25 Aralık 2013 Çarşamba

İzmir Vatandaşlarda ''Suriyeli'' Oldu!..


Ülkelerindeki iç savaştan kaçarak Türkiye’ye sığınan Suriyeliler’in sağlık harcamalarından para alınmaması üzerine, İzmirli bazı vatandaşların hastanelere giderek kendilerini Suriyeli olarak tanıttığı ortaya çıktı. Haber Türk Egeli’den Mert Neşet Uslu’nun haberine göre hastaneye gittiğinde ilaç ve muayene parası ödemek istemeyen uyanık vatandaşların, ‘’ Biz Suriyeliyiz, bize bakın ‘’ dediği ifade edildi. Suriyelilerin sağlık hizmetlerinden ücretsiz yararlanırken, vatandaşlardan para alınmasının haksızlık olduğunu belirten Türk Sağlık Sen 1 No’lu Şube Başkanı Ahmet Doğruyol, ‘’ Suriyeliler’in para vermediğini duyan vatandaşlarda hastanelerde kendilerini Suriyeli olarak tanıtmaya başladı. Sağlıkçılar bu nedenle zor durumda kaldı’’ dedi.

700 BİN MÜLTECİ

Suriye’deki iç savaştan kaçarak Türkiye’ye gelen mülteci sayısı 700 bine yaklaşırken, hükümet sığınmacıların sağlık hizmetlerine para ödememesi için harekete geçti. Başbakanlık Afet ve Acil Durum Başkanlığı’ndan gönderilen yazıda, Suriyeliler’in sağlık harcamalarının Valiliklere faturalandırması istendi. Yapılan bu düzenleme ile Suriyeli vatandaşlar hastanelerden ücret ödemeden yararlanmaya başlarken, İzmirli bazı uyanıklara da gün doğdu. İzmir’de, Suriyeli vatandaşların hastane harcamalarına para ödemediğini öğrenen vatandaşlar, hastanelere giderek kendilerini Suriyeli olarak tanıtmaya başladı. Her gün hastanelere gelen onlarca vatandaşın, ‘’ Biz Suriye’deki savaştan kaçıp geldik. Bize bakın ‘’ dediği öğrenildi. Çoğu vatandaşın hastane personeline kimlik bilgilerini vermek istemediği ve ücretsiz olarak bakılmak için ısrar ettiği öğrenildi.

AYIRT ETMEK ZOR

Suriyeli vatandaşların para ödemediğini duyan kişilerin de kendilerini Suriyeli olarak tanıttığını vurgulayan Türk Sağlık Sen 1 No’lu Şube Başkanı Ahmet Doğruyol, ‘’Sağlık çalışanı arkadaşlarımız, bazı vatandaşların hastaneye gelerek kendilerini Suriyeli olarak tanıttıklarını ve para ödemek istemediğini belirtti. Bir tarafta Suriyelilerden para alınmazken, kendi vatandaşlarımızdan ise alınıyor. Böyle şey olmaz. Yapılan büyük haksızlıktır. Sıkıntıların üstüne bir de bu eklendi. Çalışanlar Suriyelileri ayırt etmeye mi çalışacak? Bu duruma son verilmeli’’ diye konuştu.

VALİLİKLER ÖDEYECEK

Başbakanlık Afet ve Acil Durum Başkanlığı’ndan Valiliklere gönderilen yazıda, şu ifadelere yer verildi: ‘’Geçici koruma altına alından Suriyeli misafirlerin tedavi giderleri Sağlık Uygulama Tebliği (SUT) kapsamında faturalandırılacak. Tedavi giderleri sağlık kuruluşlarının bulunduğu ilin valiliklerine faturalandırılacak. İlaç, protez, diş, gözlük, işitme cihazı gibi malzemeler, SUT’ta belirtilen usul ve esaslara göre temin edilecek’’

BÖYLE BİR ŞİKAYET YOK

İzmir Sağlık Müdürü Bediha Türkyılmaz, bazı kişilerin "Suriyeliyim" diyerek hastanelerde ücretsiz muayene olduğu iddiasıyla ilgili kendilerine bu yönde ulaşmış bir şikayetin bulunmadığını bildirdi. Türkyılmaz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, kendilerini Suriyeli olarak tanıtan kişilerin ücretsiz sağlık sisteminden yararlandığına yönelik haberin gazetede yer aldığını, bunun üzerine kentteki büyük hastanelerle görüştüklerini bildirdi. İncelemelerinde böyle bir olaya rastlamadıklarını dile getiren Türkyılmaz, "Bize ulaşan herhangi bir şikayet yok. Olsa gereken yapılır" dedi.

Alıntı:egedesonsöz.com

İzmir 'de Sağlık Operasyonu:Halk Sağlığı Müdürlüğü ve Alsancak Devlet Hastanesi'nde Görevden Almalar Başladı


AK Parti’de bakanların çocuklarının karıştığı yolsuzluk soruşturmasının ardından emniyette başlayan kadro operasyonunun yankıları sürerken kamu kurumlarında değişikliğe gidileceği açıklanmıştı. Birçok yerde başlayan değişimin sarsıntıları sürerken tam da bu günlerde İzmir’in sağlığında operasyon yapıldı. Sağlık Bakanlığı İzmir İl Halk Sağlığı Müdürlüğü’nde dört müdür yardımcısı ve bir şube müdürü görevden alındı.

KİMLER GİTTİ?


Kadro operasyonu ile yedi müdür yardımcısının dördünün görevine son verildi. Değişiklikte Halk Sağlığı Müdür Yardımcıları Hacı Vakkas Benli, Murat Ol, Ayşe Candan ve İlhan Gürbüz gönderildi. Operasyonda İnsan Kaynakları Şube Müdürü Hüseyin Zakir Barut da görevinden alındı. Değişimin alt birimlere de yansıyacağı öğrenildi.

Sağlık Bakanlığı’nda yapılan kadro ve sistem değişikliğinin ardından illerde halk sağlığı müdürlükleri kurulmuştu. İzmir’de Müdür Mustafa Tözün’ün başkanlığında yedi kişilik ana kademe ekip görev yapıyordu. Farklı görevlerde bulunduktan sonra müdür yardımcısı olan kişilerden dördünün görevine son verilirken yerlerine henüz atama yapılmadı.İl Halk Sağlığı Müdürü Tözün, sağlık çalışanları arasında cemaate yakın bir isim olarak biliniyor.

Sağlıkta yaşanılan bu hareketliliğin ‘süreç ile ilgisi yok’ denilse de , Alsancak Nevvar Salih İşgören Devlet Hastanesi ‘nde de operasyon yapıldı. Hastanenin Başhekimi Uz. Dr. Osman Yaşar Öz, Hastane Müdürü Bahri Sönmez, Sağlık Bakım Hizmetleri Müdürü Öznur Sandıkçı görevden alındı.

SIRADA DİĞER YERLER Mİ VAR?


Sağlık eski Bakanı Recep Akdağ döneminde tamamlanan sağlık reformu nedeniyle yapılan kadro değişikliğinden sonra göreve gelen birçok hastane yöneticisi ve başhekiminin durumu tartışmalara neden olmuştu. Siyasi olarak listelerin de yapıldığı ilçelerdeki değişiklikler zaman zaman gündeme gelmişti. Alsancak Devlet Hastanesi Başhekimi Öz uzun süredir burada görev yapıyordu. Öz’ün yerine hastanede uzun süre başhekim yardımcılığı yapan Foça Devlet Hastanesi Başhekimi Osman Uçmaz getirildi. Alsancak ile başlayan hastane değişikliklerinin diğer hastanelere de uzayacağı belirtildi.

Alıntı:Fatih YAPAR/egedesonsöz.com

663 sayılı KHK Atamalarına ve Keyfi Uygulamalara Yargı Engeli

Sağlık Bakanlığı’nın yeniden yapılandırılmasını düzenleyen 663 sayılı KHK ile Sağlık Bakanlığı merkez teşkilatı ve taşra teşkilatı tamamen değişmiş, yeni yapılanmada Sağlık Bakanlığına bağlı kuruluşlar oluşturulmuştur.

Bu düzenlemeler sonrasında, yeniden yapılanma adı altında personelin görev yerleri değişmeye başlamıştır. Sağlık Bakanlığı genelgesi uyarınca devir komisyonları oluşturulmuş ve personel bağlı kuruluşlar arasında dağıtılmıştır.

Bu işlemler sırasında, İzmir ilinde birçok sağlık personelinin görev yeri değiştirilmiş; toplum sağlığı merkezleri, devlet hastaneleri ve 112’lerde görev yapan hekimler, ihtiyaç ve devir komisyonu kararları gerekçe gösterilerek farklı sağlık birimlerine atanmıştır.

Bu şekilde ataması yapılan hekimler adına Oda’mızın hukuksal desteği ile davalar açılmıştır. Yargılaması tamamlanan bir dosyada, Torbalı 1 Nolu Acil Sağlık Hizmetleri İstasyonundan Torbalı Devlet Hastanesine ataması yapılan meslektaşımızın atama işleminin iptaline karar verilmiştir.

İzmir 2.İdare Mahkemesi tarafından verilen kararda, 663 sayılı KHK ile Bakanlık Devir Komisyonu kararı uyarınca, yeniden yapılanma sürecinde planlaması yapılan ve mevzuatın öngördüğü sayının üzerinde olan personelin mağduriyetine de sebebiyet verilmeden aynı il sınırları içine hizmetine ihtiyaç duyulan yerlere naklen atanmasında idarenin takdir hakkı olduğu; ancak takdir yetkisinin mevzuata uygun kullanılması ve dayanaklarının gösterilmesi gerektiği; davacının görev yaptığı birimde PDC’ye göre personel fazlalığı olmadığı, ayrıca atama işleminden sonra eski görev yerine ihtiyaca binaen 1 yıl süre ile görevlendirildiği; bu nedenle ihtiyaç fazlası personel olarak kabul edilerek yapılan atama işleminin hukuka aykırı olduğu belirtilmiştir.

Benzer gerekçelerle yapılan atamalar nedeniyle açılan diğer davalarda duruşmalar aşaması tamamlanmış olup karar beklenmektedir.

Alıntı: İZMİR TABİP ODASI

8 Aralık 2013 Pazar

HPV Aşısı SGK tarafından ödenebilir

Genç kız, aşı bedelini almak için SGK’ya başvurdu, Sağlık Uygulama Tebliği (SUT) listesinde yeralmadığı için ödenemeyeceği yanıtı aldı.

SGK’ye dava açtı

C.D., avukatı Mahmut Dikmen aracılığıyla Ankara 13. İş Mahkemesi’nde dava açtı, dilekçede, “Müvekkilim öğrenci. Sağlık yardımından da faydalanmaktadır. Meme kanserinden sonra, kadınların en çok ölüm yaşadığı rahim kanseridir. Bunun devlet tarafından karşılanması gerekir. Kurumun koruyucu aşı bedelini yasal faizi ile ödenmesi gerekir” denildi. SGK avukatı ise, “Sağlık Bakanlığı’nca tüm sağlık kurum ve kuruluşları tarafından yürütülmesi gereken bağışıklama programları hazırlanmakta ve yürütülmektedir. 2013 için belirlenen takvimde dava konusu HPV aşısı yer almamaktadır. Dava haksız yere açıldığından, reddine karar verilsin” diye itiraz etti.

Yüzde 100 koruma sağlar

Mahkemenin başvurduğu bilirkişinin raporunda ise şu görüş savunuldu: “Aşı rahim kanserinden korunmak amacıyla yaptırılmakta. Davacı aşı için 805.40 TL ödemiştir. Sigorta katkı payı yüzde 20’si 161.080 TL, kurumca karşılanması gereken bedel 644.32 TL’dir. Rahim ağzı kanseri tüm dünyada kadın ölümlerinin sebebi olan kanser türleri içinde en yüksek ölüm sebebi oranına sahip (meme kanserinden sonra) hastalıktır. Aşının henüz cinsel yönden aktif olmamış ve virüsle karşılaşmamış kişilere yapılması halinde yüzde yüz koruma sağladığı ve aşının altı ay içerisinde üç doz yapılması gerekmektedir.”

SAĞLIĞIN ÖNEMİNE VURGU

Raporun gelmesinin ardından yapılan son duruşmada hakim Suat Subaşı, SGK’nın parayı ödemesine karar verdi. Kararda şu ifadeler yeraldı:  “Ana ilke, Anayasa’da ifadesini bulan sosyal devlet ilkesi olup devlet vatandaşlarının sosyal ihtiyaçlarını gidermek zorundadır. Anayasa’nın amir hükmü gereği toplum sağlığını koruyucu tedbirlerin en geniş manada uygulanması gerekir. Burada sınırlandırıcı hükümler getirmek Anayasa’ya aykırı olduğu gibi toplum salığına da tehdit edici sonuçlar doğurur. Rapora göre davaya konu aşının uygulanması bu hastalığın neredeyse yüzde yüz önlenmesine neden olmaktadır. Bu itibarla kurumun bu aşının bedelini ödemesi sonradan bu hastalığa yakalanarak kanser tedavisi gibi pahalı bir tedavi ve masraflarla karşılaşmaya tercih edilmelidir. Toplum sağlığı ve insan hayatı her türlü olumsuz değerlendirmenin üzerinde tutulmalıdır. 644.32 lira aşı bedelinin dava tarihinden itibaren yasal faiziyle davacıya verilmesi, mahkeme masrafları ve avukatlık ücreti 512.80 liranın da kurum tarafından karşılanmasına karar verilmiştir.”

