23 Ekim 2017 Pazartesi

Grip ve Diş Fırçası

Havalar iyice soğumaya, hastalıklar kapıyı çalmaya başladı. Grip görülme oranları da gün geçtikçe artıyor... Gripliyken ellerinizi sık sık sıvı sabun ile yıkamaya özen gösteriyorsunuz, peki ya diş fırçanızın hijyenine aynı önemi veriyor musunuz?
Diş Hekimi Pertev Kökdemir, “Gripliyken diş macununu fırçaya değdirmeyin. Gripten sonra diş fırçanızı mutlaka değiştirin” diyerek uyarıyor.
FIRÇANIN ÜZERİNDE VİRÜSLER BİRİKİR
Diş Hekimi Pertev Kökdemir, gripten sonra neden diş fırçasının değiştirilmesi gerektiğini ise şu sözlerle açıklıyor: “Grip geçiren hastalarda grip süresince kullanılan diş fırçası üzerinde bu hastalığa sebep olan virüsler bol miktarda birikir. Bakterilerden farklı olarak virüsler vücut dışında da çok uzun süre canlılıklarını sürdürebilirler ve tekrar uygun ortam bulduğunda hastalığa sebep olurlar. Bu nedenle grip olduğunuzda kullandığınız diş fırçasını hastalığı atlattıktan sonra yenisi ile değiştirmek; vücudunuzun nekahet döneminde tekrar yoğun şekilde virüslere maruz kalmasını engelleyecektir. Ayrıca grip olduğunuz sürece kullandığınız diş macununu fırçanın üzerine sıkarken tüpün ağzının fırçaya değdirilmemesi de doğru bir davranış olacaktır.”
Alıntı:medimagazin

Hipertansiyon Tedavisi:İlaç Cinsiyete Göre Verilmeli Mi?

Amerika Kalp Derneği(American Heart Association) 2017 Hipertansiyon Konseyi Toplantısı’nda “Sex differences in relative contributions of hemodynamic parameters to blood pressure: A population-based study of adolescents and middle-aged adults” başlığıyla sunulan çalışmada, orta yaştaki kadın ve erkeklerde ortaya çıkan hipertansiyon nedenlerinin birbirinden farklı olduğu, yüksek tansiyon tedavisinde cinsiyete göre spesifik tedavi uygulamanın daha yararlı olabileceği söylendi.
Kadınlarda yüksek tansiyon nedeni kan hacmi, erkeklerde ise damarsal direnç
Kan basıncının, kalp hızına, kan hacmine ve çevresel atardamar duvarlarında oluşan dirence bağlı olarak değişiklik gösterdiğini söyleyen araştırma ekibi, genç ve orta yaşlı kadınlarda yüksek tansiyonun temel nedenin kan hacmi, erkeklerde ise damarsal direnç olduğunu ifade etti. Çalışmada toplamda 1347 kişi değerlendirildi, 52 dakika zihinsel strese maruz bırakılan her katılımcının büyük ve küçük tansiyonlarındaki kalp hızı, atış hacmi ve toplam çevresel atardamar duvar basıncına bakıldı. Kadınların büyük tansiyonunda atış hacminin etkisi yüzde 55 oranındayken erkeklerde sadece yüzde 35’ti. Damarsal dirence bağlı yüksek tansiyonlar ise erkeklerde yüzde 47, kadınlarda yüzde 30 oranında görülüyordu.
Peki reçetelerde ne yazmalı?
Amerika Kalp Derneği’nin 2011 yılında “Yılın Doktoru” seçtiği Dr. Willie Lawrence, çalışmayla ilgili konuşmasında: “Kan hacmi, kadınlardaki hipertansiyona daha fazla katkıda bulunduğundan ilk adımda idrar söktürücü tansiyon ilaçları tercih edilebilir. Erkeklerde daha fazla görülen damarsal dirence bağlı yüksek tansiyonlarda ise ilk çare olarak direnç azaltıcı kalsiyum kanal brokerlerine başvurulabilir.” yorumuna yer verdi.
Araştırma ekibi cinsiyete özgü hipertansiyon tedavilerinin oldukça fayda sağlayacağını ama sadece beyazlar üzerinde yapılan bu çalışmanın ötesinde ırklar arasında da bir farklılık olup olmadığına bakılması gerektiğini söylüyor.
Alıntı:medimagazin.com

Türkiye'de Tuz Tüketimi ve Hipertansiyon

Türkiye’de tuz tüketiminin Dünya Sağlık Örgütü’nün önerdiği günlük 5 gramın çok üstünde olduğunu belirten Türk Nefroloji Derneğinden Prof. Dr. Bülent Altun, “Önceki çalışmaya göre bizde günlük tuz tüketimi 18 gramdı. İkinci bir çalışmaya göre ise 14.8 grama kadar indi” dedi ve yüksek oranda tuz tükettiğimizin altını çizdi.

