsnbc.com

Kahveci , garson , vs. hastane yöneticisi oluyor


Sağlık sisteminde iki yıl önce başlatılan “özerkleştirme” projesi, ilginç atamalara sahne oldu. Proje kapsamında, Türkiye genelindeki hastaneler, CEO yöntemiyle idare edilmeye başlandı. Ancak, bu sistemle birlikte, görevde yükselme kriterleri de esnetildi. Bu esneme sayesinde ise, garson, fırıncı ve beden eğitimi öğretmeni gibi sağlıkla ilgisi olmayan kişiler hastanelerde üst düzey görevlere getirildiler.

SKANDALLARIN BİR KISMI

Bir süre önce, Manisa’da il ve ilçelerindeki bazı hastanelere, garson ve kahvehaneci gibi sağlık alanıyla ilgisi bulunmayan kişilerin yönetici olarak atandıkları gündeme gelmişti. Söz konusu atamaların devam ettiği öğrenildi. Buna göre, Beden Eğitimi ve Sosyoloji mezunu bazı kişilerin de müdür yardımcılıklarına getirildikleri ifade edildi. Gerçekleştirilen ilginç atamaların bir kısmı şöyle:

Açık Öğretim mezunu olan ve babasıyla kahve çalıştıran S.B. Manisa Devlet Hastanesi idari Mali İşler Müdür Yardımcılığına, Açık Öğretim İşletme mezunu olan ve eşiyle fırın çalıştıran H.S. Ruh Sağlık Hastalıkları Hasta Bakım Hizmet Müdür Yardımcılığı’na, Kıbrıs’ta otelde çalışan A. S. P. aynı hastanede İdari Mali İşler Müdür Yardımcılığına, Açık Öğretim İşletme mezunu E.S. Manisa Devlet Hastanesi İdari Mali İşler Müdürlüğüne, Beden Eğitimi mezunu O.Y. Merkez Efendi Hastanesi Hasta Bakım Hizmetleri Müdür Yardımcılığına, Sosyoloji mezunu Y.Y. Kula Devlet Hastanesi Müdür Yardımcılığına, Beden Eğitimi mezunu S.A. Kırkağaç Devlet Hastanesi İdari Mali İşler Müdür Yardımcılığına.

MEB’DE DE YAŞANMIŞTI


SAĞLIK alanında yaşanan bu skandalın bir benzeri, daha önce, Milli Eğitim Bakanlığı’nda yaşanmıştı. Taraf, geçtiğimiz yıl, bazı okullardaki öğrencilerin, İngilizceyi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü mezunlarından, yapı ressamlığını Almanca öğretmeninden, Matematiği ise Su Ürünleri Bölümü mezunlarından öğrendiğini duyurmuştu.

Alıntı: Taraf/Hüseyin ÖZAY