24 Kasım 2010 Çarşamba

Akdağ: Muayenehane çilesini tarihe gömeceğiz

 En sonunda beklenen açıklama...Yeni TAMGÜN YASASI hazır...

Sağlık Bakanı Recep Akdağ, muayenehaneler ile ilgili, "Bu büyük bir çileydi, Türkiye bu çileden büyük ölçüde kurtulmuştur.Şimdi Anayasa Mahkemesinin gerekçeli kararını bekliyoruz. O karar çıkınca da yeni bir kanunla bu çileyi tamamen tarihe gömeceğiz" dedi.

Akdağ, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda Sağlık Bakanlığının 2011 yılı bütçesinin sunumunda yaptığı konuşmada, Bakanlığının gelecek yılki bütçesinde koruyucu ve temel sağlık hizmetlerine 6.5 milyar TL’lik pay ayrıldığını bildirdi.

Doğum öncesi bakım hizmetlerinden yararlanma oranını yüzde 94’e çıkarmayı hedeflediklerini, 2008’den bu yana 12 bin dolayında yüksek riskli gebenin doğum öncesinde hastanelerde misafir edildiğini anlatan Akdağ, 2011’de hastanede doğum oranını yüzde 94’e yükseltmeyi amaçladıklarını bildirdi.

Üreme sağlığı hizmeti alan kişi sayısının 8 yılda 2,5 kat arttığını, aşılama oranlarının yüzde 97’lere ulaştığını belirten Akdağ, halen 11 antijene karşı aşılama yapıldığını, 2011’de bunlara HPV ve su çiçeğinin de eklenmesinin planlandığını, ancak bunun kesinleşmediğini söyledi.

Türkiye’de artık kızamık hastalığı görülmediğini, Dünya Sağlık Örgütünün buna ilişkin açıklamayı Avrupa bölgesiyle birlikte yapacağını anlatan Akdağ, afet ve acil durumlardaki sağlık hizmetlerinde büyük aşamalar kaydedildiğini, Türkiye’nin doğusunda 132 kar paletli ambulansın hizmet verdiğini, gelecek yıl 3 uçak ambulans daha almayı planladıklarını belirtti.

Akdağ, aile hekimliğinin 73 ilde 63 milyon kişiyi kapsayacak şekilde genişletildiğini, 13 Aralık itibariyle uygulamanın bütün Türkiye’ye yaygınlaşmış olacağını duyurdu.

"Sağlığın geliştirilmesi ve teşviki" adı altında kişilerin kendi sağlıklarını korumasının amaçlandığını, bunun için obezite ve tütün başta olmak üzere birçok alanda mücadele yürüttüklerini anlatan Akdağ, "Ülkemizde 1998’de yüzde 55 olan normal kiloya sahip kişilerin oranı 2010’da yüzde 27.5’e düşmüş durumda. Bu çok önemli bir mesele. Bireylerin yaşam şekillerini değiştirmesi sağlanmalı" diye konuştu.

Tütünle mücadelede de önemli gelişmeler sağlandığını ifade eden Akdağ, iş yerlerindeki tütün yasağı ihlallerinde para cezalarının belediyeler yerine kamu kurumlarınca tahsiline ilişkin yasal düzenlemeye gitmeyi hedeflediklerini belirtti.

Türkiye’de organ bağışının da yetersiz olduğunu ifade eden Akdağ, 2010 yılında 3 bin 172 organ nakli yapıldığını bildirdi.

Sağlık Bakanlığı hastanelerindeki görüntüleme cihazlarının sayılarını da artırdıklarını kaydeden Akdağ, bu konuda israfa gidildiği yolundaki eleştirilerin yersiz olduğunu dile getirdi.

"MUAYENEHANE ÇİLESİNİ TARİHE GÖMECEĞİZ"

Hekimlerin tam gün çalışmasına ilişkin değerlendirmelerde de bulunan Akdağ, şöyle konuştu: "Türk sağlık sisteminin eski yapısında, vatandaş ister SSK, ister devlet hastanesine gitsin annesini-babasını sırtına alıp özellikle ciddi hastalıklar için genellikle bir muayenehaneye çıkarmak zorunda kalırdı. Bu, Türkiye’de büyük ölçüde ortadan kalktı. Şu anda Sağlık Bakanlığında çalışan 30 bine yakın uzmanın yüzde 92’si tam gün çalışıyor. Bunu yüzde 100’e ulaştırmak için bir kanun yaptık, maalesef Anayasa Mahkemesi ve Danıştay’ın bir yorumu kanunun bazı maddelerinin yürütülmesini engelledi. Ancak bütün bunlara rağmen geldiğimiz noktanın bir özetidir, bugün Sağlık Bakanlığında çalışan 30 bine yakın uzman hekimin sadece yüzde 8’i hastane dışında pratik yapıyor. Yüzde 92 oranında bu problem çözüldü.

Tam Gün Yasası’nı yaptığımızda, tam gün çalışma oranı yüzde 88 idi. Bazı maddeler iptal edilmiş olmasına rağmen bu oran yüzde 92’ye çıktı.

Türkiye bu problemi bitirmiş durumdadır. Artık bundan geriye gidiş olmaz.

Ne bizim hükümetimiz döneminde ne de başka hükümet döneminde buna vatandaş izin vermez. Yarın vatandaşı muayenehanelere geri götürecek bir sağlık sistemi eğilimi olsun, vatandaş buna asla müsaade etmez ve buna sebep olacakları da siyaseten ağır biçimde cezalandırır. Bu büyük bir çileydi, Türkiye bu çileden büyük ölçüde kurtulmuştur. Şimdi Anayasa Mahkemesinin gerekçeli kararını bekliyoruz. O karar çıkınca da yeni bir kanunla bu çileyi tamamen tarihe gömeceğiz, çünkü hala üniversite hastanelerinde sıkıntılar var." Akdağ, 2002’de 1/14 olan uzman hekim başına düşen nüfusun en fazla olduğu il ile en az olduğu il arasındaki oranın, 2010’da 1/3’e düştüğünü de kaydetti.

İlaç harcamalarıyla ilgili de bilgi veren Akdağ, ilaç kutu sayısının 8 yılda yüzde 122, ilaç harcamalarının ise sadece yüzde 21 oranında arttığına işaret etti.

Türkiye’de doğumda beklenen yaşam süresinin 74 olduğunu, bunun Türkiye’nin içinde bulunduğu orta ve üst gelir grubundaki ülkelerin ortalamasının üzerinde bulunduğunu belirten Akdağ, bebek ve anne ölüm hızlarında da büyük düşüşler olduğuna dikkat çekti.

Gelecek yıl yürürlüğe konulacak yeni hizmetlere de değinen Akdağ, evde sağlık hizmeti uygulamasının yaygınlaştırılacağını, merkezi randevu sistemine geçileceğini sözlerine ekledi.