TÜRKLER ÇOK EKMEK YİYOR

Antalya’da yapılan Ulusal Nefroloji, Hipertansiyon, Diyaliz ve Transplantasyon Kongresinin basın toplantısında konuşan Nefroloji Uzmanı Altun’a göre, bu tablodaki en önemli sorumlulardan biri ekmek:

“Türk toplumunun beslenme alışkanlığı nedeniyle fazla tuz tüketiliyor. En çok da ekmek yeniyor. Ekmeğin içinde de fazla tuz var. Yine çok tükettiğimiz zeytin ve peynir de tuzlu. Diğer nedenler ise pişerken yemeğe tuz eklemek ve hazır gıdalar.”

EV TURŞUSU VE EV SALÇASINA DA DİKKAT

Türklerin coğrafik özelliklerden dolayı da tuzlu gıdalara yatkın olduğunu belirten Uzman, Ortadoğu ülkelerinde olduğu gibi ülkemizde hamurlu besinlerin daha çok tercih edildiğini aktardı.

Probiyotik açısından zengin olduğu için bazı uzmanların, “Bol bol ev turşusu yiyin” önerisini hatırlattığımız uzmanlara göre, ev turşusu ve ev salçası da yüksek oranda tuz içeriyor ve böbrek sağlığı açısından ölçülü tüketilmesinde fayda var. 
BEYİN, AZ TUZLU HAYATA 3 HAFTADA ADAPTE OLUYOR
Fazla tuz tüketmek, hipertansiyona neden oluyor, kalbi büyütüyor, böbreklerde yıpranmaya yol açıyor. Yapılması gereken ise damak zevkini tuzdan biraz mahrum bırakmak. Bunun için de işe çocukluk çağında ve beslenme eğitimi ile başlamak gerekiyor. Öyle ki İngiltere’de yapılan bir araştırmaya göre, çocukluk çağında tüketilen tuz miktarı, kişinin ileriki yaşlarında kalp ve tansiyon hastası olma riskini önemli ölçüde etkiliyor.

Uzmanların işaret ettiğine göre de tuz kısıtlamasına gidildiği zaman beyindeki merkezler bu yeni duruma yaklaşık 3-4 hafta içinde adapte olabiliyor.

VÜCUT TUZU DEPOLUYOR

Prof. Altun’un vurgu yaptığı bir diğer nokta ise eskiden tuzun sıvıların içinde dağıldığı biliniyordu. Yeni çalışmalara göre ise sodyum artık kaslarda ve deride de birikiyor. Yani ödem olmasa da vücut tuzu depolayabiliyor.

TÜRKİYE’DE 22 BİN KİŞİ BÖBREK NAKLİ İÇİN SIRA BEKLİYOR

2016 rakamlarına göre Türkiye’de böbrek hastalığı olan birey sayısı 74.475. Türk Nefroloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Turgay Arınsoybu hastaların yüzde 80’inin diyalize girdiğini ve 22 bin hastanın da böbrek nakli için sıra beklediğini söyledi. 
AKRABA DIŞI CANLI NAKİLDE ORGAN TİCARETİ RİSKİ 

Böbrek bağışına dikkat çeken Dernek 2. Başkanı Prof. Dr. Aydın Türkmen ise Türkiye’de kadavradan bağış oranının %22 ile hala çok düşük olduğunu hatırlattı, akraba dışı canlı nakil oranının arttığını söyledi ve organ ticareti riskine vurgu yaptı:

“Akraba dışı canlı nakil oranı % 40 ve organ ticareti açısından risk yaratıyor. Bu durumun çok iyi takip edilmesi gerekiyor. Etik Kurul kararları yargıya taşınıyor, yeni bir düzenlemeye ihtiyaç var. Çünkü bu artış hızı biraz ürkütücü.” 

6 YILDA 2 KİLO ALIYORUZ
Türk Nefroloji Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr. Siren Sezer ise obezitenin böbrekler üzerindeki etkisine dikkat çekti, “Kilo alınınca filtreleme işi zorlaşıyor ve böbrekler yaşlanıyor. Hiçbir hastalık olmasa da sadece obezite nedeniyle böbreklerde protein kaçağı oluyor” dedi.

