24 Ocak 2013 Perşembe

Meme kanserindeki doğrular


İstanbul Kongre Merkezi’nde düzenlenen ve Europa Donna Meme Hastalıkları Koalisyonu Derneği işbirliğiyle gerçekleştirilen “Meme Kanserinde Yeni Yaklaşımlar Eğitim Toplantısı 2013” kapsamındaki halka açık oturumda, meme kanseri hakkında doğru bilinen yanlışlar açıklandı. Acıbadem Meme Sağlığı Merkezi Başkanı Prof. Dr. Cihan Uras, Medikal Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Nil Molinas Mandel, Meme Vakfı Genel Koordinatörü Violet Aroyo’nun oturum başkanlığı yaptığı sempozyumda, meme kanserinde yanlış bilinen konular hakkında açıklamalar yapıldı.

Halkın yanlış bildiği 25 nokta hakkındaki sorulara akademisyenler Prof. Dr. Nuran Beşe, Prof. Dr. Gökhan Demir, Doç. Dr. Fatih Aydoğan, Prof. Dr. Haluk Sayman, Prof. Dr. Ümit İnce, Prof. Dr. Levent Çelik ve Doç. Dr. Şükrü Yazar yanıt verdi:

1-Her 6 ayda bir meme ultrasonografisi yaptırıyoruz. Mamografiye gerek yok, mamografi ışınları kanser yapıyor!


Meme kanserinin erken teşhisinde ana yöntem mamografidir, diğer yöntemler mamografinin yardımcısı olabilirler.

2-Kadınlara 40 yaşın altında mamografi çekilmesi yanlıştır!


Eğer kişinin şikayeti yoksa tarama mamografisini 40 yaşın altında yapmıyoruz. Ancak kişinin ailesinde risk varsa, meme başından akıntı geliyorsa, memede kitle gibi bulgular varsa erken yaşta da olsa mamografi yapılabiliyor.

3-Meme MR’ı çektirince mamografi çektirmeye gerek yoktur!


Meme MR’ı çok hassas bir tetkiktir. Ancak meme MR’ı ve mamografi birbirini tamamlayan, birbirinin yerine geçmeyecek tetkiklerdir. Bu nedenle her yıl mamografi yaptırılmalıdır. Çünkü meme kanserinin birden fazla türü vardır. Meme kanserini 9 mm’nin altında yakalarsak tedavi etme şansımız yüzde 98 oranındadır. Meme kanserinin erken teşhis edilmesi çok önemlidir.

4- Meme kanseri tek tiptir, yaşlılarda daha yavaş seyreder!


Herkesin kanseri kendisine özeldir, kendisine aittir. Yapılan araştırmalara göre meme kanserinin yeni tipleri bulunmaktadır. Yaşlılarda yavaş seyrettiği doğru değildir, yavaş seyreden türleri de vardır, hızlı seyreden türleri de.

5-Meme kanseri ameliyatı sırasında yapılan incelemede lenf bezi temizse sonuç kesindir!


Az miktardaki kanser hücresi ameliyat sırasındaki incelemede yüzde 10-15 oranlarında görülemeyebilir. Ameliyat sonrasında yapılan patolojik inceleme sonucunda kesinleşir.

6- Mamografi ve biyopsideki tümör boyutları aynıdır!


Mamografi kanserin bulunduğu bölgeyi gösterir. Biyopsiden elde edilen sonuçla mamografiden elde edilen sonuç aynı olmayabilir. Mamografide elde edilen sonuçların çoğu zaman kanserle ilgisi olmayabilir.

7-Şeker kanser dokusunu büyütür!


Kanser hücreleri vücuttaki normal hücrelere göre daha fazla şeker tüketir, bu bilimsel açıdan bir gerçektir ve doğrudur. Ancak şeker tüketmek, kanseri tetikler veya hızlandırır diye bilimsel bir gerçeklik yoktur.

8- Kemoterapi bağışıklığı çökertir!

Vücudun bağışıklık sistemi ikiye ayrılır:
1-Kanserle savaşan asıl hücrelerin bulunduğu sistem.
2-Basit bağışıklık hücrelerinin bulunduğu sistem.
Kemoterapi kanserle savaşan asıl hücrelerin bulunduğu bağışıklık sistemine zarar vermez. Basit bağışıklık hücrelerine zarar verir.

9- Bağışıklık sistemini iyi beslenerek güçlendirmek mümkündür!

Bağışıklık sisteminin ilaçlarla baskılanmasına karşı yapılabilecek fazla bir şey yoktur. Mantar yesek bağışıklığımız güçlenir mi diye sorular soruluyor. Bu alanda besinlerin etkisiyle ilgili birçok bilimsel çalışma yapılıyor. Ancak tek başına bir besinin bağışıklığı güçlendirdiğine ilişkin bilimsel bir veri yok.

10- Kemoterapi sonrasında çıkan saçları boyatmak kanserin nüks etmesine yol açar!
Bu alanda çok bilimsel araştırma yapıldı. Ancak saç boyatmanın nüksü artırdığına ilişkin bir sonuç bulunamadı.

11-Meme kanseri olanlar doğuramaz! 


Eğer bir kadına meme kanseri tanısı konulmuşsa erken dönemde doğurmasına izin verilmiyor. Ancak uzun bir dönemi hastalıksız olarak geçirebildiyse, bu yapılan testler ile de doğrulandıysa doktorunun izniyle gebeliğe izin veriliyor. Ya da genç hastalar söz konusu olduğunda, yumurta hücreleri ve yumurta dokusu saklanabiliyor.

12-Memenin tamamen çıkarılması kanserin sıçramasını önler!


Bilimsel araştırma sonuçlarına göre, meme koruyucu cerrahi ve memenin tamamen çıkarılması arasında, hastalığın nüksü bakımından fark yok. Meme tamamen çıkarılsa da hastalık nüksedebiliyor. Göğüs duvarında ya da başka organlarda nüks oluyor.

13-Ailesinde kanser yoksa meme kanseri görülmez, ailesinde varsa görülür!

Ailesinde meme kanseri bulunan kişilerde görülme riski vardır, ancak ailesinde meme kanseri hastası bir kişi olmaması o kişide de hastalığın olmayacağı anlamına gelmez. Bazı kadınlar meme kanseriyle ilgili gen mutasyonunu taşıyor ama hastalanmıyor. Bazıları hastalanıyor. Bunun garantisi yok.

14-Tamamlayıcı tıptan fayda görülmez!


Tamamlayıcı tıp ot, çöp kaynatmak değildir. Yoga, meditasyon, sanatla uğraşmak, hobi edinmek hastalar için son derece faydalıdır. Kanseri yenmiş kişilere biz daima uğraş edinmelerini öneriyoruz. Spor yapmalılar, beslenmelerine dikkat etmeliler. Kilo almak, östrojeni artırıyor, bu da kanser riskini artırıyor. Kiloyu korumak için günde tempolu olarak 45-60 dakika arasında spor yapılmasını öneriyoruz. Unutmayın ki vitrin bakarken yürümek spor olmuyor, tempolu olması gerekiyor.

15- Kanser taramasında PET-BT yüzünden fazla radyasyon alınıyor!