Alıntı: medimagazin.com

Çocuklarda diş röntgeni zararlı..

ABD’de doktorların, gerekli olmadığı durumlarda röntgen cihazı kullanılmaması için 3 yıl önce kampanya başlattığını hatırlatan gazete, diş hekimlerininse buna uymadığını belirtti. Habere göre, diş hekimleri başka yöntemler de kullanabilecekken röntgen kullanmayı tercih ediyor. Özellikle yeni geliştirilen “koni-ışın bilgisayarlı tarama” yöntemi, 3 boyutlu görüntü sağladığı için sıklıkla başvurulan bir teknik oldu. Ancak New York Times, bu cihazların güvenliğiyle ilgili eldeki verilerin çoğunun çarpıtıldığını yazdı. Cihaz üreticilerinin diş hekimlerine para vererek bu cihaz hakkında olumlu mesajlar vermelerini istediği, tıp dergilerinde de üreticilerin “sponsorluğunda” makaleler yayımlandığı belirtildi.

 ilgili link:

Alıntı: medimagazin.com

Embriyo dondurma Türkiye'de..

Radyoterapinin doğurganlığı kaybettiren yan etkisinin önüne geçmek için kullanılan “embriyo dondurma” yöntemi Türkiye’de de uygulanmaya başladı!

KANSER hastalarına uygulanan kemoterapi ve radyoterapinin doğurganlığı kaybettiren yan etkisinin önüne geçmek için kullanılan “embriyo dondurma” yöntemi Türkiye’de de uygulanmaya başladı. 25 yaşında meme kanseri olan Aynur Gençbay, eşi Engin Gençbay’la birlikte karar alıp embriyolarını dondurdu.

Embriyolar, nitrojen tanklarının içinde eksi 196 derece yıllarca saklanıyor. Çift, kanser tedavisinin ardından istedikleri zaman embriyo transferi yapılarak çocuk sahibi olabilecek. Çiftin embriyo dondurma işlemini gerçekleştiren Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Doğum Uzmanı Doç. Dr. Murat Sönmezer, kanserin tedavisi sırasında en önemli yan etkilerinden birinin kısırlık olduğunu söyledi. Sönmezer, “Böyle bir durumda hasta evliyse, embriyoyu olmasa bile yumurta dokusunu dondurabiliriz. Kadından yumurtaları, erkekten de spermleri toplayıp birleştiriyoruz. Bu çift için 8 tane embriyo dondurduk. Nitrojen tankında eksi 196 derecede yıllarca saklayabiliyoruz. İstedikleri zaman bebek sahibi olabilirler” dedi. Sönmezer, çiftin tedavi bittikten 5 yıl kadar sonra çocuk sahibi olabileceğini anlattı. 


Alıntı: medimagazin.com

Bakandan yeni slogan:Tüm hastalar ve yakınları, Birleşin!!!

 YORUMA GEREK OLMADIĞINI DÜŞÜNÜYORUM.BUNDAN SONRA HEKİME ŞİDDET HABERLERİ YAPILMASIN BENCE..YOKSA HABER , ÇOK SIRADAN OLACAK VE HABER DEĞERİ OLMAYACAK.. 

Alıntı: medimagazin.com

Sağlık Bakanı Recep Akdağ, Tam Gün Yasası sayesinde devlet ve üniversite hastanelerinde çalışan doktorların hastaları istismar ederek ekstra para almalarına son verdiklerini söyledi.

“Ekstra para sosyal devlete sığmaz” diyen Akdağ, hastalara da örgütlenme çağrısı yaptı. İşte Akdağ’ın sözleri:

- Artık bir vatandaşımız devletin hastanesine gidip, bir de doktorun muayenehanesine gitmeyecek. Devlet doktora vatandaşın vergi ve sigorta kesintilerinden hak ettiği ücreti ödüyor. Vatandaşı istismar eden ikinci bir para ödemek, sosyal devlete sığmaz.

Hekime 7 bin TL

- Aile Hekimliği uygulamamız çok iyi gidiyor. Türk Tabipleri Birliği (TTB) sipere yatmış, karşıdaki birisi kafasını çıkarınca onu alnından vurayım mantığıyla hareket ediyor. Koskoca bir sistemi dönüştürürken, ufak tefek arızalar çıkar. Doktorlar bu işten mutlu. Aile hekimi ayda 7 bin lira alıyor. Almalı da. Çünkü, doktorluk zor bir iş.

- Performans uygulamasının istismar edildiğine dair, bana gelen şikayet yok. Alo 184’e en az bu konuda şikayet geliyor. Yanlış iş yapan insanlar, her sistemde yanlış iş yapabilirler. Sistemlerin amacı; verimliliği, işlevsel hizmet kalitesini yükseltmek, böylece vatandaşın işini kolaylaştırmaktır. Performans ile çalışanların haklarını da hakkaniyetle ödemeyi amaçlıyoruz. Ama, her sistemin kuvvetli ve zayıf yanları vardır. Bizim uyguladığımız, ‘performansa göre metodu’, ‘haydi gel muayenehaneme de sana hizmet vereyim metodu’ ile kıyaslanamayacak kadar üstün. Kıyas kabul etmez, bu açık. Bütün meslektaşlarımızı tenzih ederek söylüyorum, eğer bir hekim fazla kazanmak için hekimlik ahlakına aykırı iş yapacaksa; bunu performansda da, muayenehanesinde de yapar. Bu ahlaki sorunu ortadan kaldırmak için disipline edici eğitim ve önlemler elbette devam edecek.

- Vatandaş olarak 184’ü arayıp hakkınızı arayabiliyorsunuz. Biz bunları takip ediyoruz. Vatandaşın hak aramasını teşvik eden bir yönetim var. Eskiden üslup, ‘git kime şikayet edersen et’ türündeydi. Ama, siz şikayet ettiniz diye, doktoru, çalışanı otomatikman cezalandıramayız.

Sivil toplum göreve

- Biraz da halkın farkındalılığının artırılması, bilinçlendirilmesi, sistemi işler hale getirecek. 8 yıldır bakanım, ısrarla hasta, birey haklarını üstte tutmak için çabalıyorum. Yüzlerce sivil toplum örgütü var. Ama, hasta hakları için kurulan dernek çok az. Hem de güçleri az. Sivil topluma da görev düşüyor.

Finlandiya'da devlet tuzu kıstı , felçler azaldı

Türkiye’de sağlıklı bir kişinin günlük alması gereken tuz miktarının tam 6 katı tuz tüketiliyor!