Prof. Sezer’in verdiği bilgiye göre, Türkiye’de obezite oranı % 33, bu rakam her geçen gün artıyor ve Türkler 6 yılda ortalama 2 kilo alıyor. 

GECE BİRDEN FAZLA TUVALETE ÇIKMAK SİNYAL OLABİLİR

Diyalize giren hasta sayısındaki artış da endişe verici nitelikte. Derneğin Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Zeki Tonbul’un değerlendirmesi şöyle:

“Son 10 yılda diyalize giren hasta sayısı 40 binden 60 bine ulaştı. Bu durum, buzdağının % 1’lik görülür kısmıdır.Yani toplumdaki böbrek hastası sayısı daha fazladır. Buradaki önemli nokta; böbrek hastalığı diyalize ve tranplantasyona gitmeden tedavi edilmesi gereğidir. Eğer sık tuvalete çıkma, gece birden fazla tuvalete çıkma varsa ve kişi diyabet hastası değilse böbrek sağlığı mutlaka kontrol edilmelidir.” 
AŞIRI AĞRI KECİSİLER BÖBREKLERİ YORUYOR

Erciyes Üniversitesinden Nefroloji Uzmanı Prof. Dr. Bülent Tokgöz de böbrekleri bitiren birinci nedenin diyabet, ikinci nedenin ise hipertansiyon olduğuna vurgu yaptı, “Doktor kontrolü dışında ağrı kesici, proton pompası inhibitörü ve antienflamatuar kullanmak, gereksiz ilaçlı radyolojik tetkik yaptırmak ve sigara içmek böreklere zarar veren diğer faktörlerdir” diye konuştu.

BİTKİSEL ÜRÜNLER VE ZAYIFLAMA ÇAYLARI RİSK YARATIYOR
Ege Üniversitesinden Nefrolog Prof. Dr. Soner Duman ise bilinçsizce tüketilen bitkisel ürünlere değindi. Özellikle zayıflama çaylarına dikkat çeken Duman, “Bitkisel ürünler direkt böbrek dokusuna zarar verebilir, sıvı elektrolit dengesizliği yapabilir, böbrek taşı oluşumunu tetikleyebilir, ağır metal içerebilir veya kullanılan ilaçlarla etkileşebilir2 uyarısında bulundu.
Alıntı:medimagazin.com

Sosyal Medya ve Gelecekte Sağlık

Uzman Dr. Chiang’ın ağzından, sosyal medya kullanımı ve halk sağlığı ile ilgili yazısını yayınlayalım istedik.Kendisi gelecekte sağlıkta söz sahibi olacak kişilerin başında gelmekte:

#HCSM: Halk Sağlığını Nasıl Etkiler?
Dr. Austin Chiang
Sosyal medyanın bugünki kullanım yaygınlığına bakıldığında halk sağlığı için de kullanılmaya başlaması şaşırtıcı değil. Sosyal medyanın, sağlık konusunda farkındalığı arttırmasıyla kapasitesi oldukça ileri bir seviyeye taşındı. Sosyal medya eşi benzeri olmayan uygulamalarıyla acil sağlık ve salgın takibi de dahil birçok halk sağlığı konusunu yakından etkiliyor. İşte halk sağlığı üzerinde medyanın oluşturduğu büyük etkilerden bazıları.

1. Sosyal medya yoluyla grip takibi
Yapılan çalışmalar, sosyal medyanın diğer grip takip sistemlerinden çok daha fazla işe yaradığını gösteriyor. Pensilvanya Üniversitesi’nden araştırmacılar, New England Journal of Medicine (NEJM)’de yayınladıkları bir makalede, belli bölgeye yönelik acil aşılandırma gerektiğine dair tweetlerin, aşı farkındalığını diğer kanallardan daha fazla arttırdığını söylüyor. Aynı zamanda kamuya mal olmuş ünlü kişilerin tweet ya da haberlerinin kamu üzerinde daha fazla etki oluşturduğu biliniyor, mesela Rihanna’nın grip hakkında attığı tweetle grip aramalarının tavan yaptığı bir çalışmada gösteriliyor.
Araştırmacılar, ayrıca 2009 H1N1 domuz gribi aşısına dair twitter görüşlerini incelediğinde, olumlu ya da olumsuz düşüncelerin coğrafi olarak kümelendiğini, yani sürü güdüsüyle hareket edildiğini gösterdi. Bu sonuç, medyanın etkilerini anlamada ve bu boşlukların doldurulmasına dair geliştirilecek politikalarda ipuçları verebilir.