BT nedeniyle radyasyon ışını verildiği doğrudur. BT kanserin yerini belirlemede kullanılıyor. PET – BT gerçekten gerekliyse radyasyondan korkmak gereksizdir.

16- Radyoterapi süresince banyo yapılmamalıdır!


Yıkanmanın hiçbir olumsuz etkisi yoktur. Aksine duş almaya devam edilebilir. Ancak tahriş edici ürünler kullanılmamalı, lif, kese yapılmamalıdır. Bebe sabunu veya bebe şampuanı kullanılmalıdır.

17- Radyoterapi süresince küçük çocuklarla temas etmek radyasyon bulaştırır!


Radyoterapi sırasında radyasyon belirlenmiş bir hedefe yönelik olarak veriliyor. Örneğin ışını göğüs duvarına veriyorsak yumurtalıklara etkisi olmuyor. Radyoterapi bitince korkmadan çocuklarınıza, torunlarınıza sarılabilirsiniz. Çünkü radyasyonu eve götüremezsiniz.

18- Silikon taktırmak kanser riskini artırıyor!


Uzun yıllardır silikonun etkileri üzerinde bilimsel çalışmalar yapılıyor. Bunların sonuçlarına bakıldığında, memeye estetik amaçlı olarak silikon taktırmanın kanser yaptığına ilişkin bir bulguya rastlanmadı.

19- Meme kanseri ameliyatından sonra iki yılı tamamladım, risk geçti!


Meme kanseri aslında çok farklı klinik seyri olan bir hastalıklar grubudur. Aksine ameliyattan sonraki ilk 2 yıl tekrarlama riski yüksektir. Bu nedenle üç ayda bir kontrol yapılmalıdır. İlk 2 yıl yapılan takip çok önemlidir, aksatılmamalıdır.

 20- İleri yaşta tüp bebek yaptırmak meme kanseri riskini artırır, psikolojik travmalar hastalığa yol açar!

Eğer kişide meme kanseri riski varsa, birden fazla tüp bebek denemesi nedeniyle alınan ilaçlar ve yoğun psikolojik zorlanmalar hastalığa zemin hazırlayabilir. Büyük acılar çekmek tek başına kanser için neden değildir. Öyle olsaydı deprem enkazında çocuklarını kaybeden tüm kadınların kanser olması gerekirdi. Bu tür olaylar direkt etkili değildir.

21- Paraben içerikli kozmetikler, antiperspirant deodorantlar kanser yapar!

Paraben içerikli kozmetiklerin kanser yaptığı ya da terlemeyi önleyici antiperspirant deodorantların kanser yaptığıyla ilgili bilimsel bulgular yoktur. Talk pudrası içeren deodorantları deneyimsiz hekimler, memede mikrokalsifikasyon olarak değerlendirebilir. Ama alanında deneyimli hekimler bunun kanser odağı olmadığını kolaylıkla anlar.

22- Her yıl mamografi yaptırmaya rağmen kanser çıkar!

Meme kanseri eğer ele geliyorsa 8-10 yaşındadır. Yani 15-17 mm civarındadır. Tüm bu taramalarla ana amaç, ele gelmeden yakalamaktır. Bu nedenle tutabileceğimiz balıkların peşinden koşuyoruz. Tümör mamografinin görüntüleme alanı dışında kalıyorsa atlanabilir. Ancak hekim böyle bir şüpheyle ek incelemeler yaparak kesin bir sonuca ulaşmaya çalışır.

23-Kemoterapi sırasında saç boyatılmaz, zararlıdır!


Eğer kötü bir saç boyası kullanılırsa saçlar dökülebilir. Çünkü sindirim sistemi tümörleri ve metastazlarda kullanılan bazı ilaçlar vardır. Bunların etkisiyle zaten saçlar dökülür bir de kötü boya bu dökülmeyi artırır. Kına yapılmasını önerebiliriz, besleyici etkisi vardır. Organik boyayla boyayabilirler.

24- Lazer epilasyon kanser riskini artırır!

Lazer epilasyonun kansere yol açtığı ya da riski artırdığına dair bilimsel bir araştırma sonucu yoktur.

25- Meme alındıktan sonra silikon takılması zararlıdır!

Artık tüm dünyada meme kanseri nedeniyle tüm meme alınırken (mastektomi ameliyatı yapılırken) aynı seansta meme silikonu da takılabilir. Hastaya bir zararı yoktur.

Alıntı:ntvmsnbc.com

Son %100 yerli özel hastanede yabancılarla görüşüyor


Sağlık sektöründe hareketli günler yaşanıyor. Bir taraftan içeride çeşitli sağlık kuruluşları arasında satış görüşmeleri yaşanırken bir taraftan da yabancıların ilgisi devam ediyor. Sektörde yabancıların son dönemde en çok ilgi gösterdiği kurumlardan biri olarak Medicana gösteriliyor, hatta satışın çok yaklaştığına ilişkin yorumlar yapılıyor. Dönem dönem yabancı fonlarla çeşitli görüşmeler yaptıklarını doğrulayan Medicana Hastaneler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Hüseyin Bozkurt, "ancak son dönemde görüşmeler yavaşladı. Somut bir gelişme yok" dedi.


Türkiye'de sağlık sektöründe yatırım yapan yabancı sayısı giderek artıyor. Hastane ve yatak sayısı olarak Türkiye'nin en büyük 5 hastane zincirinin dördü halihazırda yabancı ortaklı.

SADECE MEDICANA KALDI

Acıbadem Hastanesi'nin yüzde 75 hissesi Japon ortaklı Malezyalı yatırım fonu Khazanah ve sağlık birimi Integrated Healthcare'e (IHH) ait. Medical Park'ta yüzde 40 hissenin sahibi ABD'li Carlyle Grup. Memorial'ın yüzde 40 hissesinin sahibi İngiliz Argus Capital ve Katar Yatırım Bankası. Alman Hastaneleri'nin sahibi Universal Grubu'nun yüzde 26 hissesinin sahibi de bir Dünya Bankası kuruluşu olan IFC ile uluslararası yatırımcılar ADM Capital ve PGGM konsorsiyumu.

Bu beş büyük hastane zinciri arasında yer alan Medicana Hastaneler Grubu ise şimdilik yüzde 100 Türk sermayeli. Ancak 8 hastaneye ve 1170 yatağa sahip bu grup da bir süredir yabancı fonlarla dirsek temasında bulunuyor.

GÖRÜŞÜYORUZ AMA SOMUT BİR ŞEY YOK

Sağlık sektöründe son dönemde çok konuşulan bu konu ile ilgili iddiaları yanıtlayan Medicana Hastaneler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Hüseyin Bozkurt, son 4-5 yıldır dönem dönem yabancı yatırımcılarla görüşmeler yaptıklarını ve sektörde bu ortaklık görüşmelerini ilk yapan firmalardan olduklarını söyledi. Ancak söylenenlerin aksine son bir yıldır fazla aktif olmadıklarını söyleyen Bozkurt, "Şimdilik somut bir şey yok. Arada bazı firmalar geliyor ama genellikle görüş alışverişi şeklinde oluyor" şeklinde konuştu.