TRAKYA Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Sedat Üstündağ, sağlıklı bir bireyin alması gereken tuz miktarının 2.5-3 gram olduğunu, ama Türkiye’de bunun tam 6 katı fazlasının tüketildiğini söyledi. Aşırı tuz tüketiminin böbrek rahatsızlıklarından hipertansiyona birçok hastalığa davetiye çıkardığını vurgulayan Üstündağ, şunları kaydetti:

İLK İNSANIN VÜCUDU
“Bizim vücudumuz ilk insana göre prog ramlanmış. O sırada tuzlu yiyecekler yoktu. Sabah uyanıyor ve av peşinde koşuyordunuz. Avladığınız ette ne kadar tuz varsa sadece o kadar tuzu alıyordunuz. Günde sadece 2 buçuk gram tuz alınması gerekirken, Türkiye’de günlük kişi başı 18 gram tuz alınıyor. Vücudumuz yoruluyor, suyla doluyor, böbreklerimize fazla yük biniyor.’’ Tuzla mücadelede toplumun her kesiminin önder ve destekçi olması gerektiğini ifade eden Doç. Üstündağ, Finlandiya’nın geçmişte topyekûn bir hareketle tuzla mücadele ettiğini söyledi. Finlandiya’da tuz kullanımının azaltılmasına bağlı birçok hastalığın da önüne geçildiğini vurgulayan Üstündağ, şöyle konuştu:

DEVLET PROGRAMI
“Finlandiya’da 1950 yılında Türkiye kadar tuz tüketiliyordu. Devlet tuzla mücadeleyi vazife edindi. Gazeteler, sivil toplum kuruluşları destek oldu. O mücadele sonunda Finlandiya’da tuz tüketimi, kişi başı ortalama 4 grama indirildi. Bu sayede Finlandiya’da felçler yüzde 80 azaldı. Bu önleyici sağlık hizmetlerinin de en güzel örneğidir. Çünkü, tuzun neden olduğu hastalıkların tedavisi için ayrılan bütçeler devletler için büyük yük oluşturuyor.’’ 


Alıntı: medimagazin.com

11 Kasım 2010 Perşembe

Kurban Bayramı'nda 'kırmızı et'e dikkat!!!

Kurban Bayramlarında et tüketiminin arttığını belirten İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Nafiz Karagözoğlu, etin sindirimi en zor besinlerden biri olduğunu söylüyor.

Etin vücuttaki etkileri hakkında bilgi veren. Dr. Nafiz Karagözoğlu, kurban etinin saklanması, pişirilmesi ve tüketilmesi hakkında merak edilen sorulara cevap vererek dengeli beslenme önerilerinde bulunuyor.
“Et iyi bir protein kaynağıdır. Kişi günlük enerjisinin yüzde 12-15'ini proteinlerden sağlamalıdır. Vücudun büyümesi, gelişmesi ve hastalıklara karşı direncinin sağlanabilmesi için proteine ihtiyaç vardır. Ancak et tüketirken dikkat edilmesi gereken noktalar da vardır. Mesela 150 gram yağsız ızgara et yaklaşık 250 kaloridir. Bunu yedikten sonra harcamak için 75 dakika sıkı tempo yürümek ya da 1 saat bisiklete binmek gerekir.
ET YEMEKLERİ MİDEDE NE KADAR BEKLER?

Dana rostosu, çiğ veya pişmiş jambon, biftek, pişirilmiş beyaz et, pişirilmiş sığır eti, mide de üç veya dört saat kadar, kızarmış dana eti ve islenmiş etler, sığır eti ise dört-beş saat kadar midede bekleyebilir. 

AŞIRI ET TÜKETMEK SAKINCALI MI?

Aşırı miktarda et tüketmek protein fazlalığına neden olur. Bu da kanı asitleştirdiği için organların hızlı aşınmasına yol açabilir. Aşırı et tüketmenin neden olabileceği hastalıklar şunlardır:
Kalp ve Damar Hastalıkları. Kolesterol-Yağ yüksekliği ve ilgili hastalıklar. Mide ve Barsak Hastalıkları. Gut hastalığı, hipertansiyon, diyabet ve kabızlık. 

ETLE İNSANA GEÇEN MİKROBİK HASTALIKLAR NELERDİR?

Dünya Sağlık Örgütü'ne göre, et yoluyla 200'e yakın hastalık bulaşabilir. Ülkemizde en sık Bruselloz, Salmonelloz, Tüberküloz, Şarbon, Toksoplazmoz, Sarkosistoz ve Tenyoz gibi hastalıklar et yoluyla bulaşabilir. Mikroplu et hamilelerde düşük ve erken doğumlara neden olabilir. İyi pişirilmemiş mikroplu etin (etin salam, sosis, sucuk, pastırma gibi çiğ halleri dâhil) yenmesiyle, hamilelerde düşük doğum, erken doğum riski olur. Erken gebelikte bebek etkilenirse bebekte körlük, sağırlık, kasılmalar ve zekâ geriliği görülebilir. 

ET TÜKETİMİNİN SAĞLIKLI OLABİLMESİ İÇİN NELER YAPILMALI?

• Çok fazla et tüketiminden kaçının.
• Etle birlikte sebze tüketin.
• Etlerin yağlı kısımlarının tüketmeyin.
•İç yağları yemeklerde kullanmayın.
KURBAN ETİ NASIL SAKLANMALI?

Öncelikle etli yemek yapımında bir kerede en fazla ne kadar et kullanıyorsunuz? Bunu tespit edin. Ardından mevcut etleri birer pişirimlik parçalara ayırın. Et, 0–2 santigrat derecede 3–5 gün, buzlukta birkaç hafta, -18 derecede ise 3 ay saklanabilir. Donmuş etler soğuk yerde yani buzdolabında çözdürülür. Çözdürülen etlerin tekrar dondurulması tehlikelidir. Çünkü çözme sırasında üstünde mikrop üreyebilir. Ayrıca etin protein yapısı bozulabilir. 

KURBAN ETİ KESİLDİKTEN NE KADAR SONRA TÜKETİLMELİ?

Yeni kesilmiş etler sert olur. Bu da pişirmeyi ve sindirimi zorlaştırır. Bu nedenle kurban eti kesildikten hemen sonra tüketilmemelidir. Etlerin buzdolabında en az 24 saat bekletilip uygun pişirme yöntemleri kullanılarak tüketilmesi mide ve bağırsak sağlığı için uygun olacaktır. 

ETİ UYGUN PİŞİRME YÖNTEMLERİ NELERDİR?

Haşlama, buğulama veya ızgara şeklinde pişirildikten sonra tüketilmesi yararlı olacaktır. Bu pişirimlerde besinler doğal besleyici değerlerini fazla kaybetmezler. Etlerin kızartılması ve kavrulması besin öğelerinde kayıplara sebep olabileceği gibi fazla miktarda yağ tüketilmesine ve sağlık sorunlarının oluşmasına yol açabilir. Etlerin sebzelerle birlikte pişirilmesi veya tüketilmesi, besin çeşitliliğinin sağlanması açısından sağlıklı bir yöntemdir. Etle yapılan yemekler kendi yağı ile pişirilmeli ve ilave yağ eklenmemelidir. Özellikle kuyruk yağı veya tereyağının et yemeklerinde kullanılmasından kaçınılmalıdır. 

