10 Ocak 2016 Pazar

Domuz Gribi Artık Mevsimsel Grip Oldu..Paniğe Gerek Yok...

Her yıl ekim ve mart ayları arasındaki sürenin grip dönemi olduğuna dikkati çeken Prof.Dr. Büke, şunları ifade etti: “Toplumun yaklaşık yüzde 10-15′i bu aralıkta gribe yakalanabilir. Şu an grip vakalarının yaklaşık yüzde 60-70′i domuz gribi virüsü nedeniyle hastalanmaktadır. 2009′dan bu yana grip aşısı yaptırmamış ya da 2009′dan sonra influenza A (H1N1) ile gribe yakalanmamış kişiler bu gribin etkilerine açıktır. Grip aşısını da risk gruplarına öneriyoruz. Risk faktörlerini taşımayan kişiler için hastalık, üst solunum yolu enfeksiyonu gibi başlar ve bir hafta içinde sona erer. Adana ve Niğde’deki vakalara bakılacak olunduğunda bunların bazılarında risk faktörü taşıyan kişiler olduğu bildirilmiştir. 2009′da H1N1 yepyeni bir virüstü, o tarihten bu yana influenza A (H3N2) ve influenza B ile birlikte mevsimsel grip etkeni olarak yer almaya başladı. Dolayısıyla bu yeni bir durum değil.”
Büke, hamileler, yaşlılar, hangi yaştan olursa olsun kronik kalp, akciğer, böbrek rahatsızlıkları ve şeker hastalığı olanlar, aşırı kilolular, nörolojik hastalıkları bulunanlar ve kanser hastalarının risk grubunda yer aldığını aktardı.

Tek etken domuz değil

H1N1′in domuz, insan ve yaban ördeklerinden alınan karma bir virüs olduğu bilgisini veren Büke, hastalıktan korunmak için grip hastalarından uzak durmak, ellerini sık sık yıkamak ve hijyen kurallarına dikkat etmek gerektiğine işaret etti.
Büke, H1N1′de diğer mevsimsel grip virüslerinden farklı olarak ishal ve karın ağrısının daha sık görüldüğüne dikkati çekerek, “Bu gribe yakalanan her 4 kişiden 1′inde bu yakınmalar görünüyor. Ateş, kas-eklem ağrısı gibi mevsimsel grip belirtileriyle beraber ishal, karın ağrısı gibi belirtiler seyrederse domuz gribi şüphesiyle bir hekime danışmakta fayda var” değerlendirmesinde bulundu.
Alıntı:Star Gazetesi

Onların Kendini Güvende Hissetmeye İhtiyacı Var...

Uzun bir süredir etrafımızda o kadar çok olumsuzluk var ki artık hepimiz “bugün ne olacak, ne duyacağız acaba” hissiyle kalkıyoruz. Günlük hayata giriyoruz ama içimizde hep bir sıkıntı ve çaresizlik hissi, olaylara sadece seyirci kalmak zorunda olduğumuz için kendimize, anlayamadığımız hırsları için bunlara neden olan insanlara kızgınlıklarımız var ve bunlar hep bizimle beraber.
Çocuklarımız da sürekli olarak ne olduğunu anlamaya çalışıyor. Annesi babası, öğretmeni, komşular, eve gelen misafirler, dolmuş şoförü, esnaf, herkes bir şeylerden bahsediyor; belli ki kötü şeyler ama ne oluyor, niye herkes bir tuhaf ve mutsuz? Televizyonda gördükleri, duydukları. Neler oluyor ve tabii ki tipik çocuk düşüncesi “bana ne olacak?”
Her zaman çocuklarda, yetişkinlerde olmayan bir tür sensör olduğunu düşünmüşümdür. Onlar sizin suratınıza baktığında bir şeyler okurlar. Genelde ruh halinizle ilgilidir. Bir şekilde sizdeki duyguyu yakalarlar ama anlamlandıramaz ve adlandıramazlar. Bunu bazen kendi üstlerine alınırlar ben ne yaptım acaba diye ve bir şey yapmadıklarına inanırlarsa haksızlığa uğradıklarını düşünürler. Bazen de sizin duygunuzu paylaşırlar demek ki endişelenecek bir şey var diye.
Her zamanki gibi önce onları dinleyip anlamaya çalışalım; olup bitenin ne kadar farkında olduklarını saptayalım. Siz kendi aranızda  konuşurken sizi dinliyor mu, televizyonda haberler varken ilgileniyor mu? Ya da siz bu konuları konuşurken, seyrederken anlamsız şekilde seyretmeyin, konuşmayın diye sizi bölmeye çalışıyor mu?
Genelde sizi bu ortamdan uzaklaştırmak isterler, “gel oynayalım”, “acıktım” demek, nedensiz ağlamak ya da kardeşine sataşmak gibi.
Mevcut durumu değiştiremeyiz ama bunun dışında kalmak ve yokmuş gibi davranmak da çok zor. Bu nedenle çocuklarımızı da bunun dışında bırakamayız. Onlardan soru gelirse cevabı bilmesek de aslında şanslıyız. Eğer soru gelmiyor ama biz onların farkında olduğunu anlamışsak kendi duygularımızdan yola çıkarak konuşturmaya çalışabiliriz. Olanlar beni üzüyor, oradaki insanlar için endişeleniyorum gibi.
Öncelikle bu olanlarla ilgili kendi hislerimizi anlamaya çalışalım: ne hissediyoruz ve niye öyle hissediyoruz? Bu, bizim genelde şahsi yorumumuz olacak. Burada mümkün olduğu kadar kızgınlık ve düşmanlık dışındaki duygularla konuşmaya çalışmak lazım. Unutmayalım ki, çocuklarımız geleceğin politikacıları, liderleri, barış elçileri, karar vericileri olacak; bu nedenle olanlara olabildiğince objektif yaklaşıp çözüm önermelerini destekleyelim. Bırakın saçma da olsa düşüncelerini söylesin. Olup olamayacağı üzerine tartışalım. Genel olarak, savaş, çatışma tarzı kararların alınmasında halkın değil yöneticilerin etkili olduğu bizim bunu engellememizin çok zor olduğunu iyi açıklamamız lazım.
Çocuklarımıza onların da yapabileceği şeyler olduğunu hissettirebiliriz. “Orada olanları durduramıyoruz; bu bizi üzüyor, çaresiz hissettiriyor. Ama her zaman yapabileceğimiz şeyler var. Bu olaylar bitince oradaki çocukların giysiye, kitaba oyuncağa ihtiyacı olacak; biz de şimdiden bunları toplayıp biriktirelim ve zamanı geldiğinde hemen yollayabiliriz.” gibi cümleler kurabiliriz.
Çocuklarımızın her koşulda kendini güvende hissetmeye ihtiyacı var. Bunu da anne baba olarak biz sağlayabiliriz. Bizim onları mutlaka koruyup kollayacağımızı başımıza kötü şeyler gelse bile onlar için gerekenleri yapacağımıza inançları tam olmalı. Bu nedenle, çaresizlik hislerimizden kurtulmalıyız. Değiştirebileceğimiz küçücük bir şey de olabilir. Önemli olan, elimizden ne geliyorsa geldiği kadarını yapma çabamızın çocuğumuz tarafından da görülmesi. Böylelikle, o da yetişkin olup karar mekanizmasında yer aldığında her zaman yapılabilecek bir şey vardır inancıyla mücadele edebilsin.

Alıntı:Pedagog Nuray ERDEMLİ/uzunçorap.com