Avukat Dikmen, mahkemenin verdiği kararın örnek olduğunu, bu tür mağdur olanların dava açıp paralarını alabileceklerini söyledi.

Alıntı:hürriyet

SGK, Doktorları İcraya Vermişti Ama Şimdi Doktorlara Borçlandı

Manisa'da haksız rapor yazarak kamuyu zarara uğrattıkları gerekçesiyle 152 doktor hakkında icra yoluna başvuran Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) haksız çıktı. Manisa Tabip Odası Yönetim Kurulu üyesi Şahut Duran, işgöremezlik ödeneğini ödemeyen doktorları icraya veren SGK'nın, davayı kaybettiğini açıkladı.

Çeşitli sağlık kuruluşlarında görev yapan 152 doktorun 2008 yılında yaklaşık 300 kişiye hasta olmadıkları halde istirahat raporu verdiği iddiası SGK Genel Müdürlüğü'nü harekete geçirdi. 2011 yılında Manisa İl Müdürlüğü'ne müfettiş göndererek inceleme başlatan SGK, yaklaşık bir yıl süren inceleme sonrasında toplam 300 raporun haksız yere verildiğini bildirerek 152 doktordan yaklaşık 48 bin TL işgöremezlik ödeneklerinin tahsil edilmesine karar verdi. SGK İl Müdürlüğü, 152 doktora 2011 Ağustos ayı içerisinde paraları geri ödenmesi için tebligat gönderdi.

YETERLİ KANIT BULUNAMADI

SGK'nın gönderdiği tebligat sonrasında 152 doktordan bazıları kendilerinden istenen paraları öderken, bazıları ise ödemediği için icraya verildi. SGK, ödeme yapmayan 3 doktora karşı Ağustos 2012'de 3'üncü Asliye Hukuk Mahkemesi'ne dava açtı. Yaklaşık 1 yıl süren davanın 13 Kasım 2013'teki son duruşmasında hakim, doktorların yazdıkları raporlarda herhangi bir usulsüzlüğün olmadığına, SGK'nın bu konuda yeterli kanıtı olmadığı için doktorlardan icra yoluyla paraları geri istemesinin yasal koşullarına dayanmadığına karar verdi.

DOKTORLAR PARALARINI GERİ ALACAK

Konuyla ilgili olarak açıklama yapan Manisa Tabip Odası Yönetim Kurulu üyesi Şahut Duran, mahkemenin verdiği kararın büyük sevinç yarattığını ifade etti. Duran, "152 doktorun arasında benim ismim de yer alıyordu. Ancak SGK tarafından bana gönderilen icrayı ödemedim. SGK'nın ödeme yapmayan doktorlara açtığı davanın son duruşması 13 Kasım'da yapıldı ve haksız olduğu ortaya çıktı. Mahkemenin verdiği bu karar doktorları rahatlattı. Çünkü doktorlar artık rapor yazmaktan korkuyordu. Şimdi doktorlar SGK korkusu olmadan rapor yazabilecek" diye konuştu.

Bazı meslektaşlarının icra yoluyla belirli miktarlarda para ödediğini dile getiren Duran, mahkemeye başvurarak geri alabileceklerini sözlerine ekledi. Duran, "SGK bizden para almak isterken, şimdi avukatlık ve mahkeme masraflarını karşılayacak" diye konuştu.

Alıntı:haberler.com

''Açılın ben doktorum'' tarih oluyor

Türk Tabipleri Birliği Genel Sekreteri Bayazıt İlhan, “Mesela yolda bayılan bir hasta var. Doktor önce ambulansı çağıracak, sonra ambulans gelene kadar sınırlı bir şekilde müdahale edebilecek. Ambulans çağırmadan müdahale de yasak. Ambulans geldi ambulans da teknisyen var, ama siz doktorsunuz. Yine müdahale edemezsiniz. Ayrıca  hastanın durumunun acil olmadığı belirtilerek de, doktor müdahalesi yasaya aykırı olarak yorumlanabilir” dedi. Uçaklarda acil durumlarda doktor bulmanın da imkansız hale geleceğini söyleyen İlhan, “Dünya Tabipleri Birliği’nin Genel Sekreteri de, bana bunu hatırlattı. Bu düzenlemeden sonra uçakta ‘doktorum’ dememek, sessiz kalmak daha mı iyi olur acaba diye görüş belirtti” bilgisini verdi.

HAPİS VE PARA CEZASI

Tam günü düzenleyen yasa tasarısında yer alan madde, olağanüstü durumlarda doktor müdahalesini düzenliyor.  Düzenlemeye göre, ‘olağanüstü durumlarda mesleğini icraya yetkili kişilerce acil sağlık hizmeti ulaşana kadar verilecek olan sağlık hizmeti hariç, ruhsatsız olarak sağlık hizmeti sunan veya yetkisiz kişilerce sağlık hizmeti verdirenler, bir yıldan üç yıla kadar hapis ve yirmi bin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılacak.’ Söz konusu maddenin başta Gezi Parkı olmak üzere eylemlerde hastaları tedavi eden doktorlara yönelik bir madde olarak algılandığını belirten TTB Genel Sekreteri Bayazıt İlhan, bu maddenin günlük yaşama da çok ciddi yansımaları olacağını söyledi. Düzenleme yasalaşırsa, herhangi bir ortamda veya yolda sağlık durumu kötüleşen bir hastaya müdahale etmenin zorlaşacağını belirten İlhan,  “Çünkü bu düzenleme, doktorlara büyük sorumluluk yüklüyor” dedi.

YİNE SİTEDEN YAZIYA BİRKAÇ YORUM:

Okuyucu1:
Haberi okuyunca o kadar güldüm ki! Sanırım halkımız hala doktorların ne hale düştüğünün farkında değil? Benim çalıştığım hastanede dahiliye nöbetçisi arkadaşlar acile konsültasyon giderken ara dayağı yememek için sivil kıyafetle gidiyor. Hasta yakını gibi hasta sedyesine yaklaşıp tahlillerine bakıyor ve konsültasyon notunu yazıp çaktırmadan kaçıyor (abartmıyorum). Ben şahsen poliklinik odasından çıkarken önlüğümü çıkarıyorum, koridorda tamamen sivil dolaşıyorum. Bir de hacı sakalı bıraktım, kimse doktor olduğumu tahmin etmiyor. Tüm bu tedbirlere rağmen yüreğimiz ağzımızda çalışıyoruz. Şu ortamda kronik hastalara steroid ve immunsupresif yazanlar benim gözümde kahraman. Ameliyat yApanlar mücahid, Kemoterapi yapanlara ise söyleyecek övgü kelimesi bulamıyorum. Sevgili yetkililer , bu problemi çözmek için daha kaç doktor düvülecek, yaralanacak veya öldürülecek?

Okuyucu2:
 Ben doktorum diyecek saygınlıkda bir meslekmi bıraktınız.Ben zaten yıllardır mesleğimi söylemiyorum.bir kamu kurumunda Memurum diyorum.Öyle açılın falan diyecek hevesim,heyecanım da kalmadı.....

Alıntı:medimagazin.com

Hekimler Çocuklarının Hekim Olmasını İstemiyor

Samsun Tabip Odası tarafından Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Tıp Fakültesi'nde düzenlenen, "4. Genişletilmiş Hekim Çalıştayı"na; OMÜ Rektör Vekili Prof. Dr. Hakan Leblebicioğlu, İl Sağlık Müdürü Dr. Yusuf Köksal, Samsun Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreteri Uzm. Dr. Hasan Rıza Aydın, Halk Sağlığı Müdürü Uzm. Dr. Ertan Uzun, OMÜ Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Bekir Selçuk, OMÜ Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ali Haydar Şahinoğlu, Samsun Tabip Odası Başkanı Yrd. Doç. Dr. Mithat Günaydın ve öğretim üyeleri katıldı.

Türkiye'nin çeşitli illerinden 21 tabip odası temsilcisinin katıldığı çalıştayın açılış konuşmasını yapan Samsun Tabip Odası Başkanı Mithat Günaydın, sağlıkta dönüşüm projesinin bir tarafı memnun ederken diğer tarafı mağdur ettiğini savundu. Sağlıkta dönüşümün hekimleri derinden etkilediğini kaydeden Murat Günaydın şöyle konuştu: “Sağlıkta dönüşüm adı altında yapılanlar, uygulayanları ve hastaları memnun etti. Ancak bu dönüşümün başarısında en büyük katkısı olan hekimler, sağlıkta dönüşümün mağduru oldu. Bu dönüşüm, hekimlerin hayatlarını alt üst etti ve bu uygulamalar sanki hekimler sistemin içinde değilmiş gibi planlandı. Sonuç itibariyle mesleğine küsmüş, defansif tıp uygulayan, mutsuz, çocuğunu hekim yapmak istemeyen hekimlerin oranı yüzde 90'lara ulaştı. Sağlıkta dönüşümün hekim ayağı eksik kaldı. Bu çalıştayda çıkan sonuçlara, ilgililerin kulak vermesini istiyoruz. Amacımız üzümü yemek, bağcıyı dövmek değil. Sağlıkta dönüşümde hekimler geri bırakıldı. Sağlık Bakanlığı sağduyulu hekimlerin söylemlerine kulak versin."

Son yıllarda hekimlerin çalışma şartlarının iyileştirilmesinde önemli mesafeler kaydedilmesine rağmen bir yanda da ağır iş yükü altında çalıştıklarını hatırlatan OMÜ Rektör Vekili Hakan Leblebicioğlu ise " Yapılan yeni uygulamalar özellikle performans, tam gün gibi ve sıklıkla değişen uygulamalarla hekimlerimiz, hatta idarecilerimiz de bu sistem içerisinde her zaman yeni bir duruma adapte olmak zorunda kalıyor. Bu açıdan baktığımızda en önemli sorun olarak da performans uygulamasında değişen durumlar ve performans uygulamasını kendi içindeki sorunlar nedeniyle çalışma barışını bozma potansiyeli taşıyor. Hekimler arasında, bir arada ekip çalışması yapması gerekirken, hekimler birbiriyle yarış eden, puan kazanmaya çalışan kişiler durumuna düştü. Öncelikle bu sorunlara çözüm bulunması gerekiyor." dedi.

Açılış konuşmaları sonrası tam gün yasası, üniversitelerdeki sorunların çözüm önerileri, aile hekimlerinin sorunları, kamu hastaneleri birliklerindeki sorunlar ve hekime şiddet konularının ele alındığı oturumlar düzenlendi.

Alıntı.medimagazin.com

Görüşülecek Tamgün Yasası Değişiklikleri


Kamuoyunda ‘Tam Gün Yasası’ olarak bilinen ve bazı maddeleri Anayasa Mahkemesi’nden dönen düzenleme sonrası sağlık önemli değişimler öngöre yeni bir kanun tasarısı TBMM Genel Kurulu’nda. Salı gününden itibaren görüşülmeye başlanan düzenlemenin 20 maddesi Genel Kurul’dan geçti. Düzenlemenin ay sonuna kadar Resmi Gazete’de yayımlanması hedefleniyor. Kanun tasarısının Genel Kurul’dan geçen 20 maddesi şu konuları kapsıyor.

KANUN TASARISINDA NELER VAR?

- Sağlık Bakanlığı denetimine tabi tüm sağlık kuruluşlarına denetim sürecinde her türlü bilgi ve belgeyi paylaşma zorunluluğu getirildi. Bu nokta üzerinde yoğun eleştiriler söz konusu.
- Kamu görevlisi olan hekimler mesai saatleri dışında muayene açamayacaklar. Bu kapsamda hali hazırda mesai saatleri dışında mesleğini serbest olarak icra eden hekimlerin çalışmalarına üç ay içerisinde son vermeleri gerekiyor. Çalışmalarına son vermeyen hekimlerin öğretim üyeliğinin sonlandırılması hükmü kabul edildi.

DİŞ HEKİMLERİNE İSTİSNA TANINDI
- Yalnızca diş hekimliği fakültelerinde görev yapan profesör ve doçentler sözleşme ile özel sağlık kuruluşlarında ve vakıf üniversitelerinde çalışabilecek. Sözleşmeler aylık süresi 80 saati geçmemek üzere en fazla bir yıllık yapılabilecek.