Izgarada direkt ateşe maruz kalan ve çok pişirilerek yanma noktasına gelen etlerde kanserojen maddeler oluşmaktadır. Etler ızgarada pişirilirken yaklaşık 2 cm kalınlıkta hazırlanmalıdır. Etler ızgarada pişirilirken, etle ateş arasındaki uzaklık, eti yakmayacak ve 'kömürleşme' sağlamayacak şekilde yaklaşık 15 cm olmalıdır.” 

Alıntı: ntvmsnbc.com

Diabet (şeker ) hastalığı hakkında bilinmeyenler


Türkiye’de yaklaşık 5 milyon kişi, tedavi edilmediğinde bütün organları etkileyen diyabet hastası. Ancak 1,5 milyon kişi hasta olduğunun farkında değil.

Kontrol altında tutulmayan diyabet körlük, kalp ve damar hastalıkları, felç, böbrek yetmezliği ve sinir sisteminde tahribata yol açıyor. Gebelik sürecinde kontrol altına alınamayan diyabet ise doğumsal bozuklukların görülme riskini artırıyor.

Amerikan Hastanesi Endokrinoloji, Diyabet ve Metabolizma Hastalıkları Bölümü’nden Dr. Tahir Haytoğlu, diyabette erken tanı ve tedavinin daha sonra gelişecek sağlık problemlerini önlediğini söylüyor. Haytoğlu, hastalığın belirtileri ve tedavisi hakkında şu bilgileri veriyor: 

DİYABETİ DÜŞÜNDÜRECEK BAŞLICA ŞİKÂYETLER
 • Tuvalete sık çıkma.
• Ağız kuruluğu.
• Hızlı kilo kaybetme.
• Halsizlik ve çabuk yorulma. 
DİYABET İÇİN RİSK FAKTÖRLERİ
•45 yaşının üstünde olmak.
• Fazla kilolu olmak.
• Diyabet hastası yakın bir aile ferdinin olması (anne, baba veya kardeşler gibi.)
• Daha önceki hamilelik esnasında diyabet gelişmiş olması. 

DİYABET TÜRLERİ

Tip 1 Diyabet:
Bu tipte diyabeti olan kişiler, her gün insülin almak zorundadır. Bu tip diyabet eskiden "Juvenil Diyabet" veya "İnsüline Bağımlı Diabetes Mellitus" olarak adlandırılırdı.

Tip 2 Diyabet: Bu tip diyabet, sık aralıklarla besin alımı ve düzenli egzersizler ile kontrol altına alınabilmektedir. Bazı kişilerin, aynı zamanda, diyabet hapları veya insülin kullanmaları gerekebilir. Bu tip diyabet eskiden "Erişkin Çağı Diyabeti" veya "İnsüline Bağımlı Olmayan Diabetes Mellitus" olarak adlandırılırdı. 

Gestasyonel Diyabet: Gebelikte ortaya çıkan diyabet türüdür. 

TEDAVİDE AMAÇ ORGAN HASARLARINI ÖNLEMEK

Diyabet tedavisinde amaç; hastanın kendini daha iyi hissetmesini sağlamanın ötesinde, diyabet nedeniyle gelişebilen kalp krizi, felç, böbrek yetmezliği, göz problemleri, sinir hasarı ve iyileşmeyen yaralar gibi komplikasyonların önlenmesidir. 

Diyabet tedavisi, bir takım işidir. Merkezde hasta olmak üzere bu takımda; hastaya yardımcı olacak diyabet uzmanı endokrinolog, diyabet hemşiresi ve diyetisyen olmalıdır. Gerektiğinde hastaların göz, kalp, böbrek veya ayak problemleri için ilgili bölümlerle koordineli çalışmaya gidilmelidir. Diyabet tedavisinin bir numaralı amacı; yüksek kan şekeri seviyelerini kontrol altına almaktır. Bunu sağlayacak çeşitli yöntemler vardır. Bunlar:
• Sağlıklı besinler yemek,
• Düzenli egzersiz yapmak,
• Gerekli olması halinde ağızdan ilaçlar veya insülin kullanmak,
• Kan şekeri ölçümleri yapmak. 

GÜNLÜK BAKIMA DAHA FAZLA ÖNEM VERİLMELİ

Diyabette ayak bakımı:
Diyabet hastalarının ayaklarına özen göstermesi ve özel bir ayak bakımı yapmaları gerekmektedir. Çünkü ayak bakımına yeterince özen gösterilmemesi, ciddi problemlerin ortaya çıkmasına neden olabilir. Kan şekeri düzensiz ve çok yüksek seyreden diyabetlilerde, sağlıklı bireylere nazaran ayak problemleri daha fazla görülmektedir. Bunun nedeni de damarlarda oluşan kan dolaşımı bozukluğudur.
Kişinin kan şekeri sürekli yüksek seyrettiğinde damarlarda tahribat başlamakta; tahribata uğramış damarlar, kanı yeterli ve sağlıklı bir şekilde organlara ulaştıramadığı için de organlarda fonksiyon bozuklukları ile uzun vadede geri dönüşümü olmayan hasarlar görülmektedir. Diyabete bağlı sinir hasarları, ayaklarda his kaybına neden olabilir. Bu nedenle ayaklarda meydana gelen kesikler veya yaralar fark edilmeyebilir. Ayrıca ayaklarda zamanla biçim değişikliği de meydana gelebilir. Bu değişim yerlerinde, yaralar ve ayak ülserleri ortaya çıkabilir. Ülserler çok çabuk iltihaplanarak ciddi sorunlara yol açabilir. 

BU BULGULARDA DOKTORA BAŞVURULMALI
 • Deride renk değişiklikleri,
• Bölgesel ısı artışı,
• Ayakta ve bilekte şişlik,
• Bacaklarda ağrı (dinlenme veya hareket sırasında),
• Yavaş iyileşen yaralar,
• Tırnakta mantar enfeksiyonu veya batık,
• Nasır oluşumu,
• Deride çatlakların oluşumu. 

NELER YAPILABİLİR?
• Ayaklarınızı her gün kontrol edin,
• Ayaklarınızı her gün tahriş etmeyen bir sabun ve ılık suyla yıkayın,
• Ayak tırnaklarınızın bakımına özen gösterin (Tırnaklarınızı düz kesin, köşeleri derin almayın),
• Ayaklarınızdaki nasırlara ve sertleşmiş deri bölümlere dikkat edin,
• Ayaklarınızı koruyun,
• Ayak dolaşımınızı güçlendirin,
• Ayağınızı sıkmayan ayakkabılar giyin,
• Sorunlarınızı sağlık ekibinizle daima paylaşın. 