2. Sosyal medya yoluyla davranış geliştirme
Hastalar, avukatlar ve ilaç-tıbbi cihaz şirketleri halka aynı mesajı gönderebilmek için sosyal medyayı kullanırlar.  “Dove Evrimi" kampanyası sosyal medyada hızla yayılmış ve magazin kapaklarının ve reklamların nasıl gerçekçi olmayan bir güzellik anlayışı yarattıklarını gözler önüne sermiştir. Tahmin edileceği gibi, diğer gruplar da sosyal medyayı göğüs kanserinden, doğum kontrol politikalarına ya da sigara bırakmaya kadar pek çok konuda farkındalık uyandırmak ve bilgilendirmek amacıyla kullanmıştır.
İnsanlar halka açık bir ortamda düşüncelerini ifade ettiklerinde potansiyel olarak halk sağlığı için bir tehdit oluşturabilir. Mesela kamuya mal olmuş ünlü kişiler tarafından aşılandırma karşıtı bir hareket uzun süredir devam ediyor ve halk sağlığı uzmanları arasında alarma sebep oluyor. Daha da endişelendirici olan şu ki, bu kişisel görüşler sınırlar ötesindeki başka ülkelere kadar hızla ve kolaylıkla yayılabiliyor. Bir çalışma gösteriyor ki, Avrupa’da 2013 yılında sosyal medya etkisi yüzünden 26 bin kızamık vakası gerçekleşti.

3. Acil yardım ve Ushahidi
Ushahidi, Mogadishu tarafından 2010 Haiti depreminde acil yardım için kilit bir rolü olan sosyal medya platformuydu. Haiti’de mobil hizmet sağlayıcıları bu sosyal medya platformuna erişimi açtı ve acil durumlarda(yangın, kayıp insanlar, kirlenmiş sular, enfeksiyon hastalıkları, besin kıtlığı, hırsızlık, kapalı yollar, seller vb. ) yardım için diğerleriyle bağlantı kurulabilmesini sağladı. GPS ile yer tespiti aynı zamanda organizasyonların ihtiyaç bölgelerine ulaşımını kolaylaştırdı. Aynı zamanda Haiti depremi gerçekleştiğinde 1.4 milyon düzeltme ile şu ana kadarki en detaylı harita biçimlendirilmiş oldu. Aynı zamanda bir mobil hizmet sağlayıcısı, kolera salgın takip sistemiyle 630 bin Haitili insanın yer değiştirmesinin ve salgından kurtulmasının sağlandığını söyledi.

4. Twitter’daki tıbbi makaleler
Twitter’da tıbbi ve bilimsel makalelerin ne kadar yayınlandığıyla ilgili çalışmalar bulunuyor. Bulgulara göre etkili yayınlar olan Nature, Science, NEJM and The Lancet degilerinin de dahil olduğu 4 bine yakın tıbbi ve bilimsel derginin Twitter hesabı bulunuyor. Mesela 2010-2012 yılları arasında yayımlanan 1.4 milyon akademik makalenin yüzde 9 buçuk kadarı Twitter’da yayımlandı. Örneğin NEJM, çalışmaların neredeyse yarısına Twitter sayfasında da yer verdi.   
Bununla birlikte, Twitter'deki popülerlik, bu makalelerin çok sık atıf aldığını veya içeriğinin bilimsel olarak çok sağlam olduğunu doğrudan yansıtmıyor. Aslında, popüler çalışmalar daha çok güncel olaylarla ilgili oluyor. Mesela, en çok tweet edilen çalışma, PNAS'tan Fukuşima felaketi ve nükleer bulaşma ile ilgili bildiriler olarak görünüyor. Benzer bir şekilde, daha fazla tweet atılan dergilerin daha iyi, daha güvenilir olması da gerekmiyor.