AİLE HEKİNE NÖBET GELİYOR

Kanun tasarısında aile hekimlerinin ayda en az iki kez acil bölümünde olmak üzere nöbet tutması yönünde düzenleme var. Tasarı ile aile hekimleri ve aile sağlığı elemanlarının mesai saatleri dışında ayda en az 16 saat nöbet tutması planlanıyor. Ayrıca kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan ve yöneticilik görevi bulunmayan tabipler ile aile hekimleri, çalışma saatleri dışında aylık 30 saatten fazla olmamak şartıyla işyeri hekimliği yapabilmesi öngörülüyor. İşyeri hekimliği eğitimi alma ve işyeri hekimliği belgesine sahip olma şartı, sadece çok tehlikeli sınıftaki işyerlerinde aranacak.

HER AY 1.000 DOKTOR ŞİDDET MAĞDURU

Tasarıda sağlık çalışanlarını en çok sevindiren düzenleme şiddet konusunda. Beyaz Kod verilerine göre 1 Ocak-1 Eylül 2013 tarihlerini kapsayan 8 aylık sürede sağlıkta 7 bin 287 şiddet olayı yaşandı. Her ay yaklaşık bin sağlık çalışanı şiddete uğradı. Şiddet olaylarının yüzde 33’ü (2 Bin 392) fiziksel saldırı olarak gerçekleşti. Yüzde 67’si (4 bin 895) sözlü şiddet vakası oldu. Bugüne kadar Türk Tabipler Birliği’ne göre 5 hekim, hekime şiddet sonucu hayatını kaybetti.

ÖZEL HASTANE ÇALIŞANI KAMU STATÜSÜNDE
Kanun tasarısı yasalaştıktan sonra, sağlık kurum ve kuruluşlarında görev yapan personele karşı görevleri sırasında veya görevleri dolayısıyla işlenen kasten yaralama suçu, tutuklama nedenleri arasında sayılacak. Ayrıca özel sağlık kurum ve kuruluşlarında görev yapan personel, görevleri sırasında işledikleri veya görevleri nedeniyle kendilerine karşı işlenen kasten öldürme, yaralama, tehdit ve hakaret suçlarından dolayı kamu görevlisi sayılacak.

GELİR KAYBINI İLAVE ÜCRET TELAFİ EDECEK
Mesai sonrası üniversite hastanelerinde hizmet verilmeye devam edilmesi halinde hastalardan alınacak ilave ücretin döner sermaye dışında bir fonda toplanması sağlanacak. Bu gelirin yüzde 50’si öğretim üyesine, performansına da bağlı olarak ödenecek. Kanun tasarısıyla sünnet ameliyatının yalnızca tabiplerce yapılması öngörülüyor. Ancak olağanüstü hallerde Sağlık Bakanlığı tarafından düzenlenen eğitimi almış kişilerin sünnet yapması mümkün olacak.

DOKU NAKLİNDE AİLEDEN İZİN ALMA BİTİYOR

Kanun tasarısında yoğun bakım, acil servis ve 112 acil sağlık hizmetlerinde görev yapan personellerin nöbet ücretlerinin de yüzde elli artırılması planlanıyor. En önemli maddelerden biri de organ ve doku nakline ilişkin. Kornea gibi ceset üzerinde bir değişiklik yapmayan dokular aksine bir vasiyet yoksa ailenin izni olmadan alınabilecek. Yurtdışından kadavra ve kadavra parçası temin edilebilmesi tasarının yasalaşması sonrası mümkün olabilecek.

Alıntı:medimagazin.com

Depo Penisilin Üretimine Başlanıyor

Üretici firmanın hammadde tedarikinde sıkıntı olduğu gerekçesiyle üretimi durdurması ve stoklardaki ilaçların tükenmesiyle vatandaş ilacı bulmak için çalmadık kapı bırakmadı. Sağlık Bakanlığı ilacı üretmek için ikinci bir firmaya ruhsat izni verirken, depolarda ‘yok’ denilen 30 bin kutu ilaca İlaç Takip Sistemi üzerinde müdahale etti. İlaçları bloke eden Bakanlık, kamu hastaneleri aracılığı ile dağıtımını yapacak. Yeni ruhsat izin alan Bilim İlaç da önümüzdeki günlerde üretime başlayacak.

Fiyatı ucuz olmasına rağmen hayati bir ilaç olan deposilin özellikle çocuklar için gerekli. Çocuğu için bu ilacı arayan Ş.K., “İlacı bulmamız gerekiyor. Çocuğumun romatizmal ateş atağı geçirmemesi için 3 haftada bir bunu yaptırması gerekiyor. Koruyucu tedavi için kullandığımız bu ilacı bulamıyoruz. Bu çocuklar  ömür boyu kardiyoloji hekimlerince izleniyor ve “depo penisilin” tedavisine titizlikle uyulmalı. Mecburuz.” ifadesini kullanıyor.  K.S. de Türkiye genelinde ilacı aramadığı yerin kalmadığını belirtiyor. Romatizma rahatsızlığı olan eşinin kan değerlerinin yükseldiğini anlatan K.S. düşürülmesi için bu ilacı mutlaka bulması gerektiğini ifade ediyor. 

İlacın en son ekim ayında dağıtımı gerçekleştirilmişti fakat ağustostan beri piyasada bulunmasında sıkıntı yaşanıyor. Firmanın üretimi durdurması üzerine Sağlık Bakanlığı, yurtdışından ilacı getirmeyi planlamış ve ilaç 31 Ekim’de yurtdışı ilaç listesine eklenmişti. Ancak yurtdışı fiyatın yüksekliği, maliyetler ve depolama sıkıntısı buna engel oldu. Bakanlık ek olarak üretim için bir başka firmaya ruhsat verdi.  Bilim İlaç’tan sonra ilk firma İbrahim Etem Ulagay’ın da üretimi başlayacağını açıklaması dikkat çekti. 

Alıntı:medimagazin.com

27 Kasım 2013 Çarşamba

İzmir'de de polio aşılaması...Türkiye'de polio alarmı (3)...

Alıntı:egehaberi.com

Suriye'deki iç savaş acıları Ortadoğu'yu sarmaya devam ediyor. Mültecilerin dramı 'kaçış' sonrası komşu ülkelere de taşınırken, sığınma beraberinde büyük sorunları da getiriyor. Dünya Sağlık Örgütü'nün bölge için yaptığı çocuk felci uyarsı sonrası Türkiye'de Suriye'ye direkt sınırı bulunan 7 ilde aşı teyakkuzu başlamıştı. Seferberlik sayıları yüz bini aşan mültecilere yaklaşık 1 yıldır ev sahipliği yapan İzmir'e de başladı.

İzmir’de sayıları yüz bini aşan Suriyeli mülteciler büyük tartışma konusu olurken, Türk Sağlık Sen 1 Nolu Şube Başkanı Ahmet Doğruyol’dan önemli bir uyarı geldi.

Başkan Ahmet Doğruyol, Türkiye’de Suriyeliler aracılığı ile 1998’den beri görülmeyen çocuk felci hastalığının yeniden hortladığını açıkladı.

Türkiye’de çocuk felcine yakalanan 30 Suriyeli vatandaş olduğunu öne süren Doğruyol, “Sağlık Bakanlığı Suriyeli çocuklar için aşılama kampanyası başlattı. Sadece Konak’ta bin çocuk aşılandı. İlimiz ve ülkemiz salgın riskiyle karşı karşıya” dedi.

İzmir’deki sağlık çalışanlarının kentteki 5 yaş altı Suriyeli çocukları aşılamaya başladığına dikkat çeken Doğruyol, “Sağlık Personellerimiz tüm özverileriyle; elinde hiçbir bilgi, veri, adres olmadan sokak sokak Suriyeli arıyor. Mahalle sakinlerine ve esnafa sorarak ulaşabildiklerine aşı yapıyorlar” dedi.

1998’DEN BERİ GÖRÜLMÜYORDU


Türk Sağlık Sen 1 Nolu Şube Başkanı Ahmet Doğruyol, sendika binasında yaptığı açıklamada, Türkiye’de çıkabilecek çocuk felci salgınına dikkat çekti. Çocuk Felci hastalığının (Poliomyelit) genellikle hijyen koşulların olmadığı bölgelerde dışkıyla bulaşan, salgınlar halinde görülen bir hastalık olduğuna dikkat çeken Doğruyol, “Ateş, şiddetli baş ağrısı, bulantı ve sırt ağrısıyla ortaya çıkan omurilikteki kasların kasılmasıyla başlayıp, sinir hücrelerine hasar vererek etkisini gösteren, mikrop kaptıktan sonra 7-21 Günde ortaya çıkan büyüklerde de görülebilmesine rağmen; özellikle 0-6 Yaş çocuklarda daha sık görülen bir hastalıktır. 1840-1950 Yılları arasında Dünya da sıkça salgınlara neden olan çocuk felci, ülkemizde en son 1998 Yılında görülmüş olup 2002 Yılında DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) Türkiye'nin de içinde bulunduğu 51 Ülkeyi kapsayan bölgeden çocuk felcinin tamamen temizlendiğini açıklamış, Türkiye'ye ödül vermiştir” ifadelerini kullandı.

KAPI KAPI MESAİ!

Hükümet yetkilileri ve Sağlık Bakanlığı’nın Suriyeler’in yurda girişi sırasında gerekli sağlık önlemleri ve tarama tedbirlerini almadığını ifade eden Doğruyol, şu an 74 milyon vatandaşın Çocuk Felci hastalığı, Suriyelilerin karıştığı hırsızlık ve fuhuş olayları nedeniyle tedirginlik yaşadığını belirtti. Sağlık personellerinin Suriyeli 5 yaş altı çocukları aşılamakta büyük sıkıntılar yaşadığını da anlatan Doğruyol, “Sağlık Personelleri Suriyelilere ulaştığında, korktukları, kapıyı açmadıkları, dil sorunu olduğu, yaşama koşullarının çok kötü olduğu sağlık personellerimiz tarafından ifade edilmektedir. Sağlık Bakanlığı'nın genelgesiyle başlatılan aşı kampanyasında her zaman olduğu gibi asıl eziyeti, çileyi yine sağlık personeli çekmektedir. Sağlık Personellerimiz tüm özverileriyle; elinde hiçbir bilgi, veri, adres olmadan sokak sokak Suriyeli aramış, mahalle sakinlerine ve esnafa sorarak ulaşabildiklerine aşı yapmışlardır. Suriyeli olduğunu Tahmin edebildikleri mahallelere, sokaklara giden sağlık personelinin çabası takdire şayandır” dedi.

Konak’ta bin çocuğa çocuk felci aşısı yapıldığını anlatan Doğruyol, şunları söyledi:
“Sevindirici olan yönü resmi kayıtlara göre bu güne kadar ilimizde çocuk felci vakasının görülmemesi, üzücü olan yönü ise resmi bir açıklama yapılmamasına rağmen ülkemizde yaklaşık 30 Civarında çocuk felci vakasının görüldüğü iddiasıdır. Vatandaşlarımızın tedbirli olması açısından, kulaktan kulağa yayılan bu bilginin Sayın Sağlık Bakanımız tarafından varsa doğrulanması, yoksa yalanlanmasına ihtiyaç vardır. Eğer insani gerekçelerle sınırlarımızdan birileri giriyorsa mevcut hükümet yetkilileri bunların tedbirini almalıydı. Sınırlarda Mülteci kampları oluşturulmalı, bu insanların sağlık kontrolleri yapılmalı, ikamet edecekleri bölgeler belirlenmeliydi. Türkiye yol geçen hanı mıdır ki? Vatandaşımız olmayanlar bile elini kolunu sallayarak ülkemizin her yerinde dolaşabilmektedir.

Ancak yinede ulaşılamayan Suriyelilerin olduğu bir gerçektir. Ülkemizin bir salgınla karşı karşıya kalmaması ümidiyle İçişleri Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı'nın organize çalışma yapması gerekliliğinin ortada olduğu görülmektedir.

Bu gidişle ülkemiz genelinde bir aşılama kampanyasına ihtiyaç olabileceğini düşünmekteyiz”

Alıntı:egedesonsöz.com

İzmir'deki yağmurlu gün için karalama kampanyası


İzmir’in sağlık temasıyla yarıştığı EXPO 2020’de Paris’teki kader günü kent basınında büyük bir talihsizlik yaşandı.

İzmir’de 2 gün önce gök delinmişcesine yağan yağmur yaşamı felç ederken yine afet siyasetine malzeme olmuş, AK Parti cephesinden gelen sosyal medya sağanağına rağmen gün Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’i bile içine alan bir sağduyuyla noktalanmıştı.

Kent yerel idare birimlerinin kesintisiz mesaisiyle bir gün içinde yaralarını sarıp yüzünü Paris’e çevirdi.

İzmir’in kaderinin çizileceği oylama günü ise kentin ve Ege Bölgesi’nin 119 yıllık gazetesi Yeni Asır’ın ilk sayfadan verdiği haber gündemde bomba etkisi yarattı. Yeni Asır EXPO’yu sağlık temasıyla kente getirmeye çalıştığımız gün ‘Salgın hastalık paniği’ bombasıyla çıktı.

Türkiye’nin büyük-küçük tüm şehirlerinde onlarca insanın yaşamını yitirdiği sel felaketlerinde bile mevzu bahis bile olmayan salgın hastalık ihtimali içi boş iddialarla Yeni Asır’ın ilk sayfasına malzeme oldu.

İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı ekipler taşkınlar sonucu oluşan hasarlara müdahale ederken gerekli önlemler ve taşkın sonrası düzenlemeler tüm hızıyla sürüyor. Yaşanan sel nedeniyle ortaya çıkan ‘salgın hastalık’ iddiaları gündeme bomba gibi düştü. Yeniasır ve Sabah Gazetesi’nin gündeme getirdiği hastalık iddialarına yalanlama geldi. Ege Üniversitesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ali Osman Karababa, açıklamalarının çarpıtıldığını söyledi.

Yaşanan su baskınlarının ardından salgın hastalık tehlikesinin oluşmayacağını belirten Karababa, Yeni Asır Gazetesi’nde yer alan açıklamaların gerçeği yansıtmadığını söyledi.

Karababa, “Felaket senaryosu yazmaya gerek yok. Bir hastalığın yaşanması ve salgının oluşması için içme suyuna kirli atık ve kanalizasyonun bulaşması gerekiyor. İzmir’in içme suyu ihtiyacını karşılayan Tahtalı Barajı ve su kuyularında böyle bir durum oluşmadı. Ayrıca kentin kanalizasyonu ve atıkları da zaten içme suyuna yakın değil. Doğrudan kanalizasyon boruları vasıtasıyla arıtmalara gidiyor. Şu anda İzmir’de salgın ile ilgili bir risk yok” dedi. Karababa, sözlerinin çarpıtıldığının da altını çizdi.

Alıntı:egedesonsöz.com

Yeni Tamgün'de işyeri hekimliği kararları...YENİ KAOS...


 ** Aile hekimleri, çalışma saatleri dışında aylık 30 saatten fazla olmamak şartıyla işyeri hekimliği yapabilecek. 

** İşyeri hekimliği eğitimi alma ve işyeri hekimliği belgesine sahip olma şartı, sadece çok tehlikeli sınıftaki işyerlerinin işyeri hekimliği için aranacak.
Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, tam gün çalışma ilkesinde bir tereddütlerinin olmadığını belirterek, YÖK Kanunu'nda "Öğretim elemanları, üniversitede devamlı statüde görev yapar" hükmünü aynen koruyarak, tam günden kesinlikle taviz vermeyi düşünmediklerini bildirdi.

Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu'nda, sağlıkta torba kanun tasarısının görüşmeleri sürüyor.

Görüşülmek üzere bir kez daha geri çekilen tasarı üzerinde söz alan Müezzinoğlu, getirecekleri düzenlemeler hakkında bilgi verdi.

Müezzinoğlu, konuyu, 5 ay önce yoğun bir şekide tartıştıklarını ifade etti. Müezzinoğlu, tasarıyı, bugün, yarın, gerekirse hafta sonu da görüşebileceklerini ancak gelecek haftaya bırakılmamasını istedi. Müezzinoğlu, tasarıyı tartışmadan, alelacele geçmesine yönelik dertlerinin olmadığını belirterek, "Her düşüncenin önerisini alalım, değerlendirelim. Ama artık bu işi derleyip toparlayıp bir an önce sonuca götürelim" dedi.

Hekimlerin ve diğer sağlık çalışanların tam gün çalışma ilkesinde bir tereddütlerinin olmadığını ifade eden Müezzinoğlu, YÖK Kanunu'nun 36. maddesinin 1. fıkrasında yer alan "Öğretim elemanları, üniversitede devamlı statüde görev yapar" hükmünü aynen koruyarak, tam günden kesinlikle taviz vermeyi düşünmediklerini bildirdi. Müezzinoğlu, yaptıkları görüşmeler ve gelen görüşlerde büyük bir uzlaşı olduğunu dile getirerek, bu durumun tam günün üniversite camiası tarafından benimsendiğinin göstergesi olduğunu söyledi.

Müezzinoğlu, 2010'dan önce üniversite hastanelerinde saat 13.00'ten sonraki part-time çalışmaya geri dönüş olmayacağını bildirerek, "Tam tersine hocalarımızın tam gün çalışmaları sonucunda elde edecekleri kazanç yanında, mesai sonrası da kazanç elde etmelerinin ortamını sağlamayı amaçlıyoruz. Çalıştıkları kurumda eğitim, araştırma ve uygulama faaliyetlerini daha verimli yapabilmeleri için gerekli ortamı ve mali imkanları sağlamak istiyoruz. Ayrıca mesai sonrası elde edilecek kazançtan, hocalarımıza döner sermaye payı olarak 50-60 aralığında bir imkanın sağlanmasının uygun olacağını düşünüyoruz. Kendi kurumunda devam etmeyle ilgili daha önce tartışmıştık. Burada yüzde 50 olan kararımızın yüzde 50-60 aralığına taşıyalım. Gelen öneriler sonrası yeni önerimiz bu" diye konuştu.
 
17.00'den sonra çalışmaya belirli sınırlarla izin
 
Mesai sonrası çalışmasını üniversitede değil de özel sağlık kurumlarında sürdürmek isteyen hocalara, Anayasa Mahkemesi kararı gereği saat 17.00'den sonra çalışmalarına belli sınırlarla izin verdiklerini kaydeden Müezzinoğlu, bu şekilde çalışacak doçent ve profesör sayısının, ana bilim dalındaki öğretim üyesinin yarısını geçemeyeceğini belirtti. Müezzinoğlu, isteyen üniversitenin daha düşük oranlarda bu oranı belirleyebileceğini ifade etti.

Müezzinoğlu, bu haktan yararlanmak isteyenlerin öncelikle çalıştıkları üniversiteye tıbbi uygulama ve akademik açıdan asgari katkı vermek durumunda olacaklarını vurguladı. Müezzinoğlu, üniversiteye en fazla katkıyı verenlerin, mesai sonrası özel çalışma hakkı verilerek, dinamik bir yapı kurulmasının beklendiğini söyledi.

Hocaların, mesai sonrası kendi üniversitesinde ya da özel sağlık kurumlarında çalışma haklarından birisini tercih etmeleri gerektiğini vurgulayan Müezzinoğlu, her iki hakkın birlikte kullanılamayacağını kaydetti.

Sözleşmelerin her yıl yenileneceğini dile getiren Müezzinoğlu, aynı haktan yararlanmak isteyenlerin kendi üniversitesine azami akademik ve tıbbi hizmeti sunacağını söyledi.
 
Getirilen yenilikler
 
Müezzinoğlu, yapılacak sözleşme tutarının profesörler için yaklaşık 16 bin liradan az olmayacağını, elde edilen bu gelirin yüzde 50'sinin hocaya ödeneceğini bildirdi. Müezzinoğlu, getirilen düzenlemelerden bazılarını şöyle sıraladı:

 "Söz konusu hakkın kötüye kullanımında hem mesai sonrası özelde çalışan hocalarımız, hem de sözleşmeli çalışacakları özel kurum veya vakıf üniversitesi hastaneleri, 5 yıl süreyle aynı haklardan yararlanamayacaktır. Bu haktan yararlanacak özel hastane ve vakıf üniversiteleri, kendi kadrolarının yüzde 20'sinden fazla çalıştırma imkanları olmayacak. Bu düzenlemeyle özel kurulların kendi içinde rekabet eşitliğinin sağlanması amaçlanmaktadır. Uygulama, ilgili üniversite yönetim kurulları tarafından belirlendikten sonra YÖK onayıyla yürürlüğe girecek. Serbest çalışan hocalarımızın, üniversite ihtiyaçlarına göre dışarıdan yüzde 5'lik sözleşmeli çalıştırma hali aynen korunuyor. İşyeri hekimliğinin, aile hekimlerine ve kamuda çalışan tabiplere de tanınması sağlanıyor.

Çok tehlikeli işler dışındaki iş kollarında işyeri hekimliği sertifikası alma zorunluluğu kaldırılıyor. Sağlık meslek liselerinden 69 bin öğrenci kaydı geldi. Bu yılki rakamlarla gelecek 3 yıl daha devam ettiğinde, önümüzde eğitim standardını düşürdüğümüz bir yapıyla hemşire arkadaşlarımız çıkacak. 2014'ten itibaren kayıt olacaklar buralardan ebe, hemşire olarak mezun olamayacak. Hemşire ve ebe yardımcısı olacak ancak lisanslarını tamamladıklarında bu vasfı alabilecekler. Tıbbi gıdaların, eczaneler dışında bakanlıkça belirlenecek yerlerde satışına izin vererek, özellikle çölyak hastalarının mağduriyetini gidermek istiyoruz. Mecburi hizmete muhatap olan hekimlerimiz 3 kez mecburi hizmet kurasına giriyor. Bir kez gittiyse, bu alan kuralarından muaf olmasına ilişkin düzenlememiz var. Belki ilk düzenlemede bir teknik hata veya bakış acısı... Aile hekimlerimiz, yalnız aile hekimliği yapmaları için nöbet muafiyeti getirmişiz. Aile hekimlerine ve aile sağlığı elemanlarına asgari ayda 16 saat nöbet getiriyoruz."

Alıntı:medimagazin.com

Türkiye'de polio alarmı..(2)


17 Ekim 2013 tarihinde Suriye'de 22 akut flask paralizi (ani felç) tanımlandığı "Laboratuvar olarak vakaların doğrulanmasından sonra Suriye'de bulunan sağlık otoriteleri, salgına karşı korunmak üzere 24 Ekim tarihinde 1 milyon 600 bin çocuğu polio, kızamık, kabakulak ve kızamıkçığa karşı aşılama kararı almıştır. Yapılan incelemeler sonunda bu hastaların 10'unda poliovirus tip 1 (çocuk felci virüsü tip1) ortaya çıkmış. Çocuk felci tanısı konulan olguların çoğu, 2 yaş altında çocuklar olup, çocuk felci aşıları bulunmuyordu. Suriye'de devam etmekte olan savaşın sağlık sisteminde de erozyonlara neden olduğu ve toplumun önemli bir kesimine savaş nedeniyle sağlık hizmetinin ulaştırılamadığı da önemli bir gerçektir. Bu nedenle Suriye'de 2010 yılında yüzde 91 olan aşılanma oranının 2012'de yüzde 68'e düştüğü de tahminler arasında bulunmaktadır. Suriye'deki çocuk felci salgını ve olası diğer enfeksiyon hastalıkları diğer Ortadoğu ülkeleri için bir tehdit oluşturmaktadır. Çok sayıda Suriye vatandaşının komşu ülkelere sığınması, mültecilerin temel sağlık durumlarının bilinmiyor olması mültecileri kabul eden ülkelerde de önemli sağlık sorunları açısından risk oluşturmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü, çocuk felcine karşı önlem olarak başta Lübnan, Ürdün, Türkiye, Mısır, Irak ve Filistin olmak üzere Kasım ayı itibariyle en az 6-8 ay sürmesi gereken geniş aşılama kampanyası önermektedir.

Sağlık Bakanlığımız bu öneriyi gözönüne alarak Suriye'den gelen mülteci çocukları ile sınır illerimizdeki 0-59 arası yaş bütün çocuklara Şırnak, Şanlıurfa, Mardin, Kilis, Gaziantep ve Hatay illerimiz ile Adana ilimizde 2 tur halinde OPA uygulanmasını kararlaştırmıştır.

Uzmanlar, mültecilerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde yeni doğan bebeklerin bulunduğu ailelere de aşı yapılması gerektiğini belirtmişlerdir. Öncelikli olmak üzere başta çocuk felci aşısının 5 yaş altındaki çocuklara ek doz olarak yapılması, bunun yanı sıra yeni doğan ve henüz aşıları yapılmamış bebekleri koruyabilmek için bu bebeklerin olduğu evlerde yaşayan erişkinlerin de aşılanması gerekmektedir. Henüz aşılanmamış bebeklerin korunması ancak ebeveyn aşılaması ile mümkün olabilecektir.

Erişkinler :
18 yaş ve daha büyük birçok erişkin, çocukken aşılandıkları için çocuk felci aşısına ihtiyaç hissetmezler. Fakat bazı erişkinler yüksek risk altındadır ve bunlar için çocuk felci aşılaması düşünülmelidir:
(1) çocuk felcinin sık görüldüğü yerlere seyahat edenler,
(2) çocuk felci virüsüyle temas edebilecek laboratuar çalışanları ve
(3) çocuk felci olabilecek hastaları tedavi edecek sağlık çalışanları.
Bu üç grupta olupta çocuk felcine karşı hiç aşılanmamış olanlara 3 doz IPV yapılmalıdırlar :
İlk iki doz 1-2 ay arayla, Üçüncü doz ikinciden 6-12 ay sonra.
Bu üç gruptaki erişkinlerden geçmişte çocuk felci aşısının 1 veya 2 dozunu almış olanlar geriye kalan 1 veya 2 dozu da almalıdırlar.