Diyabette ağız bakımı:
Diyabet hastalarının ağız sağlığı konusunda özenli olmaları gerekir. Diyabet kontrolü iyi olmayan hastalarda çürükler daha sık görülür. Diyabette ağız içi florası da değişebildiğinden, diş eti hastalıklarının görülme sıklığı da artar. Diyabet hastalarının üstüne düşen görev, hijyenik ağız temizliğini uygulamaktır. Bunun için diyabet hastaları, uygun bir fırça ile günde iki ya da üç kez dişlerini fırçalamalı ve ağız içi yıkama solüsyonları ile gargara yapmalıdır. Hiçbir şikâyeti olmasa da diyabet hastalarının yılda iki kez (6 ayda bir) diş doktorlarına giderek, kontrollerini yaptırmaları ve ağız bakımı konusunda profesyonel yardım almaları gerekmektedir. 

Diyabette cilt bakımı: Cildimiz, vücudumuzu çevresel faktörlere ve enfeksiyonlara karşı koruyan bir organımızdır. Diyabet kontrolünün iyi olmadığı durumlarda, ciltte daha sık enfeksiyon görülmektedir. Özellikle cildimizin hassas bölgelerinde (kıvrım yerleri, nemli kalan, iyi havalanamayan bölgeler) enfeksiyon riski artmaktadır. Ayak parmak araları, kasık bölgesi, koltuk altları ve özellikle kadınlarda meme altında kalan bölge, mantar ve deri enfeksiyonları için en zayıf yerler arasındadır. Bu bölgelerin temiz ve kuru tutulması, her gün düzenli olarak renk değişikliği olup olmadığının kontrol edilmesi; olası bir enfeksiyon sorununa karşı erken müdahale ile önlem alınmasını sağlayacağından, ileride oluşabilecek harabiyeti engelleyecektir. Herkesin uyguladığı genel hijyen kurallarına diyabet hastalarının da uyması gerekmektedir. Düzenli olarak banyo yapılmalı, banyo sonrasında tüm vücut iyice kurulanmalı; eğer ciltte kuruluk oluşuyorsa, nemlendirici kremler kullanılmalıdır. 

Diyabette göz sağlığı: Diyabet kontrolünün iyi olmadığı durumlarda göz sağlığı bozulmakta ve ciddi hasarlar oluşmaktadır. Diyabet hastaları, hiçbir şikâyeti olmasa da rutin olarak yılda en az bir kez bir göz muayenesi yaptırmalıdır. 


HASTALIK GÖZLERİ OLUMSUZ ETKİLER

Diyabetle birlikte görülen en önemli ve en sık göz komplikasyonu “Diyabetik Retinopati”dir. İkinci sıklıkta görülen komplikasyon ise hastalarda çift görmeye neden olan “Göz Kasları Felçleri”dir. Bu komplikasyonda en çok, gözü dışa baktıran kaslar tutulur. Genellikle bir kaç ay içerisinde bu durum kendiliğinden düzelir. Ayrıca gözün saydam tabakasında bazen yüzeysel tahrişler oluşabilir. Hastalar bu durumda gözlerinde iritasyon ve batmadan şikâyetçi olur. 

Diyabetli hastalarda “göz tansiyonu” (Glokom) hastalığının normal insanlara göre daha sık görüldüğü bilinmektedir. Katarakt da diyabet hastalarında sıklıkla görülen ve ameliyat ile tedavi edilebilen bir göz hastalığıdır. Göz sinirinin iltihabi hastalığı olan “optik nöropati” ise sık görülmemekle birlikte; ani şekilde görme kaybına neden olabilen ve bazı durumlarda körlükle sonuçlanabilen bir komplikasyondur. 

KIRILMA KUSURU DEĞİŞİKLİKLERİ DE GELİŞİR

Kan şekerinin aniden yükselmesi gözün kırma gücünü artırarak, “Geçici Miyopi”ye (uzağı görememe), kan şekerinin özellikle insulin tedavisi sonrası aniden düşmesi ise “Geçici Hipermetropi”ye (yakını görememe) neden olmaktadır. Kan şekerinde ani yükselme ve düşmeler nedeniyle büyük dalgalanmalar oluşuyorsa, bu dönemde gözlük testi yapılmaması tavsiye edilmektedir. Kan şekeri normal ve stabil düzeye geldiğinde uygulanacak test ile gözlük değişimi yapmak daha sağlıklı olacaktır. 

EGZERSİZ KAN ŞEKERİNİ DÜZENLER

Egzersiz, kan şekeri seviyesini düzenlemeye yardımcı olması açısından diyabet hastaları için faydalıdır. Düzenli egzersiz yapanların genel olarak insülin hormonuna hassasiyetleri artmakta; böylece insülin, vücutta daha etkili bir şekilde kullanılmaktadır. Bu hem kişinin kendi salgıladığı; hem de dışarıdan ilaç tedavisi olarak aldığı insülin için geçerlidir. Düzenli egzersiz yapan kişilerde damar sertliği (ateroskleroz) de daha az görülmektedir. Diyabetin damar sertliği oluşumuna sebep olan faktörlerden biri olması nedeniyle egzersiz, diyabet hastalarında daha da önem taşımaktadır. Egzersizin düzenli olarak yapılması ve kişinin yaşı ile kondisyon durumuna uygun egzersizi seçmesi gerekmektedir. Yürüyüş her yaşta yapılabilecek bir egzersiz formudur. Ancak daha önce düzenli olarak spor yapmamış kişiler; tenis, basketbol, futbol gibi çok efor gerektirecek sporlara kalkışmadan önce doktorları ile görüşmelidir. Diyabet hastalarının haftada en az 3 kez, 30 dakikalık yürüyüşe denk gelecek bir egzersiz yapmaları önerilmektedir.
ÖNLEM ALMADAN SEYAHATE ÇIKMAYIN

İlaç kullanan hastalar, ilaçlarını yanına almayı ihmal etmemelidir. İnsülin kullanan hastalar, seyahat esnasında insülinleri nasıl kullanacağını planlamalıdır. Uzun uçak yolculuklarında hasta, havayolu firmasını önceden bilgilendirerek, diyetine uygun yemek isteyebilir. Hastaların uluslararası seyahatlerde diyetine uygun yemek isteme hakkı bulunmaktadır. Diyet ve beslenme zamanları saat farkından dolayı sekteye uğrayabileceği için hasta beslenme saatlerini de seyahate çıkmadan önce programlamalıdır. Hasta, seyahat öncesinde alması gereken tüm önlemlerle ilgili olarak doktorundan görüş alabilir. Bu önlemlerin yanında hastalar şeker ölçümlerini yapıp, şeker seviyelerinin nasıl seyrettiğini bilmelidir.