Öte yandan Medicana adına satış görüşmelerini yürüten Daruma Corporate Finance'tan alınan bilgiye göre de hastane için çok sayıda ciddi teklif ve görüşme olmasına rağmen sonuca ulaşmış somut bir anlaşma henüz gerçekleşmedi.

AL DİYEN DE VAR SAT DİYEN DE

Sektördeki büyük firmalar arasında yabancı ortak almayan ender firmalardan birisi olduğunu kaydeden Bozkurt, şunları söyledi:

"Bizi al diyen de var, ortak olmak isteyen de. Ama satmış olmak için laf olsun diye hisse satmayız. Sonuçta kendi ayakları üzerinde durabilen bir grubuz. Bizi uluslararası arenada büyütecek ve yabancı hasta turizmine katkıda bulunabilecek bir grupla ortaklığa gidebiliriz. "

Sağlık sektöründe Türkiye'ye gösterilen ilginin en önemli nedenlerinden birinin Türkiye'nin lokasyonu ve hastanelerin donanımları olduğunu anlatan Bozkurt, "Son 10 yılda Türkiye'de dev zincirler oluştu. ABD'ye de koysan takır takır çalışacak hastaneler bunlar. Üstelik Türkiye'deki tedavi ücretleri Avrupa'ya ve ABD'ye göre çok düşük. Bu durum Türkiye'yi sağlık turizmi açısından çok cazip bir hale getiriyor. Yabancılar da Türkiye'nin bu anlamda bir merkez olacağı öngörüsüyle büyük ilgi gösteriyor" diye konuştu.

GURBETÇİ TÜRKLER SEKTÖR İÇİN BÜYÜK POTANSİYEL

Bozkurt, sağlık sektörü açısından yurtdışında yaşanan Türklerin büyük bir potansiyel oluşturduğunu ancak bunun bir türlü harekete geçirilemediğini belirterek, "Aslında hükümetin konrtrolünde gurbetçi Türklerin bulunduğu ülkelerle anlaşma yapılabilir. Çünkü hem oradaki Türkler burada daha ucuz, daha çabuk ve daha rahat bir tedavi imkanına kavuşur hem de o ülkelerin üzerindeki mali yük hafifler. Bence bir an önce bu potansiyel değerlendirilmeli. Milyarlarca dolar gelir elde edilebilir" dedi.

"KÜÇÜK YAPILARA DA İLGİ VAR"


Sağlık sektöründe yatırım aşamasındaki bazı yabancıların danışmanlığını yürüten Medicalpark ve Universal’in eski CEO’su Mahir Turan, sektöre olan ilginin sadece hastaneler ve büyük gruplardan ibaret olmadığını söyledi.

Türkiye’de sağlık sektöründe mevzuatların iyice yerleşmesi ve şeffaflığın artması ile yabancılar açısından cazibesinin arttığına dikkat çeken Turan, "Önceki yıllarda gerçekleşen yatırımlar genellikle büyük gruplara yapıldı diye bunu bir kuralmış gibi anlamamak lazım. Ölçek tabi ki çok önemli fakat beraberinde verimlilik, büyüme potansiyeli, bu büyümeyi gerçekleştirecek yönetim, bu yönetimin tecrübesi, vizyonu gibi kriterler varsa bir anlam ifade ediyor. Yatırımcı bu kriterleri samimi şekilde ortaya koyabilen her yere ilgi duyar. Bu konuda bence artık daha avantajlı bir dönemdeyiz, çünkü şu ana kadar gerçekleşen yatırımlardan dünya çapında önemli başarı hikâyeleri doğdu, çeşitli ortaklık modelleri test edildi, iyi giden ve kötü giden yatırımlardan gelen bir tecrübe oluştu" dedi.

10 YILDA 100 MİLYAR DOLAR

Yerleşik ekonomilerin artık yatırımcının yüzünü güldürmediğini ve kâr marjlarının giderek daraldığına işaret eden Turan, şöyle devam etti:

"Oralarda artık daralan marjları da bıraktılar, “küçülmesin yeter” diyorlar. Artık ne varsa bizim gibi gelişen ekonomilerde var. Önceden istikrar, ölçek ve vizyon eksikti, şimdi onlar da var. Bugün Türkiye’de toplam sağlık harcamaları 60 milyar dolar civarında ve 2023 projeksiyonunda bu rakamı 160 milyar dolar olarak görüyoruz. Bu büyümeyi dünyanın neresinde güvenli ve ispatlanabilir şekilde ortaya koyarsanız koyun, yatırımcı oraya gider."

Daha küçük ölçekli gruplar ve hastanelerin de artık gidişatı gördüğünü kaydeden Turan, "İlle de bir yabancı yatırımcı için olmasa da, gelecekte var olabilmek için sistemlerini gözden geçirmek zorunda olduklarını biliyorlar. Bunlar arasında yönetim modellerini, mali yapılarını, büyüme hedeflerini gerçekçi şekilde masaya yatıranlar ve yeni sermaye girişiyle neler yapabileceklerini planlamış olanlar var. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde daha küçük ölçeklerde de yabancı yatırımcılar göreceğiz. Bunlar farklı hastanelerin bir araya gelmesinden oluşabilecek yeni gruplar olabileceği gibi, kendi içinde büyüyen hastaneler veya gruplar şeklinde de olabilir. Belirli aşamaya gelmiş örnekler var, süren görüşmeler var ancak bunların ete kemiğe bürünmesi biraz daha zaman istiyor" diye konuştu.

23 Ocak 2013 Çarşamba

İtalyan rahipten cemaate ''caio bella''

Kırmızı fularının da sallıyor...

700.000 sağlık çalışanı işçi mi olacak?


Sağlık Bakanlığı’nın kamu özel sektör işbirliğiyle dev şehir hastaneleri yapımına ilişkin tasarısı muhalefeti ayağa kaldırdı. 'Yerli ve yabancı yandaşlarınıza ülkenin geleceğini peşkeş çekiyorsunuz' '2.5 yıllık kira bedeliyle binayı yapacak, geri kalan 46.5 yıl kira alacak' 'Doktor, hemşire, sağlık teknisyeni 700 bin sağlık çalışanını işçi yapacaksınız" sözleri havada uçuştu. Tasarı görüşmelerine sendikalar gelmezken, Uluslar arası Yabancı Sermaye Derneği hazır bulundu. Sağlık Bakanı Akdağ, "Türkiye'de bugün kimse öküzlerini ya da karısının kolundaki bilezikleri satarak sağlık hizmeti almıyor" dedi.


Sağlık Bakanlığı’nın İstanbul, Ankara, Kayseri, İzmir, Eskişehir gibi illerde kuracağı dev şehir hastanelerine ilişkin yasa tasarısının Plan ve Bütçe Komisyonu’ndaki dünkü görüşmeleri sert tartışmalara neden oldu. Muhalefet milletvekillerinin sıkı bir hazırlık yaparak geldikleri toplantıda, tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlandı.