Şu an piyasada özellikle büyüklere yapabileceğimiz tekli IPV polio aşısı yoktur. Adacel Polio adında kas içi yapılan dörtlü bir aşı bulunmaktadır. Bebek ve çocuklara kullandığımız OPV aşısının erişkin dozları hakkında bilimsel yayınlarda bilgiye rastlanılmamakla beraber iki damla olarak verilmesi yeterli görülmektedir. İnaktive çocuk felci aşısı öldürülmüş çocuk felci virüslerini içerdiği için felce yol açmaz. Kas içi yapılır. IPV aşısı çok güvenilir bir aşıdır; şu ana kadar hiç ciddi yan etki bildirilmemiştir. OPV canlı zayıflatılmış çocuk felci virüslerini içermektedir. Özellikle ilk dozlarda olmak üzere 720.000 dozda 1 çocukta aşıya bağlı felce neden olabilmektedir. OPV aşısı toplumsal bağışıklığın sağlanmasında önemli bir rol oynadığı için kullanılması gerekmektedir. Aşıya bağlı riski önlemek için özellikle ilk iki dozda IPV daha sonraki dozlarda OPV kullanılması önerilmektedir.

ADACEL POLIO, en az 3 yaşındaki çocuklar, ergenler veya yetişkinler içindir. 3 yaşın altındaki çocuklar için uygun değildir. Bu aşı üç yaşından itibaren çocuklarda, ergenlerde ve yetişkinlerde difteri, tetanoz, boğmaca (pertusis) ve çocuk felcine (polio) karşı korunmayı desteklemek üzere kullanılmaktadır. İlk aşılama için kullanılmaz. Tüm yaş gruplarına 0,5 mL'lik tek bir doz kas içi uygulanır. ADACEL POLIO almadan önce sizin veya çocuğunuzun difteri, tetanoz ve çocuk felci aşılarının ilk aşılamalarını tam olarak almış olması gerekmektedir.

Savaşta ölen ve yaralanan insanlara , salgın hastalıkların yarattığı ölüm ve sakatlık durumlarına mı üzüleceksin, savaştan hiçbir çıkarı olmayan ülkemin insanlarının , bebe ve çocuklarının girdiği riski mi düşüneceksin ? Biz yıllarca ülkemizde polio ve kızamık eradikasyonu çalışmalarını başarı ile yaptık. 21 Haziran 2002 tarihinde Kopenhag'da düzenlenen Avrupa Bölgesi Polio Sertifikasyon Komisyonu toplantısında ülkemizin de içinde bulunduğu DSÖ Avrupa Bölgesi'nin poliomyelitten arındırıldığı belgelendirilmişti. Şimdi vahşi mi, yahşi mi olacağı bilinmeyen virüslerin yaratabileceği salgınlar karşısında tekrar tetikte olacak, eradikasyonunu sağladığımız bir hastalığın kızamık gibi vaka artışını engellemek için kampanyalar yapmak zorunda kalacağız. Bu kadar emek ve masrafın karşılığını kim ,nasıl ödeyecek ?

Suriyedeki savaşa destek verenler, kışkırtanlar, yardım edenler için belki bu dünyada bir ceza bulunamayacak ve verilemeyecektir ama bunun sorumluları ergeç bir yerlerde hesabını vereceklerdir.

Dr. Recep KOÇ
İSTAHED Hukuk komisyonu

Alıntı:İSTAHED

Menemen Devlet Hastanesi'nde acil servis hekimine saldırı


Edinilen bilgilere göre, bir hafta önce acil servise gelen ve ortopedi servisine yatmak isteyen Y.K'nın (18) bu talebi nöbetçi doktor Ali Rıza Deniz tarafından gerekli görülmediği için reddedildi.

Doktor Deniz ile hastanenin güvenlik görevlilerine küfür ettiği ve tehditler savurduğu öne sürülen Y.K, polis tarafından gözaltına alındıktan sonra savcılık tarafından serbest bırakıldı.
Bir hafta sonra nöbeti bitiminde doktorun otomobiline doğru koşarak elindeki bıçağı fırlattığı iddia edilen Y.K, aynı günün akşamı bir daha hastaneye geldiğinde gözaltına alındı. Y.K. sevk edildiği mahkemece tutuklandı.

Doktor Ali Rıza Deniz, konuyla ilgili yaptığı açıklamada, pazar günü sabah saatlerinde Menemen Devlet Hastanesi acil servisine gelen Y.K’nın burada güvenlik görevlilerine ve kendisine yeniden küfür ederek tehditler savurduğunu belirterek, şunları söyledi:

"Bir hafta önceden gelen husumetle pazar sabahı ben nöbetçiyken acil servise yeniden geldi. Güvenlik görevlileri ve bana küfür edip tehditler savurdu. Sonra güvenlik güçleri gelmeden kaçtı. Nöbetimin bitiminde hastane güvenliği nezaretinde aracıma bindim ve evime gitmek için yola çıktım. Hastaneden 100 metre ileride kaymakamlık lojmanının önünden geçerken yola çıkarak üzerime koştuğunu gördüm. Hızlanarak solundan geçerken elindeki bıçağı bana fırlattı. Şans eseri bıçak arka cama isabet etti. Camı kırarak arka koltuğa düştü. Polise haber verdim. Şahıs polis gelene kadar kaçtı. Akşam saatlerinde bir daha hastaneye gelmiş ve ‘Doktoru bıçaklamaya, deşmeye geldim’ diye bağırmış. Hastane polisi hemen gözaltına almış.”

"HER AY BİN SAĞLIK ÇALIŞANI ŞİDDETE MARUZ KALIYOR”


İzmir Tabip Odası Genel Sekreteri Dr. Mete Güzelant, AA muhabirine yaptığı açıklamada, resmi verilere göre ayda bin sağlık çalışanının şiddete maruz kaldığına işaret ederek "Bunun bir parçası olarak Ali Rıza Deniz arkadaşımız da böyle bir saldırıya uğradı. Bir hekimin bir hastaya 'Polikliniğe git' demesinin karşılığı bu değil. Küfür, hakaret, bıçak çekme ve öldürmeye teşebbüs olmamalı. Hastane acillerinde acil olmayanların çoğunlukta olduğu bir yapı var. İşini erken halletmek isteyen veya 5 lira katkı payı vermek istemeyen acilden giriyor. Buradaki karmaşada gerçek aciller gözden kaçıyor. Bu tip şiddet olaylarında artışların yaşanma sebeplerinden biri de bu. Böyle şiddet olaylarının faillerine verilebilecek en büyük cezanın verilmesi ve bu tip olayların önüne geçilmesini istiyoruz” diye konuştu.

Alıntı:AA

Pratisyen hekimler , aile hekimi olduktan sonra halk tarafından muhatap alındı

Dr. Şevki Gülay, Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nun pratisyen hekimlerin kale alınmazken, aile hekimliği sayesinde halkla birebir muhatap haline geldiğini söylediğini iddia ederek tepki gösterdi.

Türkiye’de hekimliğin tarihi sürecinde hep pratisyen hekimlerin olduğunu ve olmaya da devam ettiğini belirten Gülay, “Geçtiğimiz günlerde Sağlık Bakanımızın bir sözü medyada yer buldu. Bakanımızın ‘yaklaşık 22 bin aile hekiminin daha önce pratisyen doktorken halk tarafından muhatap alınmadığını, aile hekimi olduktan sonra muhatap alınır hale geldiğini’ söylediği yazıldı. Tüm pratisyen hekimler bu ifadeyi okuduktan sonra inanmak istemedi. Bunu ‘Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanı söylemiş olamaz’ diye düşündük. Bakanımız değil de bir başkası söylemiş olsa bakanımızın karşı çıkıp düzeltmesi gereken bir ifadeyi ne yazık ki bakanımız bizzat kendisi söylemişti. Türkiye’de hekimliğin tarihi sürecinde hep pratisyen hekimler olmuştur ve olmaya devam edecektir. Geçmişten günümüze pratisyen hekimler Türk sağlık sistemi içerisinde çok önemli ve ağır görevleri başarıyla yerine getirmişlerdir. Bu görevleri yerine getirirken de asla halkımız tarafından ‘muhatap alınmama’ gibi bir durumla karşılaşmamışlardır. Tam tersine pratisyen hekimler sağlık sisteminin halka en yakın noktasında olmuşlar ve halkla en çok muhatap olunan bir konumda yer almışlardır” dedi.

Geçmişte ve halen acillerin hemen hemen hepsinde görev yapan binlerce pratisyen hekimlere çok yoğun hasta müracaatlarının olduğunu ifade eden Gülay, “Bu hastaların yüzde 80 kadarı poliklinik hastasıdır. Bu insanlar değer vermedikleri, muhatap almadıkları için mi bu kadar acillere başvurmaktadır? Halkımıza yönelik koruyucu sağlık hizmetlerinin hemen tamamı birinci basamak ve pratisyen hekimlerce yürütülmüştür ve yürütülmektedir. İnsanımızın birçoğu ‘doktorum bizi hastanelere gönderme. Sorunumuzu sen çöz’ ifadesini bizlere kullanırken muhatap almadıkları için mi böyle söylemektedirler? Aile hekimliği birinci basamak modelidir. Bizler de bu modeli savunuyor ve daha iyiye gitmesi için çaba sarf ediyoruz. Ancak Türkiye’deki aile hekimlerinin çok az bir kısmı hariç tamamına yakını pratisyen hekimdir. Bizlerin aile hekimliği bir tek kağıda atacağımız imza ile son bulabilir. Bakanımızın ifadesi bize göre, ne kadar acıdır ki şahsi düşüncesidir. Halkımız kesinlikle bu görüşte değildir. Bu ifade Bakanımızın birinci basamağı, pratisyen hekimliğini doğru anlamaktan ne kadar uzak olduğunun göstergesidir. Şimdi halkımıza soruyorum, aile hekiminizi tanıyorsunuz. Hekiminiz aile hekimliğini bırakırsa o kişiyi artık muhatap almaz mısınız? Acil servislere gittiğinizde ‘bana pratisyen hekim bakmasın’ der misiniz? Bakanımızın ifadelerini tekrar değerlendirmeyi öneririm. Hele de Türkiye’nin sağlığının başındaki kişi olarak buna mecburdur” diye konuştu.

Alıntı:medimagazin.com

Pratisyen aile hekimlerini Yıldırım Beyazıt Üniversitesi eğitecek

Sağlık Bakanlığı ile protokol imzalayan Yıldırım Beyazıt Üniversitesi aile hekimlerine yönelik eğitim programı hazırladı. Uzaktan eğitim yöntemiyle Türkiye genelinde 22 bin aile hekimine eğitim veren Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, tıbbi ürün tanıtım elemanlarına da eğitim vermeye hazırlanıyor.

Uzaktan eğitim hizmetlerine ciddi anlamda yatırım yaptıklarını söyleyen Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. S. Yavuz Sanisoğlu, yürüttükleri çalışmalarla Türkiye'de uzaktan eğitim veren birkaç üniversiteden bir olmayı başardıklarını belirtti.

Prof. Dr. Sanisoğlu, "Uzaktan eğitim için stüdyolar kurduk. Prodüksiyonları kendimiz yapabilmek için teknik alt yapı oluştururken, yeni bir ekip kurduk. Çeşitli branşlardan hocalardan oluşan dersleri hazırlayan ayrı bir ekip daha oluşturduk. Bununların sonunda tüm aile hekimleri aynı anda sisteme giriyorlar ve hiçbir problem yaşamdan eğitimlerini alabiliyorlar. Bunların hepsi yaklaşık 1 milyon TL'lik bir yatırımı kapsıyor" dedi.

22 bin aile hekimi 1 yıl boyunca eğitime tabi tutulacak
Sağlık Bakanlığı ile birlikte yürüttükleri proje kapsamında 22 bin aile hekimine uzaktan eğitim yöntemi ile eğitim verdiklerini kaydeden Prof. Dr. Sanisoğlu, şunları söyledi:

"22 bin aile hekimine 3-4 yılda aldıkları eğitimi biz bir yıl gibi kısa bir sürede uzaktan eğitim ile vereceğiz. Aile hekimlerinin uzmanlıkları sırasında almış oldukları derslerinin daha fazlasını vermeye çalışıyoruz. Şuana kadar 135 konuda ders verdik, elimizde bekleyen bir 30 tane daha konu bulunuyor, bunları da önümüzde ki dört ay içerisinde yayınlayacağız. Eğitimi tamamlayan aile hekimlerimiz sınava tabi tutulacak ve sınav sonucuna göre önümüzdeki süreçte neler yapılacağına bakanlık karar verecek."

2014 yılında 20 bin beşeri tıbbi ürün tanıtım elemanı eğitilecek

Üniversiteleri ile Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu (TİTCK) arasında imzalanan protokol ile Beşeri Tıbbi Ürün Tanıtım Elemanlarına (ÜTE) yeterlilik eğitimi verilmesi ve yeterlilik sınavı yapma yetkisinin üniversitelerine verildiği bilgisini veren Prof. Dr. Sanisoğlu, "Üniversitemiz tarafından 2014 yılı içerisinde Ocak, Nisan, Temmuz ve Ağustos aylarında 4 dönem halinde ÜTE yeterlilik eğitimi verilecek ve yeterlilik sınavları yapılacaktır. Proje kapsamında halen ÜTE olarak çalışan ya da ÜTE olarak çalışmak isteyen kişilere yönelik olarak 70 dersten oluşan uzaktan eğitim ile internet üzerinden yeterlilik eğitimi verilecektir. Yaklaşık 20 bin müracaatın yapıldığı eğitimin sonunda yeterlilik sınavı, 2014 yılı içerisinde Ankara ve İstanbul illerinde gözetmenli olarak yüz yüze sınav şeklinde yapılacaktır" dedi.