ÇOCUKLARDA PSİKOLOJİK DESTEK GEREKEBİLİR

Çocukluk çağında ortaya çıkan diyabetlerin büyük bir kısmı -yaklaşık olarak yüzde 90-95’i- Tip 1 diyabetli sınıfına girmektedir. Tip 1 diyabetli hastalarında insüline bağımlılık söz konusudur. Bu yüzden bu hastaların insülin kullanması gerekmektedir. Burada aileye çok önemli bir yük binmektedir.
Gerek çocukluk çağında gerekse ergenlik döneminde diyabet teşhisi konulan kişilere, hastalığın korkulacak bir şey olmadığı ve hastalıkla nasıl başa çıkılacağı öğretilmelidir. Diyabetin yaşam sürecinin bir parçası olduğu ve bu süreçte hastanın nelere gereksinim duyduğu hem çocuğa hem de ailesine adım adım anlatılmalıdır. Ayrıca hasta henüz çocukluk çağında olduğu için ailenin çocuğa insülin yapması gerekir. Diyabet hastası çocuklar;
• İnsülin ve diğer ilaçların kullanımı,
• Yiyecekler ve beslenme,
• Şeker ölçümü,
• Problemlerle baş edebilme konularında bilgilendirilmelidir. 

Alıntı:ntvmsnbc.com

Çocuklardaki kilo artışı, şeker hastalığı yapıyor

Erişkin hastalığı olarak bilinen tip 2 diyabetin çocuklarda görülme oranı her geçen gün artıyor. En önemli sebep ise obezite.

İnsülini keşfeden Frederich Banting'in doğum gününün, Dünya Sağlık Örgütü ve Uluslararası Diyabet Konfederasyonu'nun işbirliği ile 1994 yılından itibaren her 14 Kasım'da Dünya Diyabet Günü olarak etkinliklerle kutlandığını belirten Pediatrik Endokrinoloji Uzmanı Doç. Dr. Ergun Çetinkaya, dünyada en fazla görülen kronik hastalığın diyabet olduğunu söyledi.

Çetinkaya, ''Diyabet Tip 1 ve Tip 2 diye ikiye ayrılıyor. Tip 1 insüline bağlı olan daha çok çocuklarda görülen türdür. Tip 2 ise genelde erişkinlerde 40-50 yaşından sonra görülen diyabet. Erişkinlerde görülen tip 2 diyabet son zamanlarda çocuklarda da görülmeye başlandı. Bunun sebebi çocukluk yaş grubunda giderek artan obezite. Çocukluk yaş gruplarında obezite giderek arttığı için, tip 2 de çocuklarda eskiye oranla daha sık görülüyor'' dedi. 

Bilim adamlarının 2014 yılında Amerika'da tüm halkın yüzde 84'ünün fazla kilolu ve obez olacağını açıkladığını ifade eden Çetinkaya, ''Türkiye'de de giderek artıyor. 10-15 yıl önce yüzde 9'du şimdi yüzde 30'lara varan hatta bazı bölgelerimizde yüzde 50'ye varan vakalarda bir artış var. Bu çok tehlikeli bir durum. Hareketsizlik, televizyon ve bilgisayar karşısında çok fazla zaman geçirmek en önemli sebepler. Beslenme şekilleri çok önemli fast food dediğimiz ayaküstü beslenme tarzı, kalorisi yüksek gazlı kolalı içecekler, cips gibi sağlığa zararlı yiyeceklerin tüketilmesi...'' diye konuştu.


HASTALIĞI İYİ TANIMAK GEREK
''Diyabet diğer hastalıklara benzemiyor, diğer hastalıklarda doktorun söylediklerini yaparsanız iyileşirsiniz'' diyen Çetinkaya, şöyle devam etti:
''Diyabetik kişi neredeyse doktor kadar hastalığı bilmek zorunda. Çünkü diyabette her an kan şekeriniz düşebilir, yükselebilir o zaman ne yapacaksınız? Her an hastaneye ulaşamayabilirsiniz. Nasıl müdahale edeceğinizi bilirseniz o zaman anında müdahale edip kan şekerini normale getirebilirsiniz. Onun için hastalığı iyi tanımak gerek.'' 

Diyabetin, yaşam boyu süren ve hastayı olduğu kadar yakınlarını da ilgilendiren bir hastalık olduğunu vurgulayan Pediatrik Endokrinoloji Uzmanı Doç. Dr. Çetinkaya, ''Tüm kronik hastalıklarda olduğu gibi, sürekli tedavi gerektirmesi, çok sayıda ilaç kullanımı, birçok organı etkileyip komplikasyonlara neden olması, hastada psikolojik bozukluklara neden olur ve depresyona eğilimi artırır. Bizim görevimiz, çocuk hastalarda kan şekeri ölçümü, insülin uygulaması gibi konularda aile ve yakın çevresi de (okul vb.) tıbbi yardım yapacağından, bu konularda yeterli eğitimi kendilerine vermek, bu çocukların ve ailelerinin konu hakkında tam bilgili olmalarını sağlamak, yeni tedavilerden haberdar etmek ve insülin pompa uygulaması gibi tüm dünyanın yaygın olarak kullandığı bir uygulamayı ülkemiz çocuklarına da uygulamaktır'' dedi. 

2025 YILINDA HASTA SAYISI 330 MİLYONA ÇIKACAK
 Araştırmalara göre, 1985 yılında dünyadaki diyabetli sayısı 30 milyon iken bugün bu rakam 250 milyona çıktı. 2025 yılında ise şeker hastası sayısının 330 milyona çıkacağı öngörülüyor. Hastalığın Türkiye'deki seyri de dünya ile paralel. 

Türkiye'de ise 6 milyon civarında diyabetli hastanın olduğu düşünülmekte. Tüm diyabetlilerin yüzde 10'unu insüline bağlı olan tip 1 diyabetli hastalar oluşturuyor. 

ÇOCUKLARDA HEMEN MÜDAHALE ÖNEMLİ
Çok su içme, çok idrar yapma, hızlı kilo verme, bulantı-kusma gibi şikâyetlerle kendini gösteren hastalık, özellikle çocukluk yaş grubunda hemen müdahaleyi gerektiriyor. Tanının kesinleştirilmesi için idrarda şeker tayini, kan şekeri ölçümü, gerekirse şeker yükleme testi yapılıyor. Normalde açlık halinde 110 mg/dl’nin altında olması gereken kan şekeri 126 mg/dl’nin üstünde ise veya şeker yükleme testinde 2. saat kan şekeri 200 mg/dl’nin üstünde saptanırsa tanı konuyor. Tip 1 Diyabet tanısı olan her çocuğun en kısa zamanda çocuk endokrinoloji uzmanı (olmadığı durumlarda çocuk hastalıkları uzmanı) tarafından değerlendirilmesi, sıvı ve insülin tedavisine başlanması gerekiyor. 

Alıntı:ntvmsnbc.com

6 Kasım 2010 Cumartesi

KPSS kopyacılarına Bakan'dan TRT torpili

KPSS’nin iptal edilmesine neden olanlardan 7 kopyacının mülakatla eleman alacak olan TRT’ye başvurduğu ortaya çıktı. Başvurularda, Bayındırlık Bakanı Mustafa Demir, 119 net yapan Harun Aydın’ın referansı oldu.