FİYAT FARKI YÜZDE 60

CHP Milletvekili Aytuğ Atıcı bu modelde sağlığın alınır satılır bir meta haline geldiğini belirterek, 25 yıllığına kira garantisi verilen Kayseri hastanesinin 3 yılda kendini amorti edeceğini, ama firmaya 22 yıl boyunca kira ödeneceğini ileri sürdü. Kayseri’de yatak başına 5.8 lira olan bakım bedelinin; Ankara Bilkent’te 7 liraya çıktığına dikkat çekti. “Hadi diyelim, Ankara daha pahalı. Peki o zaman aynı kentte, Bilkent’te 7 lira olan bakım bedeli, Etlik’te nasıl oluyor da 11,5 liraya çıkıyor. Fiyat nasıl oluyor da yüzde 60’tan fazla artıyor” diye sordu.

Aytuğ, “Hem bugünümüzü hem geleceğimizi satıyorsunuz. Bizi 49 yıl kira ödemeye mahkum ediyorsunuz” dedi.

“ÖNCE EVİN KİLİMİNİ ŞİMDİ KENDİSİNİ SATIYORSUNUZ”


CHP Milletvekili İzzet Çetin, sağlık tesislerinin kiralama karşılığı yaptırılması modelinin neden Kamu İhale Kanunu ile KDV ve harçlardan muaf tutulduğunu sordu. İngiltere’de bu model üzerine Sayıştay’ın yazdığı raporlara dikkat çeken Çetin, “Osmanlı’dan bu yana halkın birikimlerini kötü bir miras yedi gibi sattınız. Rahmetli Erbakan sizleri, ‘evin halısını, kilimini satan hayırsız evlatlara’ benzetmişti. Şimdi de evin kendisini satıyorsunuz” dedi.

Bu düzenlemeyle sağlığın bir kamu hizmeti olmaktan çıktığını belirten Çetin, Erzurum’da bin 200 yataklı bir kamu hastanesinin (Bakan 700 yatak, diye düzeltti) 193 milyon liraya mal olurken, Kayseri’de 1500 yataklı hastanenin nasıl oluyor da 650 milyon liraya mal olacağını sordu. “Yıllık 138 milyon lira kira vereceksiniz. Adam 3-5 yıllık kira karşılığı servete konacak. Bu bir peşkeş çekme modelidir. Kamudan yandaşa kaynak transferidir” dedi.

Kar amacıyla bu işe giren firmaların kredilerine ve bunların türevlerine Hazine garantisi verildiği gibi bir de KDV’den ve harçlardan muaf tutulduğunu vurgulayan Çetin, “Oysa adam zaten kar etmek için işi alıyor, burada zaten çıkarları var. Bu garanti niye? Tıpkı Osmanlı döneminde olduğu gibi yerli yabancı yandaşlarınıza imtiyazlar veriyorsunuz” diye konuştu.

“PATRONLAR BURADA ÇALIŞANLAR YOK”

MHP Milletvekili Mehmet Günal, tasarının 700 bin sağlık çalışanını yakından ilgilendirmesine rağmen, hiçbir sendikanın komisyona çağrılmamasına sert tepki gösterdi.

“Bütün hastaneler yerle bir oluyor, bütün çalışanların yerleri, statüleri değişiyor. Ama temsilcileri buraya çağrılmıyor” diyen Günal, Memur-Sen, Kamu-Sen ve KESK gibi memur konfederasyonları ile işçi konfederasyonlarının da toplantıya çağrılarak görüşlerini bildirmelerini özellikle talep etmelerine rağmen çağrılmamalarını eleştirdi.

Bunun üzerine Türk Tabipleri Birliği ve Uluslar arası Yabancı Sermaye Derneği’nin (YASED) davet edilmediği halde toplantıya geldiği bilgisi verilmesi üzerine CHP Milletvekili İzzet Çetin, “Demek ki YASED yandaş kuruluş, kendilerine haber verilmiş ama sendikalara haber verilmemiş” yorumunu yaptı.

Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanı Lütfi Elvan ise davetlerin sadece konuyla doğrudan ilgili sivil toplum kuruluşlarına ve meslek odalarına yapıldığını ancak dolaylı ilgisi olup da gelmek isteyen kimseyi geri çevirmediklerini vurguladı.

TÜRKİYE İÇİN VAZGEÇİLEMEZ BİR MODEL


AKP Milletvekili Recai Berber, bu modelle sadece inşaat yapılmadığını, bu nedenle klasik yöntemle yapılan hastane bedelleriyle bunların karşılaştırılamayacağını savundu. Kamu özel ortaklığının Türkiye için vazgeçilmez bir model olduğunu belirten Berber, bu yöntemle özel sektör kaynaklarını da yatırımlara dahil ettiklerini söyledi.

“2.5 YILLIK KİRA MALİYETİNİ KARŞILAYACAK 46.5 YIL KİRA ALACAK”

CHP Milletvekili Aydın Ayaydın tasarı ile sağlığın bir emtia haline getirildiğini belirterek, milyarlarca dolarlık hastane yapımlarının Kamu İhale Kanunu kapsamı dışına çıkarıldığına dikkat çekti. “Yüklenici firma tesisleri yapacak, devletten 49 yıla kadar uzanan sürelerde kira alacak. Yani 2.5 yılda yaptığı yatırımı geri alırken, 46.5 yıl boyunca devlet kendisine kira ödemeye devam edecek” diyen Ayaydın, Etlik, Bilkent ve Elazığ şehir hastanelerinin ihalelerinin Danıştay tarafından durdurulduğunu anımsattı.

Sağlık Bakanlığı Yasasını ‘asli görevlerini’ devrettiği gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne taşıdığını söyledi. “Bırakın kamunun yararını kamu zarar etme noktasına gelmiştir” diyen Ayaydın, klasik yöntemle çok ucuza yapılabilecek hastanelerin, bu sistemle kat be kat pahalıya çıkacağını söyledi.

“DOKTOR İŞÇİYE DÖNÜŞÜYOR”


Türk Tabipleri Birliği Genel Sekreteri Beyazıt İlhan, alt komisyonda bulunmalarına karşın görüşlerinin sadece doktorlarla sınırlı tutulması konusunda uyarıldıklarını anlattı. Ancak TTB’nin sağlık konusunda kamusal sorumluluğu olduğuna dikkat çeken Beyazıt, bu tasarının sadece finansman tasarısı olmadığını, 700 bin sağlık çalışanının özlük haklarını, çalışma koşullarını yakından ilgilendirdiğine dikkat çekti. Kamu-Özel sektör ortaklığının bir özelleştirme modeli olduğunu vurgulayan İlhan, İngiltere’de uygulanan bu modelin birçok sağlık çalışanının işten atılmasıyla sonuçlandığını söyledi.

“DOKTORLAR İŞTEN ATILDI”


Bu modelin yüklenici firmaya yapılacak yıllık kira ücretlerini döner sermayeden ödenmesini öngördüğünü, İngiltere’de kirasını ödeyemeyen hastanelerin çalışanları işten attığını anlattı.

“Tasarıda net olarak görüyoruz ki; Sağlık Bakanlığı kendi tesis ve hastanelerinde hatta toplum sağlığı merkezlerinde kiracıya, sağlık çalışanları ise işçiye dönüşüyor. Çekirdek sağlık hizmetleri, hekim, hemşire, sağlık teknisyenlerinin yaptığı işlerin de ihaleyi alan firma aracılığıyla yapılmasının önü açılıyor. 130 bin hekim adına talep ediyoruz ki, bu madde değişmeli” dedi.