Yıldırım Beyazıt Üniversitesi araştırma üniversitesi

Yıldırım Beyazıt Üniversitesi'nin kuruluş amacının bir araştırma üniversitesi olduğunu hatırlatan Sanisoğlu, bu bakımdan Ankara'da ki diğer mevcut üniversitelerden farklılık gösterdiklerini vurguladı. Farklılıklarının lisansüstü öğrencilerinin olması ve araştırma üniversitesi olmaları olduğunu anlatan Prof. Dr. Sanisoğlu, "Üniversitemiz araştırmaya yönelik bir üniversite, kamu ve özel sektör ile yakın işbirliği içerisindeyiz.  Çünkü bunlar biz hedeflerimiz arasındaydı. Tabi biz birçok konuda projeler yaptık. Milli Eğitim Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve Kalkınma Bakanlığı ile protokollerimiz var.  Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile çalışmalarımız var. Aileye ve kadına yönelik ciddi projelerimiz var"diye konuştu.

Eğitim linki:  http://ahuzem.ybu.edu.tr/

Alıntı: medimagazin.com

20 Kasım 2013 Çarşamba

İlaçta kalite düşüyor

Bilkent Otel'de gerçekleştirilen Türk Eczacılar Birliği 39. Olağan Büyük Kongesi'nde yapıldı.
Türk Eczacıları Birliği Merkez Heyeti Başkanı Erdoğan Çolak, ilaçta kalitenin düştüğü iddialarına ilişkin olarak, "Sağlık Bakanlığını ilaçların kalitesi, iyi üretim uygulamalarına uygunluğu, biyoyararlanım, biyoeşdeğerlik denetimlerinin yapılması için acilen göreve çağırıyoruz" dedi.

İlaçta bir bulunabilirlik ve kalite sorunu yaşadıklarını anlatan Çolak, bunda ilaçları sadece bir meta olarak gören, ilaçlara sağlık ürünleri değil, ticari ürünler olarak yaklaşan ilaç firmalarının da büyük sorumluluğu olduğunu söyledi.

Gelinen noktada, ilaç fiyatlarına son 10 yılda 294 kez indirim geldiğini hatırlatan Çolak, hükümetin ilaçta tasarrufun bir yöntemi olarak ortaya sürdüğü global bütçenin, herkesi etkilediğini, ancak ilaç şirketlerinin bu etkiyi en aza indirmek için eczacılara, yani ürettikleri ürüne değer kazandıranlara yöneldiğini, ticaret hukuku teamüllerini bir kenara atarak ticari iskontoları geri çektiklerini ve zarardan kar etmeyi seçtiklerini kaydetti.

İlaçların kalitesinin düştüğü iddiası

İkinci bir konunun da en az ilacın bulunabilirliği konusu kadar vahim olduğunu dile getiren Çolak, şöyle devam etti:

"Dün Türkiye'nin en büyük ilaç şirketlerinden birisinin Yönetim Kurulu Başkanı fiyatlandırma ve kur politikası nedeniyle ilaçların kalitesinin de düşmekte olduğunu, ilaç etken maddesini alınması gereken yerden değil, daha düşük kaliteden satandan aldıklarını, kalite düşünce ilacın tesirinin azaldığını, eskiden problemli ilaçların oranının yüzde 1 iken şimdi yüzde iki olduğunu açıkladı. Bunlar yabana atılır ifadeler değil, üzerinde ciddiyetle durulması ve düşünülmesi gereken sözler. Durum bu ise biz üzerimize düşeni buradan yüksek sesle dillendirmek istiyoruz: Sağlık Bakanlığını ilaçların kalitesi, iyi üretim uygulamalarına uygunluğu, biyoyararlanım, biyoeşdeğerlik denetimlerinin yapılması için acilen göreve çağırıyoruz. Bunun da ötesinde, ilaç fiyatlarındaki düşüşlerin ne boyutlara varabileceği, ne sonuçlar doğurabileceği gerçeğini görerek ne kaliteden, ne bulunabilirlikten ödün vermeden ilaç piyasasının yeniden düzenlenmesi konusunda bir irade bekliyoruz. Başta sabit döviz kuru olmak üzere, ilaç fiyatları ve kamu kurum iskontoları mutlaka yeniden düzenlenmelidir. Bu adımlar sürdürülebilir bir ilaç ve eczacılık hizmeti için atılması zorunlu adımlardır"

Bazı ilaçların genel sigorta kapsamından çıkartılması

Son günlerde gündeme gelen, 2008 itibariyle Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nda yer alan tamamlayıcı sağlık sigortası konusuna değinen Çolak, "Bizler ilacın gerekli, çok gerekli, az gerekli gibi sınıflara ayrılmasına da, iki farklı sigorta sistemi ile başa çıkmak zorunda bırakılmaya da itiraz ediyoruz. Ayrıca mikropların olduğu kadar sağlığın da kapısı olan ağız ve diş sağlığının tamamen genel sigorta kapsamına alınmasını ve diş hekimlerimizin serbest eczaneler gibi kamuyla anlaşma yapmasını beklerken bunların tamamlayıcı sigorta kapsamında değerlendirilmesini de hasta sağlığı açısından son derece yanlış buluyoruz" dedi.

"Bütçeden şikayetçiyiz"

Bütçenin halktan "ilaçların aşırı kullanımı, tedavi masraflarını gereksiz şişiren muayeneler gibi unsurlarların sağlık giderlerimizi artırıyor" yönünde şikayeti olduğunu belirten Çolak, şöyle devam etti:

"Bütçe halktan şikayetçi ama biz de bütçeden şikayetçiyiz. Bir kere ilaç giderlerini en baştan sabitleyen global bütçe uygulamasında ilaç şirketlerinin zararlarını eczacıların cebinden karşılamak için ticari iskontoları kaldırmasından ve stok zararlarını ödememesinden şikayetçiyiz. İkincisi, ilaç fiyatları sürekli ucuzladığı için piyasaya ilaç sürülmemesinden şikayetçiyiz. Üçüncüsü, bu fiyatlar karşısında eczacıyı korumak için yeterli olacak önlemlerin alınmamasından, eczane yaygınlığının sağlığın korunmasının bir güvencesi, eczacının da sağlık sisteminde işbirliği yapılması gereken bir partner olarak görülmemesinden şikayetçiyiz."

Alıntı: medimagazin.com

Yoklama ve 50-d üzerine...


Gezi Parkı olaylarında gençlerin mesajını alan(!) iktidarın önlemleri devam ediyor... 12 Eylül askeri darbesinin ürünü YÖK’ün disiplin yönetmeliğinde yapılan değişiklik uyarınca üniversitede bildiri dağıtan okuldan uzaklaştırılacak. Hakkındaki soruşturma bitene dek de dönüş yok. Bildiri yemek ya da harçlarla ilgili olsa bile.

Değişikliklerin mantığı orta öğretim yönetmeliklerine de yansımış durumda. Örneğin bundan böyle mazeretsiz olarak iki gün üst üste okula gelmeyen öğrencinin kapısına sınıf öğretmeniyle birlikte muhtar dayanacak. Devamsızlık yapan öğrencinin velisini uyarmak tamam da muhtarın işlevini anlamak zor..Üstelik de internet ya da cep telefonundan mesaj gibi çağdaş yöntemler varken ve uygulanırken...
Bu gelişmelerin birbirinden bağımsız düşünülemeyeceğini savunan Eğitim-Sen Genel Başkanı Ünsal Yıldız, “Gezi” sendromu yaşayan iktidarın, öğretmen ve öğrencinin yanı sıra veli üzerinde oluşturacağı baskıyla bir kontrol toplumu yaratmak istediğini söylüyor..

Binlerce soruşturma

Yıldız’a göre bu korku ve baskının asıl göstergesi okul yöneticileri ve öğretmenler hakkında süren soruşturmalar. Çünkü; sadece Ankara’da soruşturma geçiren öğretmen sayısı bini geçmiş durumda. Binlercesi de yolda. En vahimi de gençler hakkında işlem yapılmayacak denilmesine rağmen, okul idarecileri ve öğretmenlere yöneltilen “Neden cezalandırmadınız” sorusu. Bu soruya muhatap kalan bir Anadolu Lisesi müdürünün görevinden alınarak öğretmen olarak başka bir okula sürgün edildiğini belirten Yıldız, “Demek ki, bu sözler o günü rahatlatmak için söylenmiş” diyor. Soruşturmalar ve yöneltilen sorular nedeniyle bütün öğretmenlerin psikolojilerinin altüst olduğunu belirten Yıldız, şöyle devam ediyor:
“Çünkü sadece suçlananlar değil, o okuldaki diğer öğretmenler de ifadeye çağrılıyor. Onlara da soruşturma geçiren öğetmenlere yönelik suçlamalar anlatılarak, siz ne diyorsunuz, bilginiz var mı? diye soruluyor. Herkes birbiriyle ilgili ifade vermekte zorlanıyor. Açıkçası okulda terör estiriliyor.”

Dişlerimizi sıkıyoruz

Uyurken diş sıkma hastalığı olarak bilinen Bruksizm, sıkıntı, öfke ve çatışmanın bedendeki yansıması. Ve huzursuz yaşamın işareti. Belirtisi, sabahları çene ve diş ağrısıyla uyanmak. Önlem alınmadığı takdirde de dişlerde hasardan çene kemiği ve eklem kayıplarına kadar ciddi riskler sözkonusu. 

Bruksizmin baş nedeni ise stres... İş ya da evdeki olumsuzluklar, ekonomik sorunlar, trafik, sınav kaygısı...
Nedense(!) son dönemde ülkemizde çok yaygın. Bu konuda sağlıklı bir istatistiki veri yok ama, dişçilere gelen şikayetlerin başında bu var. Diş hekimi Prof. Haşim Gür şöyle diyor:
“Her dönemin stres faktörü farklı. Eskiden döviz kurlarındaki dalgalanmalar etkilerdi, şimdi de yüksek çalışma temposu, zorlaşan geçim ve çıldırtan trafik ön sıralarda. Hastalığın etkisi kişiden kişeye değişiyor. Çünkü herkesin çene kası ve dolayısıyla sıkma gücü farklı. Ancak, çeneye binen yükün kolumuzla bile zorla kaldıracağımız ağırlıkta olduğunu söyleyebiliriz.”


 Üniversite asistanlarının (araştırma görevlileri) doktoralarını tamamlamalarının ardından işten atılmalarına yol açan 50d maddesi can yakmaya devam ediyor. Güya bilimsel kaliteyi yükseltmek amacıyla YÖK tarafından savunulan 50d maddesi en nitelikli asistanların siyasi amaçlarla tasfiyesi için kullanılıyor.

  Son dönemde Sinop ve Mersin’de yaklaşık 10 bin megavat gücünde iki enerji santrali için anlaşmalar yapıldı ve tartışmalar hızlandı. Genel olarak tartışmaların ekseni çevresel sebeplerden dolayı santrallerin yapılıp yapılmaması durumu. Santralin yapılıp yapılmaması ayrı bir tartışma konusu. Ancak ihtiyacımıza cevap verip vermediği hiç gündeme getirilmiyor. 

Alıntı: Tunca Belgin/ Milliyet

Türkiye'de polio alarmı verildi mi?



İTO yöneticilerinden ve Birgün gazetesi yazarı Dr. Osman Öztürk'ün yazısı:

Türkiye Halk Sağlığı Kurumu,  6 Kasım’da Sağlık Bakanlığı’na müracaat etmiş.


Özetle…


Ülkemizde son polio vakası 1998’de görülmüştü.


Dünya Sağlık Örgütü, 29 Ekim 2013’te, Suriye’de polio virüsünün varlığını ve buna bağlı vakalar olduğunu açıkladı.


Ülkemiz poliovirüs importasyon riski altındadır.


Şırnak, Şanlıurfa, Mardin, Gaziantep, Kilis, Hatay ve Adana’da tüm nüfusa…
 

Ayrıca…
Suriyelilerin yerleştirildiği Malatya, Osmaniye, Kahramanmaraş ve Adıyaman’da, kamplardaki Suriyeli çocuklara da…
 

İlaveten…
Kamp dışında yaşayan Suriyelilerin bulunduğu tüm illerdeki Suriyeli çocuklara…
İki tur aşı yapılacaktır.
 

8 Kasım’da da Valiliklere yazı…
Bu on bir ilin haricinde kamp dışında yaşayan Suriyelilerin bulunduğu bilinen tüm illerde 0-59 ay yaş grubu Suriyeli ve diğer yabancı uyruklu (Afgan, Somalili, vb.) çocukların bulunduğu bölgeler tespit edilip, bu yerlerdeki kendi vatandaşlarımız da dahil olacak şekilde, aşı uygulanması.
 