Vatan gazetesinin haberine göre; KPSS’de 120 tam net yapan 7 kişi TRT’nin 18 Ekim ve 1 Kasım arasında çeşitli meslek gruplarından açtığı 185 kişilik personel alımına başvurdu.

Ankara’dan Abdullah Sakallı, Harun Aydın, Halil İbrahim Baran, Tayfun Tayfur Tosun, İstanbul’dan Melike Sevinç Güngör, Kahramanmaraş’tan Burçin Güler ve İzmir’den Harun Bayat, KPSS’de Genel Kültür ve Genel Yetenek bölümlerinden aldıkları P3 puanıyla TRT’ye başvurdular.

Sınıf Öğretmenliği mezunu Tayfun Tayfur Tosun 95, Sınıf Öğretmeni Harun Bayat 88, Türkçe Öğretmeni Halil İbrahim Baran 91, Moda Tasarımı mezunu Melike Sevinç Güngör 80, Fizik mezunu Harun Aydın 92 ve Elektrik Elektronik Mühendisliği mezunu Burçin Güler 83 puanla Yapım-Yayın Görevlisi kadrolarına başvururken, Türk Dili ve Edebiyatı mezunu Abdullah Sakallı 88 puanla Spikerliğe başvurdu.
 
Skandal başvurularda en çarpıcı nokta ise kopya çektiği iddia edilen Ankara’dan Harun Aydın adlı adayın referansında Bayındırlık ve İskan Bakanı Mustafa Demir’i göstermesi. Eşi Seval Aydın ile birlikte KPSS’de kopyacı çiftler oldukları iddia edilen Harun Aydın’ın, TRT’ye başvurusunda daha önce hangi kurumlarda çalıştığını da belirttiği ortaya çıktı. 

Buna göre Gazi Üniversitesi Fizik bölümü mezunu olan Aydın, 2000 ile 2003 yılları arasında Özel Maltepe Dershaneleri’nde çalıştı. 2003’ten beri de Ankara’daki Özel Samanyolu İbrahim Avcı İlköğretim Okulu’nda çalışıyor. Öte yandan Türkçe Öğretmeni Halil İbrahim Baran’a da AKP Sivas Milletvekili Osman Kılıç’ın referans olduğu ortaya çıktı. 

Abdullah Sakallı adlı aday, itirafta bulunarak Pazar günü gerçekleştirilen KPSS’nin Eğitim Bilimleri sınavına kendisi gibi 120 net yapan eşi Nur Sakallı ile birlikte girmediklerini söyledi.
Sakallı, bunun nedeni olarak zorunlu olarak İstanbul’da girmeleri gerektiğini bu nedenle sınava girmekten vazgeçtiklerini söyledi.

TRT’ye neden başvurdunuz sorumuza ise imkanları daha iyi cevabını veren Sakallı şöyle konuştu: “Daha iyi bir yere geçmek için TRT’ye başvurdum. Şu anda özel bir bankada ayda 1600 TL’ye çalışıyorum. Ama TRT’ye geçersem 2 bin TL’den daha yüksek aylık alacağım.”

Alıntı: ntvmsnbc.com

ÖSYM 2011 sınav takvimi

ÖSYM'den yapılan açıklamada, 2011 sınav takviminin belirlenmesinde önceliğin YGS ve Lisans Yerleştirme Sınavlarında (LYS) olduğunu belirtilerek, ''2010-2011 eğitim-öğretim yılında ortaöğretimde derslerin bitiş tarihi esas alınarak, adayların YGS stresinden uzaklaşıp LYS'ye daha iyi hazırlanabilmelerini sağlamak amacıyla YGS öne alınmıştır'' denildi.
   
Açıklamada, sınav takviminde belirtilen başvuru tarihlerinin 2011 yılında, mücbir sebepler dışında, uzatılmayacağından adayların başvuru tarihlerini dikkatli takip etmelerinin önemli olduğu vurgulandı.
       
LYS Üniversiteye girişte ikinci aşama sınavı olan LYS'lere başvurular ise 18-27 Nisan 2011 tarihleri arasında yapılacak.    
LYS-1 ve LYS-5 18 Haziran 2011'de, LYS-4 19 Haziran 2011'de, LYS-3 25 Haziran 2011'de, LYS-2 ise 26 Haziran 2011'de düzenlenecek.  
   
KPSSA grubu ve öğretmenlik kadroları için düzenlenen KPSS'nin de tarihi belirlendi. Buna göre, KPSS'ye başvurular, 9-25 Mayıs 2011 tarihleri arasında alınacak. KPSS, 9-10 Temmuz 2011 tarihlerinde yapılacak.
   
TUSTıpta Uzmanlık Eğitimi Giriş Sınavı (TUS) İlkbahar Dönemine başvurular, 28 Mart-6 Nisan 2011 tarihleri arasında alınacak ve sınav 14-15 Mayıs 2011'de gerçekleştirilecek.
  
ÜDSÜniversitelerarası Kurul Yabancı Dil Sınavı (ÜDS) İlkbaahar Dönemine başvurular, 31 Ocak-9 Şubat 2011'de alınacak, sınav 20 Mart 2011'de olacak.
       
KPDSKamu Personeli Yabancı Dil Bilgisi Sınavı (KPDS) İlkbahar Dönemine ise başvurular 28 Mart-6 Nisan 2011 tarihleri arasında yapılacak ve bu sınav 22 Mayıs 2011'de yapılacak.

Alıntı:ntvmsnbc.com

Öksürüğe karşı ıhlamur ve ayva

Soğuk algınlığı denince ilk akla gelen bitkilerden birinin ıhlamur çiçekleri olduğunu belirten Yeditepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmakognozi ve Fitoterapi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Erdem Yeşilada, ıhlamur çiçeklerinin “iltihap giderici” etkiye sahip olduğunu söyledi. 

Bu etkinin deneysel olarak kanıtlandığını söyleyen Prof. Dr. Erdem Yeşilada, ıhlamur içerisindeki bileşenlerden bazılarının (flavonoit) iltihap giderici ve ağrı kesici etki gösterirken, bazı bileşenlerin (müsilaj) de boğazı yumuşatarak, tahrişi önlediğini ve soğuk algınlığı şikâyetlerini hafiflettiğini belirtti. Prof. Yeşilada, ıhlamurun vücut üzerindeki etkileri konusunda şunları kaydetti:
“Özellikle soğuk algınlığı riskinin arttığı sonbahar ve kış dönemlerinde doğanın bizlere sunduğu bu etkili ve güvenilir silahlardan yararlanmak en akılcı yaklaşım olacaktır. Hiç şüphesiz, öncelikli hedef; hastalığa yakalanmamaktır. Bu konuda bağışıklığı destekleyici bu tip ürünler koruyucu olarak yararlı olabilmektedir. Hastalığa yakalanma durumunda ise bu tip ürünlerden, temel tedavinin yanı sıra şikâyetlerin hafifletilmesinde de yararlanılabilir.”
 