“HASTANELERDE LASTİK SATMA DÖNEMİ”


BDP Hakkari Milletvekili Adil Kurt ise bu yasanın bir AVM yasası olduğunu, hastane alanlarında oto lastikçisine kadar izin verdiğini, hastanelerin AVM’ye dönüştürüldüğünü söyledi. Devletin hemşire, laborant, teknisyen çalıştırmayacağını bunları taşeron işçiye dönüştüreceğini belirten Kurt, “Yüklenici firmalara çalışanların emeği üzerinden kar sağlayacak bir sistemin neresi doğrudur” diye sordu.

CHP Milletvekili Müslim Sarı ise 30 milyar dolarlık sağlık yatırımının yanı sıra ulaştırma, enerji ve eğitim yatırımlarının da bu modelle yapılacağı düşünüldüğünde 100 milyar dolara ulaşmasının hesaplandığını söyledi. Hazine garantilerinin sadece yatırım için gerekli finansman tutarını değil, türev ürünlerini de kapsadığına dikkat çeken Sarı, “Olası bir riskte Hazine ne kadar garanti üstlenecek” diye sordu. Bunun gelecek nesillere çok büyük yükler getireceğini belirten Sarı, “Olası ödemelerin yapılamaması durumunda doktor ve sağlık çalışanlarının döner sermaye paylarının düşmesinden, vatandaştan alınan katkı paylarının artmasından endişeliyim” dedi.

700 BİN ÇALIŞAN İŞÇİ Mİ OLACAK?

Muhalefet milletvekilleri ve Türk Tabipleri Birliği Sağlık Bakanlığınca Kamu Özel Sektör İşbirliği Modelince Tesis Yaptırılması, Yenilenmesi, ve Hizmet Alınması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarının 1. maddesinin e fıkrasının 700 bin sağlık çalışanını kamu çalışanı statüsünden çıkarıp, işçi yapacağını iddia ettiler. Buna neden olan fıkra ise şöyle:

e) Hizmet Bedeli: Bedelin bir unsuru olup 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunun 36.maddesinde belirtilen yardımcı hizmetler sınıfı ile sağlık hizmetleri ve yardımcı sağlık hizmetleri sınıfı personeli tarafından yerine getirilmesi gereken hizmetlerden yükleniciye gördürülecek hizmetlerin sunulması karşılığında iadere tarafından yükleniciye ödenen ve dönemsel piyasa testi ile güncellenen bedeli.


“SAĞLIK İÇİN ÖKÜZ YA DA BİLEZİK SATILMIYOR”


Sağlık Bakanı Recep Akdağ ise tasarının tümü üzerindeki görüşmelerin tamamlanmasından sonra eleştirileri yanıtladı. Amaçlarının hastaneleri şehir dışına çıkarmak olmadığını, ilçe hastanelerinin yapımının devam ederken, şehir hastaneleri ile bölgedeki hastalara hizmet vermeyi hedeflediklerini anlattı.

Dünya Sağlık Örgütü'nün geçen yılki raporunda başarılı sağlık sistemleri içinde Türkiye’yi de anlattığına vurgu yapan Akdağ,sağlık göstergelerinde son 10 yılda önceki on yıllarla kıyaslanamayacak şekilde iyileşmeler sağlandığını söyledi. Akdağ, “Türkiye'de bugün kimse öküzlerini ya da karısının kolundaki bilezikleri satarak sağlık hizmeti almıyor” dedi.

Yapılacak hastanelerle ilgili etki analizi yapmanın mümkün olmadığını dile getiren Akdağ, komisyon üyelerine, “Biz sizden yatırım bütçesi istemiyoruz. Bu bir ihale kanunu, bir model. Bu kanunla 1 hastanede yapılabilir 100 hastane de yapılabilir” dedi.

Muhalefetin iddia ettiği gibi yüklenici firmaların maliyetlerini 3-5 yılda değil; 12 yılda geri alacaklarını bunun da makul, kabul edilebilir bir süre olduğunu ifade eden Akdağ, “Biz bu modelde sadece binayı yaptırmıyoruz. Aynı zamanda tüm donanımı ile bunların kiralama süresi boyunca tüm bakım hizmetleri de bu bedeller içinde. O nedenle klasik yöntemle yapılan bir hastanenin maliyetiyle bu karşılaştırılamaz” dedi.

Danıştay’ın hastane ihalelerini, Türk Tabipler Birliği’nin dava dilekçesinde yer almayan bir nedenden iptal ettiğini belirten Akdağ, konuyu Anayasa Mahkemesine götüren 13. Dairenin ise, daha önce uygun görüş bildirdiği bir konuyu mahkemeye götürerek kendisiyle çeliştiğini söyledi.

Alıntı:Aysel ALP/Hürriyet

22 Ocak 2013 Salı

Yazıcıdan ''et'' çıkacak

ABD merkezli yeni bir şirket olan Modern Meadow (Modern Çayır) üç boyutlu yazıcılar kullanarak yapay et üretmeye hazırlanıyor.

Silikon Vadisi'nin önde gelen yatırımcılarından, Paypal'ın kurucularından ve Facebook'a ilk dönemlerde yatırım yapan isimlerden Peter Thiel, bu şirkete de 350 bin dolar yatırım yaptı. Baba-oğul Gabor ve Andras Forgacs tarafından kurulan şirket, üç boyutlu yazıcı teknolojisine yeni bir boyut kazandırmak istiyor.

Bio-yazıcı sistemi nasıl çalışıyor?

Üç boyutlu yazım, dijital modeller kullanılarak katı nesnelerin üretilmesine verilen ad. Bu teknikte nesne küçük damlalar halinde art arda, katman katman yerleştirilerek üretiliyor.

Son 10 yıldır kullanılan bu teknikle şimdiden mücevherler, oyuncaklar, mobilyalar, arabalar, hatta son zamanlarda silah parçaları bile üretiliyor. Bazı araştırmacılar çikolata gibi gıda maddelerini üretmeyi de başardı.

Ancak Missouri Üniversitesi'nden Prof Gabor Forgacs bio-yazıcı tekniğiyle, canlı bir yaratığın bir parçasını üretmenin, çikolata üretmekten çok daha zor olduğunu belirtti.

Forgacs "Biz canlı malzeme basıyoruz -- hücreler biz onları yazdırırken canlı haldeler" dedi.

Doku baskısı yapmanın yepyeni bir aşama olduğunu belirten Forgacs, ekibiyle beraber şimdiden bir prototip üretmeyi başardıklarını ancak bunun henüz tüketime uygun hale gelmediğini ifade etti.

Biyomühendislik ürünü etin yapımında ilk adım, bilim adamlarının biyopsi adı verilen yöntemle hayvanlardan kök hücre ve başka özel hücreler alınması. Kök hücreler kendilerini birçok kez yeniden üretebiliyor, özel işlevli hücrelere dönüşebiliyor. Bu hücreler gerekli miktarda çoğaltıldıktan sonra bio-kartuşlara yerleştiriliyorlar.

Dolayısıyla bio-yazıcının kartuşlarında geleneksel mürekkep ya da plastik malzeme değil de, binlerce canlı hücreden oluşan bir biyomürekkep bulunuyor. İstenen biçimde "yazdırılan" biyomürekkebin parçaları doğal olarak birleşiyor ve canlı doku oluşuyor.