Yani?..
 

Polio alarmı!..

Polio, çocuk felci yani.
 

Mecburi hizmet yıllarımda, Antep’in köylerinde ayaklarını sürüyerek yürüyenlerin çokluğunu görünce anlamıştım ne kadar yaygın olduğunu.
Nasıl olmasın ki?..
Aşıyı dirhemle verirdi Sağlık Müdürlüğü.
Vermeden önce de yazı gönderirdi…
İhtiyacınızı, sadece 0-12 ay arasındaki çocuklara aşı yapılacak şekilde hesaplayıp gönderin…
Bir yaşını geçmiş çocukları kaderlerine terk edin!..
Aynen böyle yazarlardı.
Ben, söyledikleri hesabı yapar, sonra ikiyle çarpar, aşılarımı kavga dövüş alır, bütün köyleri dolaşırdım.
Bizimkiler bitince, aşı aracını bırakmaz, doktoru olmayan komşu sağlık ocağının köylerine de giderdim.

"Gene de korktuğumun başıma gelmesinden kaçamadım.
İki yaşındaydı…
İlkin, iki gün önce getirmişlerdi muayeneye.
Ateş, öksürük, nezle, grip, soğuk algınlığı…
Çocuk felcini de düşünmüş, aşılarını sormuş, kas muayenesini yapmış…
Bulgular normal çıkınca ateş düşürücü, ağrı kesici şuruplar vermiştim.
(Köyün varlıklılarından olan aile, benim toyluğuma güvenmemiş olacak, bir de Antep’te bir çocuk doktoruna götürmüş…
O da aynı teşhisle benzer ilaçları yazmıştı.)
Ve o küçücük beden, şimdi karşımda biçare yatıyor, ateşler içinde yanıyor, kasları artık tutmuyor, nefes alabilmek için çırpınıyor, kıvranıyordu.
Çocuk felci!..
Önce Antep’e, oradan yoğun bakım için Adana’ya...
Birkaç gün sonra da kötü haber.
Ne zaman polio bahsi geçse, acısı aklıma düşer hâlâ."


Çok değil bir süre sonra bizler de bu hikayelier anlatacağız. Nasıl bugün bir ''kızarıklık- döküntü - ateş''görsek aklımıza kızamık geliyorsa yarın öbür gün de benzer şeyler aklımıza gelecek. Geçen haftalarda bir arkadaşımız facebook'da yazmıştı galiba. Garip bir ÜSYE salgını var, ishalli kusmalı diye. ''O ne biçim ÜSYE ''diyenler ''adenovirüstür'' diye düşünenler oldu. Adenovirüslere rotalara alışmıştık, onların klinik tablolarını öğrenmiş müdahale etmeyi biliyorduk. Ama arkadaşlarımız bu başka görünüyor dediğinde aklımıza da bunlar geldi. Ama sonra geçen hafta bir haber düştü. Suriye'de çocuk felci, Dünya Sağlık Örgütü komşu ülkelerde aşılama kampanyası başlatıyor. http://www.trthaber.com/haber/dunya/unicef-tarihteki-en-buyuk-kampanyayi-baslatti-107732.html bakın haber TRT'de.

Cumartesi günü Suriye sınırından yakın zamanda dönmüş halk sağlığı uzmanı bir arkadaşımla sohbet ederken bir ışık yandı:

''Bu garip virüs polio olmasın''.

Olabilir olmayabilir ama aklıma düşen bu sorunun nedeni içine düştüğümüz dünya. Yanı başımızda bir ülke 15.000 hekimi ülkeyi terk etmiş ve bizim ülkemiz o ülkeye ilaç değil başka başka şeyler taşıyor. İleri demokrasi... Doğru ya belki ileri demokrasi taşıyoruzdur, demokrasinin beşiği İngiltere'nin zamanında bizim ülkemize taşımaya çalıştığı gibi ya da yakınlarda Irak'a taşıdığı gibi. Çocuk felcinin aynen bizim ülkemizde olduğu gibi 10 yıldan uzun süredir görülmediği Suriye'de çocuklar kızamıktan sonra çocuk felcinden de ölmeye başladılar. Virüs vize tanımıyor hele ki sınırlarınız Keşmir eyaletine dönmüşse. Bu sene gelen ÜSYE'lerimde kızamık bakıyorum çocuğun çevrede viral hastalık var mı, yakın zamanda hastaneye gitmiş mi filan. Kendimce bir eylem planım var. Kızamığa alıştık şimdi çocuk felcine alışacağım.


Ateş... öksürük... burun akıntısı... ishal, karın ağrısı. Polio olabilir arkadaşlar ya da çocuk felci.Benim gibi 90 sonlarında mezun olmuşlar için 4. sınıf pediatri sözlü sorularında kalmış bu hastalıklar gündelik polikliniğimize girdi. Şimdi bunlar hep politikaya giriyor diye, Suriye'de ve Türkiye'de o çok sevdiğim Beyrut'da çocuklar bebekler ölsün diye mi susacağız. Buna karşı çıkmak politika, bu durumu dillendirmek düşmanları sevindirmek mi olacak. Kahrolsun diye diye ben kahroluyorum.

İşin komiği bizim bakanlığımız yine bildiğini okuyor, DSÖ tüm komşu ülkere derken, sanki 63 Urfa bir ülke, 64 Uşak başka bir ülkeymiş gibi aşılamaya Suriye'ye sınırı olan illerimizde başlatıyor. Bir an sınır iller mantıklı gelyor insana ama misafir hasta sayısı kayıtlı nüfusundan fazla olan bizler için virüsün de insanların da Urfa'dan hiç ayrılmayacağını düşünmek tam bir saçmalık olur.Galiba hemen şimdi hepimizin yapması gereken tüm bebeklerimizi ve 4-6 yaş arası çocuklarımızı acilen oral polio aşısı ile korumak ya da korumaya çalışmak.




Giren çıkanın belli olmadığı, kevgire dönmüş dokuz yüz kilometrelik bir sınır…
Zaten yıllardır ihmal edilmiş, aile hekimliğine geçince hepten parçalanmış koruyucu sağlık hizmetleri…
Bütün başarısı kâğıt üzerinde kalan aşılama çalışmaları…
Ve…
Kökü kazındıktan on beş yıl sonra, çocuk felci kapımızda!..
Belki de çoktan girdi bile içeri...
Şehirlerimizde, köylerimizde, sokaklarımızda, okullarımızda dolaşıyor.
 


Son söz…


AKP’nin sağlık politikalarını her eleştirdiğimizde papağan gibi aynı sesleri çıkaran “Sen öyle diyorsun ama, vatandaş memnun şekerim”cilere…
Siz hiç poliodan ölen çocuk gördünüz mü?..
Ben gördüm.
Çok kötü oluyor.

Ben yukarıdaki hikayeyi anlatmak istemiyorum. Ateş, öksürük, burun akıntısı, karın ağrısı... rota olsun arkadaşım. Kızamık dördüncü sınıf sözlü anılarımdan silindi, çocuk felci orada eski okul anılarında kalsın yeri orası.

Ben bu hikayeye hazır olmak istemiyorum.

Alıntı: doktoraktüel.com- Birgün.net

Sağlık Personeline Şiddette Cezaevi Yolu Görünüyor...


İZMİR TABİP ODASI'NDAN...


İzmir Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesinde görev yapan bir meslektaşımız, 28.09.2010 tarihinde, hasta yakınının fiili saldırısına uğramış ve meslektaşımızın kolu kırılmıştı.
Oda’mız Hukuk Bürosu tarafından takip edilen hukuksal süreç sonunda, sanığın kamu görevlisine karşı kasten yaralama suçundan 1 yıl 13 ay hapis cezası cezalandırılmasına karar verilmiştir. Cezanın miktarı açısından sanık hakkındaki ceza paraya çevrilmemiş ve ertelenmemiştir.

Bu karar sanık tarafından temyiz edilmiş ancak Yargıtay 3.Ceza Dairesi sanığın temyiz gerekçelerini kabul etmeyerek kararın onanmasına karar vermiştir. Dolayısıyla sanık hakkında verilen 1 yıl 13 ay hapis cezası kesinleşmiştir.

Bu kişinin cezası infaz edilecek olup infaz sistemimizdeki düzenlemeler gereği bu kişinin yaklaşık 14-15 ay cezaevinde kalması beklenmektedir.

Hekime şiddet olgusunun her geçen gün arttığı bu dönemde; hekime şiddetin cezasız kaldığı algısının değişmesi açısından bu kararın önemli olduğunu düşünüyoruz.

Hekime şiddete karşı mesleki ve hukuksal mücadelenin önemli olduğu bir dönem yaşıyoruz. Bu nedenle, şiddet olgularında meslektaşlarımızın bu soruna sahip çıkması; mesleki ve hukuksal mücadelenin bir parçası olarak şiddet olgusunun hukuksal zemine taşınması konusunda gerekli duyarlılığı göstermesini ve meslek örgütünü bilgilendirmesini diliyoruz.

Alıntı:  izmirtabip.org

2014 yılı için görevinden ayrılan personele ödenen tazminat miktarı


Kamu kurum ve kuruluşlarında görev yapan personele; emeklilik, toptan ödeme, sözleşmenin feshi, göreve son verme, görevin tamamlanması gibi hallerde, emekli olanlara ödenen tazminat olarak da bilinen, tazminat ödenmektedir.

Bu tazminat hangi personele ödenir?

Söz konusu tazminat;
-657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabi olarak aylık alan personele,
-926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununa tabi olarak aylık alan personele,
-3269 sayılı Uzman Erbaş Kanununa tabi olarak aylık alan personele,
-3466 sayılı Uzman Jandarma Kanununa tabi olarak aylık alan personele,
-2914 sayılı Yükseköğretim Personel Kanununa tabi olarak aylık alan personele,
-2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanununa tabi olarak aylık alan personele,
-399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye ekli (II) sayılı cetvelde yer alan personele
-Kamu kurumlarında işçi olarak istihdam edilenlere

ödenir.


Hangi hallerde ödenir?

Yukarıda belirtilen personelden;

-Emekliliğini isteyen veya emekliye sevk olunanlara,
-Haklarında toptan ödeme hükümleri uygulananlara,
-Emekli iken yeniden hizmete alındıktan sonra cezaen olmamak üzere görevlerine son verilenlere,
-Kendi kusurları olmaksızın sözleşmesi feshedilen veya hizmet sürelerinin bitiminde ayrılan sözleşmeli subay, sözleşmeli astsubay, uzman erbaş ve sözleşmeli erbaş ve erler ile terhis olan yedek subaylara,
-Bu tazminat kapsamında bulunanlardan görevde iken ölenlerin kanuni mirasçılarına

ödenir.


Nasıl hesaplanır?


Bu tazminatın miktarı, 13.558 gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı ile belirlenir.
Bu şekilde hesaplanan tutar üzerinden Damga Vergisi kesildikten sonra oluşacak net rakam, tazminat olarak ödenir.

Örneğin 2013 yılı ikinci 6 ayı için geçerli olan katsayı itibariyle tazminat miktarı net 1.033,23 TL dir. 2013 yılı sonunda enflasyon farkından kaynaklı bir katsayı artışı olmaması durumunda, 2014 yılı sonuna kadar tazminat miktarında değişiklik olmayacaktır.


Tazminatın miktarı kişiye göre değişir mi?

Kamu kurum ve kuruluşlarında görev yapan personele; emeklilik, toptan ödeme, sözleşmenin feshi, göreve son verme, görevin tamamlanması gibi hallerde ödenen tazminatın miktarı personelin hizmet yılına, unvanına veya başka kriterlere göre değişiklik göstermemekte, bu tazminatı hak eden personelin tümü için aynı miktarda ödenmektedir.


Alıntı: memurunyeri.com

5 Kasım 2013 Salı

Çocuğa televizyon karşısında yemek yedirmeyin


Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Raşit Vural Yağcı, televizyon karşısında yemek yedirmenin çocuklarda alışkanlık yaptığını belirterek, "Çocuğu sofradan uzaklaştırır. Eğer yeterli öğünü tüketmiyorsa oyalamak amacıyla yanına bir iki tane oyuncak konulabilir" dedi.

Antalya'da düzenlenen 57. Milli Pediatri Kongresi'ne katılan Prof. Dr. Yağcı, iştahsız olduğu söylenerek doktora götürülen çocukların yüzde 40'ında iştahsızlık sorunu çıkmadığını kaydetti.

İştahsızlığın anneler tarafından yanlış algılandığına dikkati çeken Yağcı, ebeveynlerin yediği porsiyon ile çocukların porsiyonunun aynı olamayacağını söyledi. Çocukların iştahsız olduğunu söyleyebilmek için yetersiz beslenmeye bağlı büyüme ve gelişme geriliği olması gerektiğine işaret eden Yağcı, "Anneler özellikle sabah kahvaltılarında kedi porsiyonu kadar çocuğa yemek yediriyor. Çocuk, karnı ağzına kadar dolduğu için ondan sonraki öğünleri aksatıyor. Bu da çocukta iştahsızlık gibi algılanıyor" diye konuştu.