AYVA VE IHLAMUR BOĞAZI RAHATLATIR
Prof. Dr. Erdem Yeşilada, öksürüğü yatıştırmak ve boğazı yumuşatmak için ıhlamur çiçeği ve ayva tohumunun birlikte kullanılmasını önerdi.
“Ayva meyvesi ve yaprakları da taşıdığı bileşenler nedeniyle öksürüğün giderilmesine yardımcı olmaktadır. Ayva ve ıhlamur karışımından elde edilen çaya şeker yerine bal ilave edilebilir. Böylece öksürük ve soğuk algınlığı belirtileri daha etkili şekilde kontrol altında tutulabilir.” 

Alıntı: ntvmsnbc.com

Düşük kalorili diyet, kalbe ek yük getiriyor

Normal sınırın altında çok düşük enerjili diyetler ciddi sağlık sorunlarına yol açabiliyor.
Uzmanlar, diyetlerin kişiye özel olması ve kişinin mutlaka bu alanda eğitim görmüş hekim, diyetisyen ve fiziksel aktivite uzmanı işbirliği ile tedavi edilmesi gerektiğine dikkat çekerek, ''Bilinçsizce verilen çok düşük kalorili diyetler, hastayı ölüme dek götürecek sonuçlar doğurmaktadır. Ani ve kısa sürede verilen kilolar, böbrek yükünü artırmakta, en başta da kalp-damar sağlığı üzerinde son derece olumsuz etkiler yaratmaktadır'' uyarısında bulundu.

Türkiye Diyetisyenler Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Yasemin Beyhan, beslenme şeklinin sağlıklı olabilmenin yanı sıra, sağlık bozulduğunda da tedavinin önemli bir parçası haline geldiğini söyledi.

Yapılan birçok çalışmada, beslenmenin koruyucu ve tıbbi beslenmede tedavi edici etkilerinin öneminin ortaya çıktığını ifade eden Beyhan, halk arasında aşırı şişmanlık olarak bilinen obezitenin çağın en önemli sağlık sorunlarından biri olduğunu belirtti. Beyhan, beslenme şeklinin de obezite nedenleri arasında yer aldığını ve birçok hastalığa zemin hazırladığını vurguladı. 

Beyhan, obezitenin tedavisinin yalnızca tıbbi diyetle veya fiziksel aktivite ile değil, ortaya çıkış nedenine yönelik olarak, bireye özgü, hekim, diyetisyen ve fiziksel aktivite uzmanı işbirliği ile tedavi edilmesi gereken bir hastalık olduğunu söyledi. İster hastalıkta, ister sağlıkta uygulanacak diyetin, hastanın tıbbi bulguları, özel durumu, beslenme ve yaşam şekli göz önünde bulundurularak kişiye özel olması gerektiğine dikkati çeken Beyhan, diyet programının beslenme ve diyet eğitimi almış konunun uzmanlarınca hazırlanması, uygulatılması ve takip edilmesi gerektiğini söyledi. 

STANDART BİR DİYET ÖNERİSİ VERİLMESİ YANLIŞProf. Dr. Beyhan, herkesin uygulayabileceği standart bir diyet önerisi verilmesinin son derece yanlış olduğunu vurgulayarak, şöyle devam etti:
''Ancak genel ilkeler açısından hastanın ölçümlerine göre belirlenen süre içerisinde hedefe ulaştıracak enerji (kalori) miktarı saptandıktan sonra, hastanın alması gereken toplam günlük enerjinin yüzde 55-60'nın karbonhidratlardan, yüzde 15-20'sinin proteinlerden, yüzde 25-30 kadarının da yağlardan gelmesi temel alınmalı. Ayrıca, her birinden de yiyecek olarak sağlıklı seçenekler sunulmalı. Tıbbi beslenmeye paralel olarak, hastaya hekimin önereceği tıbbi tedavi yapılmalı, fiziksel aktivite durumu da spor uzmanı önerisiyle belirlenmeli, her açıdan hastanın durumu yakından izlenmeli, bulgulara göre gerekli düzeltme ve düzenlemeler yapılmalı.'' 

ZAYIFLAMA SEKTÖRÜNDE İYİ DENETİM ŞARTBeslenme ve diyet konularının, bu alanda eğitim almamış diğer meslek grupları tarafından ilgi ve uygulama alanı haline geldiği eleştirisinde bulunan Beyhan, bunun yaşamsal riskleri de artırdığı, özellikle son yıllarda yanlış diyet uygulamalarından kaynaklanan ölümcül vaka sayısının yükselmesine neden olduğunu söyledi ve şunları kaydetti:
''Diyetisyenlik mesleğini ve dolayısıyla diyet vermeyi kolay ve basit bir şablondan ibaret gören başka meslek mensuplarının bunu üstlenmeleri, diyet konusunda yapılan yanlışlıkların ve istenmeyen sonuçların temelini oluşturmaktadır. Burada kuşkusuz diyetisyenlik meslek yasasının olmayışı, bu yönde gösterilen mesleki çabaları, atılmak istenen adımları yetersiz kılmaktadır. Hiçbir diyet, hastanın/danışanın bireysel özelliklerini (yaş, cinsiyet, özel durum gibi...) tıbbi bulgularını, beslenme alışkanlıklarını göz önünde bulundurmadan ve izlenmeden başarılı olamaz. Özellikle morbid obezite adı verilen ileri derecede şişmanlık vakaları, her bir uzmanın kendi alanında özenli çalışma, kararları ve uygulamalarıyla, konu ile ilgili uzmanların işbirliği ve koordinasyonuyla tedavi edilebilen vakalardır. 

ÇOK DÜŞÜK KALORİLİ DİYETLER ÖLÜM NEDENİBilinçsizce verilen çok düşük enerjili (kalorili) diyetler, hastayı ölüme dek götürecek sonuçlar doğurmaktadır. Zira ani ve kısa sürede verilen kilolar, böbrek yükünü artırmakta, en başta da kalp-damar sağlığı üzerinde son derece olumsuz etkiler yaratmaktadır. Tüm bu belirtilenler çerçevesinde, özellikle zayıflama amaçlı açılan klinik veya otel gibi yerler kesinlikle çok iyi denetlenmeli, gerekli alt yapı ve konunun uzmanları olmadan açılmaları ve faaliyet göstermeleri engellenmeli, Sağlık Bakanlığı'nın denetimlerinde bu tür yerlerin gerekli koşulları yerine getirip getirmediği etkin ve olumsuz uygulamaları caydırıcı yöntemlerle izlenmeli.'' 

Alıntı:ntvmsnbc.com