5. Bir araştırma aracı olarak sosyal medya
Daha önce de belirtildiği gibi, sosyal medya içeriği grip salgınlarını izlemek ve antibiyotiklerle ilgili yanlış anlamaları vurgulamak için kullanılmıştır. Birçok araştırmacı, hem insanlara doğrudan sorular sormak, anketler düzenlemek yoluyla hem de genel olarak tweetlerin içeriğini analiz ederek sosyal medyayı bir veri kaynağı olarak kullanabiliyor. Sosyal medya bir veri kaynağı olarak daha fazla tanınmaya başlandıkça, Twitter’ın kendisinin de sağladığı metrik ölçümler, analiz yapan uygulamalar geliştirildi. Tıbbın bilimsel odağının yanı sıra, hikayeleştirmenin, kendi hastalığını ve mücadelesini anlatmanın sosyal medyada nasıl etki oluşturduğu gibi sosyal odaklı araştırmalarda da kullanılıyor, bu konuda özellikle kanserden kurtulanların hikayelerini anlatarak nasıl diğerlerini etkileyebildiğini araştırmak için dilbilim çalışmaları da yapılıyor.

Tamoksifen Eczanelerde Zor Bulunuyor

Meme kanseri tedavisinde kullanılan ‘tamoxifen’ etken maddeli ilaç, Türkiye’ye uzun süre önce iki firma tarafından getiriliyordu. İlacın büyük kısmını karşılayan firma, 2017 yılı başlarında pazardan çekilerek krizin ilk sinyalini verdi. Diğer firma ise talebi karşılamakta yetersiz kalınca kriz büyüdü. Elde kalan stoklar mayıs ayında tükenince hastalar karaborsadan ilaç almaya başladı. Birçok kadın, sosyal medyada bir araya gelerek yardım istedi. Bazıları fazla ilaçları paylaştı.
‘TAMOXİFEN’ STOKU YAPILDI
Yaşanan krizin ardından, içeriğindeki anti-östrojen maddesi nedeniyle vücut geliştiren erkeklerde meme sarkmasını (jinekomasti) da önlediği için elde kalan stok ilaçların spor salonlarına gittiği ortaya çıktı. Bazı hastalar, ilacı spor salonlarında sormaya başladı. Çok sayıda spor salonu, vücut geliştiren üyelerinin kış ayları yaklaştığında 4 hafta boyunca kullanmaları gereken kürler için kanser ilacını aylar öncesinden temin etti.
Sağlık Bakanlığı, ilacın vücut geliştirmek isteyen kişiler tarafından reçetesiz temin edilerek stok yapıldığını doğruladı. Türkiye’ye son 1 ay 93 bin kutu ilaç ithal edilse de Gazete Habertürk’ten Öznur Karslı'nın yaptığı araştırmaya göre ilaç İstanbul’un birçok ilçesinde bulunamıyor.
BİN KUTU İLAÇ İÇİN İNTERNETTEN SATIŞ
İnternette ise ‘tamoxifen’ etken maddeli iki farklı isimli ilaç, normalin 3-4 katına fiyatlarla satılıyor. Fiyatı 25 ile 52 TL arasında değişiyor. İlaçlardan bir tanesi etken madde ile aynı adı taşıyor. Bu ilaçlar bazı internet siteleri tarafından, istenildiği takdirde bin kutuya kadar temin edilebiliyor. İddialara göre bazı kişiler anlaşmalı oldukları ilaç depoları üzerinden ilaçları temin ederken, ilaç depolarının ilacın promosyonlarını sattığı da ileri sürülüyor. Ancak yurtdışından kaçak getirilmiş olma olasılığı da büyük. İlacın bazı internet sitelerindeki fiyatı ise 139 TL’ye kadar çıkıyor. Siteler, ilacın stoklarda kalmadığını belirtip en az 4 paket alınması gerektiğini tavsiye ediyor.
‘SPOR SALONLARI İÇİN VERİYORUM’