Yağcı, bir öğünde yiyebileceği kadar beslenen çocuğun diğer öğünleri de atlatmayacağını belirtti.

ONA BU ÖZGÜRLÜĞÜ VERİN

Çocukların yürümeye başladıktan sonra dünyayı keşfe çıktığını ve her şeye dokunarak ağzına almak istediğini anlatan Prof. Dr. Yağcı, "Çocuklar yemeklerini genellikle kendi başına yemeye çalışır. Aileler de buna izin vermez. Bu, çok yanlış bir davranış. Yemeğini kendisi yemek istiyorsa ona bu özgürlüğü verin" dedi.

Annelerin, kendileri yemek yerken çocuklarına da yedirmekten hoşlandıklarını ve "Çocuğum hızlı yesin kendi işime bakayım" diye düşündüklerini dile getiren Yağcı, çocukların ise o hızla yemek yiyemeyeceklerini vurguladı. Çocuğun yemek için 10 dakika değil, 30 dakika hakkı olduğuna işaret eden Yağcı, "Yemek bir seremonidir. Çocuk da 1 yaşından itibaren bu seremoniye dahil edilmelidir. Çocukla konuşarak, oyunlar yaparak yemek yedirilerek yemeği keyifli hale getirmek gerekiyor" diye konuştu.

Çocuklara televizyon karşısında ve oyun oynarken yemek yedirmenin de yanlış olduğuna dikkati çeken Prof. Dr. Raşit Vural Yağcı, şunları söyledi: "Televizyon karşısında yemek yedirmek alışkanlık yapar. Çocuğu sofradan uzaklaştırır. Eğer yeterli öğünü tüketmiyorsa oyalamak amacıyla yanına bir iki tane oyuncak konulabilir. Bu nedenlere rağmen çocuk yemiyorsa hastalık olup olmadığına bakılmalı. Kansızlık, demir ve çinko eksikliği de iştahsızlık nedenleri arasında yer alır. Ailelerin kullandığı iştah açıcı şurupların hiçbir etkisi yoktur."

ZEKA GELİŞİMİ İÇİN DENGELİ BESLENMELİ


Yeterli beslenmenin zeka gelişimi için de önemine vurgulayan Yağcı, bebek doğduğunda beynin 330 gram olduğunu, 3 yaş sonunda ise 1 kiloyu bulduğunu ve bu dönemde de doğru beslenilmesi halinde beynin de geliştiğini kaydetti. Annelerin ek besine çok yüklendiğini ve bu nedenle obez çocukların ortaya çıktığını dile getiren Yağcı, "Ek besinde hızlı hareket etmemek gerekiyor. 6 ve 9 ay arasında anne sütüyle bir ana öğün bir ara öğün yeterlidir. 9 ve 12 ay arasında ise 2 ana öğün bir ara öğün yeterlidir. Bizde 7 aylık çocuğa her şey yediriliyor" diye konuştu.

Alını. ntvmsnbc.com

Kahveci , garson , vs. hastane yöneticisi oluyor


Sağlık sisteminde iki yıl önce başlatılan “özerkleştirme” projesi, ilginç atamalara sahne oldu. Proje kapsamında, Türkiye genelindeki hastaneler, CEO yöntemiyle idare edilmeye başlandı. Ancak, bu sistemle birlikte, görevde yükselme kriterleri de esnetildi. Bu esneme sayesinde ise, garson, fırıncı ve beden eğitimi öğretmeni gibi sağlıkla ilgisi olmayan kişiler hastanelerde üst düzey görevlere getirildiler.

SKANDALLARIN BİR KISMI

Bir süre önce, Manisa’da il ve ilçelerindeki bazı hastanelere, garson ve kahvehaneci gibi sağlık alanıyla ilgisi bulunmayan kişilerin yönetici olarak atandıkları gündeme gelmişti. Söz konusu atamaların devam ettiği öğrenildi. Buna göre, Beden Eğitimi ve Sosyoloji mezunu bazı kişilerin de müdür yardımcılıklarına getirildikleri ifade edildi. Gerçekleştirilen ilginç atamaların bir kısmı şöyle:

Açık Öğretim mezunu olan ve babasıyla kahve çalıştıran S.B. Manisa Devlet Hastanesi idari Mali İşler Müdür Yardımcılığına, Açık Öğretim İşletme mezunu olan ve eşiyle fırın çalıştıran H.S. Ruh Sağlık Hastalıkları Hasta Bakım Hizmet Müdür Yardımcılığı’na, Kıbrıs’ta otelde çalışan A. S. P. aynı hastanede İdari Mali İşler Müdür Yardımcılığına, Açık Öğretim İşletme mezunu E.S. Manisa Devlet Hastanesi İdari Mali İşler Müdürlüğüne, Beden Eğitimi mezunu O.Y. Merkez Efendi Hastanesi Hasta Bakım Hizmetleri Müdür Yardımcılığına, Sosyoloji mezunu Y.Y. Kula Devlet Hastanesi Müdür Yardımcılığına, Beden Eğitimi mezunu S.A. Kırkağaç Devlet Hastanesi İdari Mali İşler Müdür Yardımcılığına.

MEB’DE DE YAŞANMIŞTI


SAĞLIK alanında yaşanan bu skandalın bir benzeri, daha önce, Milli Eğitim Bakanlığı’nda yaşanmıştı. Taraf, geçtiğimiz yıl, bazı okullardaki öğrencilerin, İngilizceyi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü mezunlarından, yapı ressamlığını Almanca öğretmeninden, Matematiği ise Su Ürünleri Bölümü mezunlarından öğrendiğini duyurmuştu.

Alıntı: Taraf/Hüseyin ÖZAY

23 Ekim 2013 Çarşamba

Pratisyen hekimlik kalkıyor...


Sağlık Bakanlığı'nın yaptığı çalışmada önümüzdeki 6 yılda 20 binin üzerinde pratisyen hekim uzaktan eğitimle aile hekimliği uzmanı olacak. Doktorlar teorik eğitimin yanında kamu hastanelerinde 1,5 yıl yarı zamanlı mesleki tecrübelerini artırmak için görev yapacak. Çalışmanın nihai hedefi 2020 yılından gerçekleşecek.

O yıldan itibaren tıp fakültesinden mezun olan bir öğrenci artık mesleğine pratisyen hekim olarak devam edemeyecek. Mutlaka Tıpta Uzmanlık Sınavı'na (TUS) girip bir uzmanlık bölümünü kazanması gerekecek. Bu noktada tıp mezunlarının önünde iki seçenek olacak. Ya diğer uzmanlık bölümlerini seçecek ya da aile hekimliği uzmanlığı eğitimi alacak. 2020'den itibaren aile hekimliği uzmanlığı bölümünü tercih edenler ise uzaktan eğitim yerine fiili asistanlık eğitimi görecek.

İşyeri Güvenliği ve İşyeri Hekimliğinde Son Durum


İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası yürürlüğe girdiği günden bugüne bir yılı aşkın zaman geçti. Bu yasanın kamuoyunda en çok tartışılan tarafı iş güvenliği uzmanı, işyeri hekimi ve yardımcı sağlık personelinin zorunlu olarak istihdamı meselesi. Yasanın getirdiği en önemli yenilik, her işyerinin iş sağlığı ve güvenliği için bu personelleri çalıştıracak olması. Hatta apartmanların bile iş güvenliği uzmanından hizmet alacak olması kamuoyunu epeyce meşgul etti.

Başlangıçta iş güvenliği uzmanlarının sayıca az olması çok sayıda teknik eğitim sahibi kişiyi iş güvenliği uzmanı olabilmek için kurslara yöneltti. Uzman sayısının az olması piyasada uzmanlara yüksek ücretler ödenmesine neden oldu. Özellikle (A) sınıfı iş güvenliği uzmanlarının işyerlerinden ve Ortak Sağlık ve Güvenlik Birimlerinden (OSGB) oldukça yüksek ücretler talep ettikleri görüldü.

Bu durumu engellemek ve gerekli insan kaynağının oluşmasını sağlamak amacıyla iş güvenliği uzmanı, işyeri hekimi ve yardımcı sağlık personeli istihdam yükümlülüğü bazı işyerleri için ertelendi. Bunun yanında iş güvenliği uzmanı sayısının arttırılması için pek çok çalışma yürütüldü. (B) ve (C) sınıfı iş güvenliği uzmanlarının bir üst belge sınıfına belirli bir süre hizmet verebilmelerinin sağlanması ve yine bir yıl içinde 2 kez bir üst belge sınıfına yükselmek için sınav hakkı tanınması gerekli insan kaynağının sağlanması yönündeki çalışmalardı.
Sonuçta yasa ertelenince 1 Ocak 2014 tarihi önem kazandı. Bu tarihten itibaren kamu kurumları hariç tehlikeli ve çok tehlikeli sınıftaki tüm işyerlerinin iş güvenliği uzmanı, işyeri hekimi ve yardımcı sağlık personeli istihdam yükümlülüğü başlayacak.

Önce 2014, sonra 2016...


Şu an için sadece 50 ve üzeri çalışanı olan işyerleri uzman istihdam ediyor. 50’den az çalışanı bulunan çok tehlikeli ve tehlikeli işyerlerinde iş güvenliği uzmanı istihdamı 1 Ocak 2014’de, 50’den az çalışanı bulunan az tehlikeli işyerlerinde ise bu yükümlülük 1 Temmuz 2016’da başlayacak. Türkiye’de toplam 12 milyon 354 bin sigortalı işçinin, 4 milyon 795 bini 50 ve daha üzeri çalışanı bulunan işyerlerinde istihdam ediliyor. Yani çalışanların sadece yüzde 38’i iş sağlığı ve güvenliği profesyonellerinin hizmet verdiği işyerlerinde çalışıyor. Bu da demek oluyor ki, asıl büyük kitle, yani 7 milyon 558 bin işçi şu an iş güvenliği uzmanı, işyeri hekimi ve yardımcı sağlık personelinden hizmet almıyor.

SGK İstatistikleri üzerinden yapılan hesaplamaya göre toplam işyerleri içerisinde 50 ve daha fazla çalışanı olan işyerlerinin oranı yüzde 2. Her 100 işyerinden sadece 2 tanesi 50 ve daha fazla çalışana sahip. Dolayısıyla şu an itibarıyla iş güvenliği uzmanına olan ihtiyaç henüz tam anlamıyla hissedilmiyor. Ancak 1 Ocak 2014’ten itibaren iş güvenliği uzmanı ihtiyacı daha şiddetli bir şekilde hissedilecek.

20 bin uzman gerekli

İş güvenliği uzmanından hizmet alınması gereken süreler yönetmelikle belirlenmiş durumda. Buna göre; az tehlikeli sınıfta çalışan başına ayda 10 dakika, tehlikeli sınıfta çalışan başına ayda 15 dakika ve çok tehlikeli sınıfta çalışan başına ayda 20 dakika iş güvenliği uzmanından hizmet alınacak. Ne var ki bir iş güvenliği uzmanı ayda en fazla 217 saat çalışabiliyor.

Bir uzmanın bir işyerinde çalışabileceği süre ve toplam işyeri sayısı dikkate alınırsa, basit bir hesaplamayla ülkemizde 20 bin civarında uzmana ihtiyaç var.

Ağustos ayındaki iş güvenliği uzmanlığı sınavı öncesi A sınıfı 947, B sınıfı 552 ve C sınıfı 14.305 olmak üzere toplam 15 Bin 804 iş güvenliği uzmanı bulunuyordu. 35 Bin kişinin katıldığı Ağustos ayındaki sınav sonuçları da dahil edildiğinde ortalama 15 Bin yeni C sınıfı iş güvenliği uzmanına sahip olduğumuz ortaya çıkıyor. Dolayısıyla mevcut uzmanlar ile iş güvenliği uzmanı ihtiyacının karşılanabileceği görülüyor. (A) Sınıfı iş güvenliği uzmanı yetersizliğinin de ek sınav hakkı ile çözüleceğini düşünürsek, iş sağlığı ve güvenliği anlamında insan kaynağı sorununun yakın zamanda çözülebileceğini söyleyebiliriz.

Yüksek ücret dengelenecek

İş güvenliği uzmanı sayısının yetersizliği nedeniyle çok yüksek ücret talep eden (A) sınıfı iş güvenliği uzmanları ve OSGB’lerin, uzman sayısı dengeye gelince işyerlerinden talep edecekleri ücretlerde de düşüş gözlenecek. İş güvenliği uzmanlarının yapması gereken, kısa vadede yüksek ücretler peşinde koşmak yerine, iş güvenliği tedbirlerini en üst düzeyde alarak kendi hizmet kalitelerini yükseltmek ve sağlıklı bir işyeri ortamının oluşmasını sağlamak olmalı.

Alıntı: Milliyet