Tedavi amaçlı kullanım


Bu yöntem, bio-yazıcıları yapay organ üretiminde kullanma çabalarıyla benzeşiyor.Deneyler şimdiye dek yalnızca hayvanlar üzerinde yapıldı.

Profesör Forgacs'ın kurduğu bir diğer şirket, Organovo, 2010 yılında tek bir kişiden alınan hücrelerle işler durumda kan damarları "yazdırmayı" başarmıştı. Tabii bu teknik insanlar için kullanılmadan önce geliştirilmeye muhtaç durumda. Ancak gelecekte mezbaha korkusu olmadan yaşayacak inek sayısının artması, pekala mümkün.

Alıntı :ntvmsnbc.com / Katia Moskvitch- BBC Teknoloji Muhabiri

18 Ocak 2013 Cuma

Her burun tıkanıklığı ameliyat edilmeli mi?


Burnun temel görevleri soluduğumuz havayı nemlendirmek, ısıtmak ve süzmek. Burun içindeki büyük boşluğu iki eşit parçaya ayıran bir orta bölme yani septum bulunuyor. Bu bölme burun dış kısmına yakın bölümde kıkırdak ve daha içeride de kemikten oluşuyor. Burun boşluklarının yan duvarında ise burun etleri yani konkaların bulunduğunu belirten KBB Uzmanı Op. Dr. Hakan Yenice, konkaların burna giren havanın ısıtılması, nemlendirilmesi ve süzülmesine katkıda bulunduğunu söyledi.

Op. Dr. Hakan Yenice, burun tıkanıklığına neden olan durumları,
• Burun orta bölmesi eğriliği (septum deviasyonu),
• Burun yan duvar etlerinde büyüme (konka hipertrofisi, konka bulloza, polip,
• Burun mukozası şişmesi (nezle, rinit, alerjik rinit),
• Akut ve kronik sinüzit olarak sıraladı.

Yenice, burun tıkanıklığının ameliyat gerektirdiği durumlar, ameliyat yöntemi ile iyileşme süreci hakkında bilgi verdi ve sık sorulan soruları şöyle yanıtladı: “Burun tıkanıklığı yapan nedenlerin tespitinde endoskopik muayene çok önemlidir. Hekim gerek görürse ek patolojilerin tespiti için BT gibi radyolojik inceleme yapabilir. Cerrahi girişim ile burun orta bölmesi eğriliği ve burun yan duvar etlerinde büyümelere müdahale edilebilir ve iyileşme sağlanabilir. Ancak mukoza şişmesi ile ilgili nezle, rinit ve alerjik rinit gibi sorunlar cerrahi ile giderilemez. Burun tıkanıklığı kişi için sorun haline gelmişse, yani kişi günün büyük bir bölümünü burundan değil de ağızdan nefes alarak geçiriyorsa, gece horlamaları oluyorsa operasyon yasam kalitesini düzeltmek için düşünülmelidir.

BÖLME EĞRİLİĞİNDE AMELİYAT NEDEN GEREKLİ?

Burun bölmesinin eğriliği, hem çevresindeki yüz kemiklerinin farklı gelişimlerine bağlı çekilmeler sebebiyle hem de doğum sırasında ve erken çocukluk döneminde oluşabilen darbeler sonucu oluşur. Eğer eğrilik aşağıdaki sorunlara neden oluyorsa ameliyatla düzeltilmesi hasta için yararlıdır:
• Burun solunumunun engellenmesi, horultulu solunum,
• Bas/yüz ağrısı,
• Tekrarlayan sinüs iltihapları,
• Gırtlak ve bronş iltihapları,
• Orta kulağı havalandıran östaki borusu nezlesi ve orta kulak iltihaplarına eğilim,
• Burnun arka bölümü veya sinüslerin ameliyatları,
• Belli tip burun kanamaları.

AMELİYAT NASIL YAPILIR?

Ameliyat burun içinden yapılır. Burun bölmesi üzerindeki örtü (mukoza) kesilir ve burun bölmesinin eğri olan kısmının üzerinden ayrılır. Kıkırdak ve kemikteki eğri ve fazla olan kısımlar çıkartılarak veya yeniden şekillendirilerek burun bölmesi düzeltilir. Yani amaç eğri olan burun ortasındaki duvarı düz bir duvar haline getirmektir. Daha sonra ayrılan mukozanın bu duvara yeniden yapışması için dikiş atılır ve gerekirse nasal silikon kalıp yerleştirilir.

BURUN YAN DUVAR ETLERİNE MÜDAHALE YAPILIR MI?

Eğer burun içindeki etler de (konkalar) çok büyük ve solunumu zorlaştırıyorsa, aynı zamanda burun etlerine de müdahale edilebilir. Tedavi seçeneklerinde radyofrekans kullanılarak konka küçültme ve endoskopik konka redüksiyonu yöntemleri mevcuttur.

HANGİ ANESTEZİ YÖNTEMİ UYGULANIR?

Çok özel durumlar dışında tamamen genel anestezi ile bu ameliyatlar yapılmaktadır. Bunun temel nedeni ise hem hastanın hem de hekimin ameliyat sırasında daha rahat olması ve daha etkin bir cerrahi işlem yapılabilmesidir.

AMELİYAT SONRASI DÖNEM ZOR GEÇER Mİ?

Ameliyattan sonra burun içine yerleştirilen silikon kalıp 48 - 72 saat sonra alınır ve hekim tarafında burun içi temizliği yapılır. Burun tıkanıklığı ve buna bağlı yakınmalar ortadan kalkar. Burun iyileşme süreci 1 - 2 hafta daha devam eder. Bu dönemlerde ağrı giderici ilaçlar kullanılmak ile birlikte birçok hasta ağrıdan çok fazla yakınmaz.

AMELİYATTAN SONRA ŞEKİL DEĞİŞİKLİĞİ OLUR MU?

Ameliyat sonrası burunda şekil değişikliği oluşmaz. Yüzde şişme ve morluklar oluşmaz. Burun orta bölmesi eğrilikleri düzeltilirken burun estetik cerrahisi de ameliyata eklenerek burun dişi değiştirilebilir. Aynı anda estetik cerrahi müdahalesi yaptığımız hastalarda şişlik morluk olabilir.

HANGİ YAŞLARDA YAPILABİLİR?

Genel olarak yüzdeki kemik ve kıkırdak gelişiminin durduğu 18 yaşından sonra ameliyat yapmak daha uygundur. Buna karşın 50'li ve 60'li yaslardaki hastalarda da yapılabilir.

Alıntı:ntvmsnbc.com

Hamileler hangi testleri yaptırmalı?


Gebelik takibi önceleri 16. haftada başlatılıyor ve ayda bir kez yapılan rutin takipler, 30. haftadan sonra genellikle 2 haftada bir, 36. haftadan sonra ise haftada 1 olarak doğuma kadar sürdürülüyordu. Bunun nedeni ise gebelik zehirlenmesi (preeklamsi) ve ani başlayan kanamalar gibi çeşitli komplikasyonların hamileliğin ikinci yarısından sonra görülmesiydi. Oysa son yıllarda tıp teknolojisindeki gelişmeler ve bilgi birikimi sayesinde anne ile bebeğin yaşamını tehdit edebilen pek çok komplikasyon 3 basit yöntemle hamileliğin henüz ilk haftalarında belirlenebiliyor; anne adayının öyküsünün alınması, kan tahlili ve ultrason muayenesi.

Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Prof. Dr. Lütfü Önderoğlu, bu 3 yöntemle anne ve bebekte hangi sağlık sorunlarının tespit edilebildiğini anlattı. Prof. Önderoğlu, 11.14. haftalar arasında yapılan tek bir muayene ile anne ile bebeği düşük veya yüksek riskli grup olarak ayrılabildiğini belirterek şunları söyledi:

“Özellikle ilk üç ay sonunda kontrollerin yapılıp, bundan sonraki bakım programlarının kişiye ve ihtiyaca özgü yeniden planlanması hem anne hem de bebek için yaşam kurtarıcı oluyor. Çünkü bu sayede sağlık hizmeti çok daha verimli ve etkili verilebiliyor. Riskli gruplar erken dönemde belirlendiğinde anne veya bebekte oluşabilecek gebelik kayıpları, erken doğum, doğum öncesi kanamalar, büyüme geriliği, preeklamsi ve Down Sendromu gibi ciddi komplikasyonlar tespit edilerek, önlenebiliyor ya da sorun hafifletilebiliyor. Dolayısıyla her anne adayının 11-14. haftalar arasında, en ideali ise 12. haftada kontrole gelmesi çok önemli.”

MUAYENENİN 3 SİLAHŞÖRÜ: ÖYKÜ, TAHLİL, ULTRASON

1- Annenin öyküsü:
 Muayenenin ilk adımında anne adayına daha önceki hamilelikte erken veya ölü doğum, gebelik tansiyonu, gebelik zehirlenmesi, bebeğin anne karnında iyi büyümemiş olması gibi sorunların olup olmadığı soruluyor, yapmış olduğu doğum varsa bunun tam bir hikayesi alınıyor. Anne öyküsünün alınması yüksek risk taşıyan ve doğumu 34 haftadan önce yapılma tehlikesi olan anne adaylarını seçebilme ve önlem alma şansını sunuyor.


2- Kan tetkikleri: 
Anne adayının kan grubu, RH faktörü ve tam kan sayımı, geçirmiş olduğu enfeksiyonların araştırılmasının yanı sıra bu döneme ilişkin bazı özel hormon ve plasental proteinlerin bakılarak, anne yaşı ile gebelik haftasının birleştirildiği birinci ilk üç ay testi yapılabiliyor. Elde edilen test sonucu olasılık hesabı ile anne adayının kromozom anomalili bebek doğurma, preeklampsi ve buna bağlı büyüme geriliği riskleri sayısal olarak tespit ediyor. Çok yüksek risk taşıyanlar ile düşük risk taşıyan gebelerin ayrımına da böylece olanak tanınıyor. İlk trimester kan testinden en iyi sonucun alınabilmesi için bu test, ultrasonografi ile bakılan bebeğe ilişkin bazı özel ölçümlerle birleştiriliyor.

3- Ultrasonografi: 
11-14 hafta arasında yapılacak ultrasonografi ile gebeliğe ilişkin pek çok bilgi alınabiliyor. Bu dönemde özellikle ense saydamlığı ölçümü birinci trimester tarama testi olarak biyokimyasal değerler ile kombine edildiğinde ve gerekirse kalbe uygulanan duktus venozus doppleri, kalp kapağı doppler ölçümlerinin yanı sıra burun kemiği değerlendirilmesi ile bebekte down sendromu gibi önemli kromozom anomalilerinin tahmin edilme şansı yüzde 90’lara ulaşıyor. Aynı zamanda çok erkenden bebekte majör yapısal anomalilerden anensefali, karın ön duvar anomalileri, mesane ve ağır nörolojik sistem anomalileri de görülebiliyor.

HANGİ RİSKLER TESPİT EDİLİYOR?

Prof. Dr. Lütfü Önderoğlu, hamileliğin ilk 3 ayında yapılan kontrollerde tespit edilip, alınan tedbirler ve tedavilerle ortadan kaldırılabilen veya zararları büyük oranda hafifletilebilen riskleri şöyle sıraladı:

ANNE ADAYINDA…

Gebelik hipertansiyonu:
 Anne adayının tansiyonunun 140/90 mmHg ve üzerinde seyretmesi, beraberinde böbrekten idrara protein kaçağı olmasına preeklampsi, bir başka deyişle gebelik zehirlenmesi adı veriliyor. Yüzde 6-8 sıklıkla rastlanan hamilelik zehirlenmesi annede beyin kanamasından akciğer ödemine, görme kaybı, böbrek ve kalp yetmezliğinden ölüme kadar çok ciddi tablolara yol açabiliyor. Anne karnında bebekte büyüme ve gelişme geriliği olabiliyor, plasentanın erken ayrılma riski de artıyor.


Erken doğum:
 Özellikle 34 haftanın altında gerçekleşen doğumlar sonucunda bebek ölümleri ve nörolojik kalıcı hasarlarla karşılaşılması bugün için en başta gelen sorun olarak görülüyor. Önceki gebeliklerde erken doğum, erken su kesesi açılması gibi öykü alınması ve mevcut gebelikte rahim ağzı ile kanalın sonografik takibi bu yönde yüksek risk taşıyan gebeliklerin saptanmasına yardımcı oluyor.

BEBEKTE…


Down Sendromu: 
11- 12 haftada anne yaşı, kan tetkikleri ve ultrasonografi takibinden alınan sonuçlar birleştirilerek bebekte kromozom anomali riski tespit edilebiliyor. Eğer bebek yüksek risk grubundaysa, örneğin down sendromu riski yüzde 1 civarında ise koriyon villüs biyopsisi önerisi yapılarak erkenden kromozom analizine olanak sağlanabiliyor. Yapılan bu birinci trimester taraması ile kromozom anomalileri yüzde 90 oranında tahmin edilebiliyor.

Fetal anomaliler: 
11-14 hafta sonografisi ile majör anomalilerin önemli bir bölümü tanınabiliyor. Örneğin bebeğin kafatası ve beyin dokusundaki gelişme sorunu, karın ön duvarındaki açıklık, dışarıya doğru fıtıklaşan bağırsak veya karaciğer, idrar kesesinde tıkanıklık veya dev bir idrar kesesi tespit edilebiliyor. Ayrıca gebeliğin ilerleyen dönemlerinde kendini gösterebilecek kalp anomalileri ile iskelet sistemine ait anomaliler hakkında ön fikir elde edilebiliyor ve bu gebeler yakın takibe alınabiliyor.

Büyüme ve gelişme geriliği: 
Yetersiz gelişme ve büyüme nedeniyle anne karnında ölüm olabileceği gibi doğum sonrası kalıcı özürler de gelişebiliyor. Bu bebeklerin önceden tespiti, daha farklı bir takip önerilmesi ve gerekirse erkene alınabilecek doğum kararları ile anne ile bebeğin yaşamları kurtulabiliyor.