Habertürk’ün müşteri gibi aradığı internet sitesinin yetkilisi, ilaç bulunamadığı için 200 kutu stok yaptığını söyleyip ilaca nasıl ulaştığını şöyle anlattı: “Depodan temin ediyorum. Günde 30-40 kutu satıyorum. Kutusu 139 lira. Spor salonları için veriyorum. İlacı depolardan reçetesiz olarak bin adet alabiliyorum. Size bin kutu için adedini 100 liradan yardımcı olurum. İnternette başka bulamazsınız. İlaç depolarından nasıl aldığımız bizim sorunumuz, onu boşverin.Türkiye’de bu ilaç 2 ay sonra hiçbir şekilde bulunamayacak, üretim yok.”
‘DOKTORLARA YAZDIRIYORUZ’
Kanser ilacının teminindeki bir başka tiraji-komik durum ise bazı spor salonlarının sezonunun başlamasıyla bu ilaca olan ihtiyacının artması. Ancak kimi spor salonları hasta gibi kendilerinin de ilacı bulamadığından şikâyetçi. İstanbul Kâğıthane’deki bir fitness salonunun yetkilisi, bu zamana kadar ilacı bazı ecza depolarından ya da tanıdıkları doktorlara yazdırarak temin ettiklerini söyledi. Hastaların da ilacı kendilerine sorduğunu belirten yetkili, sporcuları için ‘tamoxifen’ içeren kürleri hazırlamakta sorun yaşadıklarını ifade ederek, “Elimizde ilaç yok” dedi.
KAS KÜTLESİ İÇİN
Vücut geliştiren sporcular, kas kütlelerini artırmak için ‘anabolik steroid’ denilen ilaçları kullanıyor. Bu ilaçların erkeklerde görünüm açısından belirgin yan etkisi meme ucu sarkması şeklinde oluyor. Stereoidlerin diğer ciddi yan etkileri ise karaciğer hasarı, kolesterol seviyelerinde zararlı değişiklikler, kalp kası zararı, hipertansiyon. Sporcular stereoidlerin meme ucu sarkması etkisine karşılık ise meme kanserinde östrojen hormonunu kontrol altına alan ‘tamoxifen’le çözüm buluyor.
ECZACILAR BİRLİĞİ: SUÇ İŞLERLER
Türk Eczacılar Birliği Başkanı Erdoğan Çolak, konuyla ilgili olarak şunları söyledi: “İlaçlar, İlaç Takip Sistemi (İTS) üzerinden takip ediliyor. İTS’den bir depodan ne kadar ilaç çıkmış takip edilebiliyor. Bu ilaç piyasada olmadığı izlenimi başlayınca vatandaş da doktora fazla yazdırıyor. Depo vatandaşın talebi çok olur diye ilacı eczanelere kısıtlı veriyor. Yani ilaç depoları ilacı az sayıda vermek istiyor, herkese yetsin diye. Ecza depolarına ilişkin yasaya göre bir tek eczaneye perakende ve toptan satışı yaparlar. Bunun dışında satış yapan yerler suç işlemiş olur.”
‘CİDDİ YAN ETKİLERİ VAR’
MEMEDER Onursal Başkanı Prof. Dr. Vahit Özmen, ilaçla ilgili şu uyarılarda bulundu: “Son zamanlarda bu ilacın piyasada olmadığı konusunda bilgi alıyoruz. Firmanın asıl orijinal ilacı, etken madde ile aynı adı taşıyan ilaç değil. Tamoxifen etken madde. Ancak ikisi de aynı etkide. İlacın satış fiyatı ile ilgili bir sorun oldu diye biliyorum. Spor yapanların meme sarkmasını önlemek için bu ilaca ortak olmaları çok yanlış. Damarda pıhtılaşma, kadın tipinde yağlanma, akciğer anomisi gibi ciddi yan etkileri var. Kadın hastalara bile bir dizi tavsiye ile veriyoruz. İlaç, meme kanseri hastalarda hasarı yüzde 20 oranında azaltıyor. Bu ilaç tümör hücrelerinin üzerindeki östrojen hormon.”

Obezite Ameliyatları:Kriterleri Tartışmalı..

Türkiye’deki kadınların yüzde 20,9’u erkeklerin ise yüzde 13,7’si obez. Dünya sağlıkÖrgütü (WHO) obeziteyi en riskli 10 hastalıktan biri olarak kabul ediyor. Sağlık Bakanlığı’na bağlı kamu hastanelerinde yapılacak mide küçültme ameliyatları için vücut kitle endeksinin 40 ve üzeri olması gerekiyor. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre ise, yan hastalığı bulunan kişilerin vücut kitle endeksi en az 35, yan hastalığı bulunmaya kişilerde ise bu değer 40 ile sınırlandırılıyor. Obezite gitgide yayılırken arama motorlarına ‘mide küçültme ameliyatı’ yazdığımızda birçok Reklamkarşımıza çıkıyor. Bazı cerrah ve hastaneler de, bu ameliyatları birkaç dakikalık telefon görüşmesinin ardından yapılıp yapılamayacağını söylüyor. Reklamlarda çıkan numaraları aradığımızda telefonu açan doktor veya asistanları vücut kitle endeksi 30’un üstünde olan kişilerin ameliyat olabileceklerini söylüyor.
‘Sınırımız 30’
Gaziosmanpaşa’da özel bir hastanede C.O adlı bir cerrahın asistanı olarak görev yaptığını ve isminin A.G olduğunu söyleyen kişiye boyumuzun 172 santim, kilomuzun 114 ve yaşımızın da 37 olduğunu söylüyoruz. Vücut kitle indeksimizin 38.5 çıktığını ve ameliyat olmak istediğimizi söylüyoruz. Doktor asistanı, “30’un üstünde mide küçültme ameliyatı olabiliyorsunuz. 38 de gayet uygun. 36 kilo fazlanız var” diyor. Ameliyat için vücut kitle indeksinin en az 40 olması gerekip gerekmediğini sorduğumuz kişi, “Öyle bir durum söz konusu değil. Yaşınız müsait. Kronik bir rahatsızlığınız yoksa ameliyat olmanızda hiçbir sakınca yok. İşlem zaten yarım saat kadar sürüyor. Ücreti 12 bin 500 TL. Ameliyattan sonra üç günde normal hayatınıza dönebileceksiniz. Doktorumuz da bu işin üstadı. 9 ayda 266 vakaya baktı” diye konuşuyor.
‘Tüp yerine balon’
İzmir Karşıyaka’da obezite ameliyatları gerçekleştiren T.E adlı bir doktorun asistanı ise önce boyumuzu ve kilomuzu soruyor. Boyumuzun 170 santim kilomuzun ise 90 olduğunu söylediğimiz kişi, daha önce spor ve Diyet yapıp yapmadığımızı soruyor. “Vücut kitle endeksiniz 31 çıkıyor. Herhangi bir sağlık sorununuz yoksa ameliyat olabilirsiniz. Bizim sınırımız 30. Bu ameliyatın ücreti 16 bin TL” diyor.
Avcılar’da özel bir hastanede genel cerrahi uzmanı E.O.Y ise, “Ameliyat için sınır vücut kitle endeksi 40. Sizinki 33. Size ameliyat olmaz. İsterseniz balon ameliyatı yapalım. Bu operasyonla midenize bir balon koyuyoruz. Bu balonlar ayarlanabiliyor” diyor.
‘Uçana kaçana ameliyat yapmaya çalışıyorlar’

Bazı cerrahların “Tüp mide ameliyatıyla her şeye son” diyerek bu işin reklamını yapmaya başladıklarını dile getiren Türkiye Metabolik Cerrahi Vakfı Başkanı Prof. Dr. Alper Çelik, şöyle konuştu: 

“Mide küçültme ameliyatı göreceli olarak daha basit olduğu için bazı cerrah arkadaşlarımız tarafından her şeye sonmuş gibi lanse ediliyor ama bu doğru değil.Uçana kaçana mide ameliyatı yapmaya çalışan cerrahlar var. Şeker hastalarına da ‘Tüp mide ameliyatıyla diyabete son’ diye tanıtımlar yapmaya başladılar. Bu doğru değil. Tüp mide ameliyatı düşünüldüğü kadar etkili bir ameliyat da değil. Tüp mide ameliyatlarının uzun dönemdeki sonuçları da o kadar etkili değil. Bu insanlar birkaç yıl iyi gidiyorlar. Daha sonra verilen kiloları geri almaya başlıyorlar.”
Bir yılda 15 bin mide ameliyatı!

Türk Obezite Cerrahisi Derneği Başkanı Prof. Dr. Mustafa Taşkın da Türkiye’de yılda yaklaşık 15 bin mide küçültme ameliyatı yapıldığını belirterek, “Bu rakamın içine şeker ameliyatları ve diğer operasyonlar da dahil. Dünyada mide küçültme ameliyatlarında ölüm oranı binde 1 olarak telaffuz edilirken Türkiye’de bu oran binde 5’lere kadar yükselmiş durumda” dedi.

Böbreklerimizi Korumak İçin Ne Yapmalıyız?

Böbrek nakli için sıra bekleyenlerin bir kısmı uygun donör bulunmasıyla rahat nefes alabiliyor ama çok önemli bir bölümü hayatını diyaliz makinelerine bağlı geçirmek zorunda kalıyor. Uzmanların uyarısı ise “böbreklerinizi sağlıklıyken koruma altına alın, diyalize mahkum olmayın” şeklinde. 
Türk Nefroloji Derneği verilerine göre, Türkiye’de böbrek hastalığı tanısıyla izlenen 75 bin hasta var. Bunların 56.500’ü hemodiyaliz, 3500’ü periton diyalizi ve 15 bini de böbrek nakli olmuş hastalar. 
Böbrek nakli bekleme listesinde ise 22 bin hasta bulunuyor. Antalya’da yapılan 34. Ulusal Nefroloji, Hipertansiyon, Diyaliz ve Transplantasyon Kongresinde, Ntv.com.tr’ye özel açıklamada bulunan Türk Nefroloji Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr. Siren Sezer'e göre, mevcut nakil sayısı ile bu rakamı eritmek mümkün değil. Böbrek naklinin bu denli yetersiz olmasının ve ihtiyacı karşılayamamasının nedeni ise kadavradan organ bağışının azlığı. 
Böbrek yetmezliği geliştikten sonra sıkıntılı bir tedavi süreci başlıyor. İlaçlar, diyalizler, ameliyatlar derken ancak uygun donörle karşılaşabilenlerin yüzü gülüyor. Bu nedenle böbreklerin kıymetini sağlıklıyken bilmek, böbreklere zarar veren davranışlardan kaçınmak büyük önem taşıyor. 
Dr. Sezer’in verdiği bilgiye göre, böbreklere zarar veren ve yetmezliğe götüren 10 önemli neden ise şöyle: 

1- Diyabet hastalığı
2-Hipertansiyon
3-Ateroskleroz (damar sertliği)
4-Obezite ve sağlıksız beslenme
5-Çok tuz tüketmek
6-Miktarı az ve düzensiz su içme alışkanlığı
7-Bilinçsiz bitkisel ürünler tüketmek
8-Yoğun ağrı kesici kullanmak
9-Boşaltım problemleri, gençlerde idrar tutma alışkanlığı, yaşlılarda prostat büyümesi ve mesane problemleri.
10- Sigara içmek

BÖBREK HASTALIĞI BU BELİRTİLERLE SİNYAL VERİYOR
Böbrek yetmezliği genellikle sinsi ve yavaş geliştiği için tanıda gecikme oluyor. En belirgin belirtiler ise gece birden fazla idrara çıkma, yeni başlayan veya şiddeti artan kan basıncı yüksekliği, bacaklarda ve göz kapaklarında şişme, cilt döküntüsü, idrar yaparken zorlanma, idrarda renk, koku değişiklikleri, köpük varlığı. Böbrek fonksiyonu bozuldukça buna halsizlik, sabahları bulantı ve kusma, kişilik değişiklikleri ve kaşıntı gibi belirtiler de ekleniyor. 

ÜLKEMİZDE BÖBREK HASTALIĞI FARKINDALIĞI ÇOK DÜŞÜK
Böbrek hastalıklarının erkeklerde daha fazla görüldüğünü, Türkiye’de erişkin nüfusta böbrek hastası olma oranının ise %15 olduğunu dile getiren Prof. Sezer, “Bu, her 6-7 erişkinden birine denk gelmektedir. 100 erişkinin 33’ünde hipertansiyon, yine 33’ünde obezite, 14’ünde şeker, 15’inde böbrek yetmezliği mevcuttur. Böbrek hastası olduğunun farkında olma oranı ise %5’lerde kalmaktadır” diyerek toplumdaki böbrek hastalığı farkındalığının yeterli olmadığına vurgu yaptı.
BÖBREK SAĞLIĞI NASIL KORUNUR?
1-Hareket arttırılmalı, kiloya dikkat edilmeli.
2-Kan şekeri kontrol altında tutulmalı.
3-Kan basıncı ölçtürülmeli, yüksekse uygun tedavi için hekime başvurulmalı.
4-Sağlıklı beslenme tercih edilmeli. (Sebze, meyveden zengin, az tuzlu, şekerden uzak, dengeli bir diyet. En ideali Akdeniz tipi beslenme)
5- Düzenli ve yeterli sıvı alınmalı, en iyi sıvının su olduğu unutulmamalı.
6-Sigara içilmemeli.
7- Rastgele ilaç kullanımından veya bitkisel ürünlerden uzak durulmalı.

BÖBREK FONKSİYON TESTİNİ KİMLER YAPTIRMALI?
Böbrek sağlığını korumak için dikkat edilecek noktaları bu şekilde sıralayan Türk Nefroloji Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr. Siren Sezer,  50 yaşın üzerindekilerin, hipertansiyon, şeker, kalp hastalarının, aşırı kiloluların, ailesinde böbrek hastalığı bulunanların, böbrek taşı, sık idrar yolu iltihabı, prostat büyüklüğü gibi ürolojik problemleri olanlar ile böbreğe zarar verebilecek ilaç kullananların böbrek fonksiyon testi yaptırmasının uygun olduğunu sözlerine ekledi.
Alıntı:medimagazin.com