Alıntı:ntvmsnbc.com

15 Ocak 2013 Salı

Hangi durumlarda elden reçete yazılabilir?




Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK), yaşanan teknik sıkıntılar sebebiyle 15 Ocak 2013’e ertelenen “e-reçete” uygulamasına istisnalar getirdi.

SGK, eczanelerin kurum, işyeri hekimlikleri ya da 112 acil sağlık hizmeti ve üniversitelerin mediko gibi birimlerinde düzenlenen manuel reçeteleri kabul edeceğini bildirdi.


SGK Başkanlığı’nın duyurusuna göre, e-reçete uygulaması, sistemde yaşanan teknik sıkıntılardan dolayı 15 Ocak 2013’e ertelendi. Bu tarihten itibaren yazılmış olan manuel reçetelerin eczaneler tarafından karşılanmayacağı belirtildi. Yeni uygulamaya göre, hekim tarafından hastaya yazılan e-reçetelerin manuel çıktılarının hastaya verilmesi gerekiyor. Ancak düzenlenen manuel çıktılar hastada kalıyor. Yeni sisteme rağmen eczaneler tarafından kabul edilecek manuel reçete uygulamasında bazı istisnalar da söz konusu oldu. İstisnalar şöyle:

* Kamu idareleri bünyesindeki kurum hekimliklerinde, işyeri hekimliklerinde, verem savaş dispanserlerinde, ana-çocuk sağlığı ve aile planlaması merkezlerinde, sağlık merkezi ve toplum sağlığı merkezlerinde, 112 acil sağlık hizmeti birimlerinde, üniversitelerin mediko-sosyal birimlerinde, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 1., 2., ve 3. basamak sağlık hizmet sunucularında düzenlenen reçeteler.
* Majistral ilaç içeren reçeteler.
* Kişiye özel yurt dışından getirtilen ilaçları içeren reçeteler.
* Yabancı ülkelerle yapılan “Sosyal Güvenlik Sözleşmeleri” kapsamında Kurum tarafından sağlık hizmeti verilen kişilere düzenlenen reçeteler.
* Medula hastane sisteminden provizyon alınamamasına rağmen sağlık hizmeti sunulması durumunda düzenlenen reçeteler.
* Acil hal kapsamında düzenlenen reçeteler.
* Aile hekimlerinin “gezici sağlık hizmeti” kapsamında düzenledikleri reçeteler.
* Evde bakım hizmeti kapsamında düzenlenen reçeteler.
* Medula sisteminin ve sağlık hizmet sunucusuna ait sistemin çalışmaması nedeniyle e-reçetenin düzenlenememesi halinde manuel olarak düzenlenen, üzerinde e-reçete olarak düzenlenememesine ilişkin “Sistemlerin çalışmaması nedeniyle e-reçete düzenlenememiştir ibaresi kaşe ya da el yazısı şeklinde bulunan ve bu ibarenin reçeteyi düzenleyen hekim tarafından onaylandığı reçeteler.

Alıntı: Milliyet

14 Ocak 2013 Pazartesi

İzmir'de, 112 kadrolarının görev yerleri değişiyor

21 ARALIK'TA Kıyamet Sağlıkta koptu...Türkiye çapında 7000 kişinin görev yeri değişirken İzmir'de de 112 doktorlarının yeri değişti.Üstelik bu tayinlerin sisteme 2012 ekim ayında girilmiş ve aktivasyon tarihi olarak 2012 aralık ayı kodlanmıştı.Bu atamalarda ne hizmet puanı, ne gönüllülük ne de PDÇ baz alındı.Doktorlar ve kurumlar , kimse böyle bir tayin için girişimde bulunmamıştı.Tüm doktorların tayini ;açığı olan devlet hastanelerine yapılmıştı.Bu tayinlerin Kamu Hastane Birlikler'nin açıklarını gidermek için yapıldığı görüşünü destekliyor.Ancak İzmir İl Sağlık Müdürülüğü tayinlerin iptaline uğraşıyor ve kimse görevinden ayrılmadı.Sırada 112'deki Yardımcı Sağlık Personeli var.Şubat ayı içinde ; 112 de görevli ATT,hemşire,sağlık memuru, ebeler için böyle atamaların yapılacağı konuşuluyor...

Tabip Odası'nın bu atamalar için bildirisi....
“SAĞLIK BAKANLIĞI,
İZMİR DE, YENİ BİR HATALI UYGULAMANIN EŞİĞİNDE !”
“112 ACİL AMBULANS HİZMETLERİNDE GÖREVLİ 40  HEKİM BU GÖREVLERİNDEN UZAKLAŞTIRILMAK İSTENİYOR !”
“SAĞLIK BAKANLIĞI’NI
 ANKARA DA ALINAN BU KARARDAN VAZGEÇMEYE DAVET EDİYORUZ !”
İzmir de, 112 Acil Ambulans hizmetleri, en üst yöneticisinden, ambulansta görev yapan hekim ve sağlık çalışanlarına kadar, bütün çalışanlarının özverili çalışmasıyla, Türkiye’de bu hizmeti, bu güne kadar en iyi şekilde veren bir kurumdur.
Ancak, Ankara’da, Sağlık Bakanlığı’nda alınan bir kararla, 112 Acil Ambulans hizmetlerinde çalışan 40 hekim bu görevlerinden ayrılmak zorunda bırakılmaktadır.
İzmir’in yerel şartlarını, hizmetin özelliklerini ve düzeyini hiç değerlendirmeden alınan bu karar, İzmir’in, bütün Türkiye’ye örnek olan,112 Acil Ambulans hizmetlerini çökertebilecektir.
İzmir’de 112 Acil hizmetlerinde 100 ambulans görev yapmaktadır. Bu ambulansların yaklaşık 20 tanesinde hekim bulunmaktadır. Hekim bulunan bu ambulanslar şehir merkezinde görev yapmakta, genellikle kritik hastaların müdahalesi de yapılarak sağlık kurumlarına ulaştırılmasını sağlamakta, yaşamsal bir görev yapmaktadırlar.
Bu ambulanslarda görev yapmakta olan deneyimli 40 hekimin bu görevlerinden alınması, hekim bulunan ve şehir merkezinde çalışmakta olan bu ambulanslardan en az 7-8’inin hekimsiz çalışmaya başlamasına neden olacaktır. Bu durum hastalar açısından yaşamsal sorunlara yol açabilecek durumların yaşanmasına yol açabilecektir. Böylece Türkiye’nin en iyi 112 Acil Ambulans hizmetinin verilmekte olduğu İzmirliler adeta cezalandırılmış olacaktır.
İlimizdeki hastalarımız açısından böyle yaşamsal bir risk ortaya çıkacağı gibi, bugüne kadar bu hizmeti özveriyle vermekte olan bu deneyimli hekimler de mağdur edilecektir. Bu kararın o kadar alelacele alındığı bellidir ki, görevlerinden alınacakları söylenen hekimlerin yasal durumlarına uyulmadığı da anlaşılmaktadır. Deneyim, kıdem, hizmet puanı, ailevi durum vb hiçbir yasal zorunluluğun göz önüne alınmadığı anlaşılmaktadır.
Bugüne kadar özveriyle çalışıp, İzmir’in 112 Acil Ambulans hizmetlerini Türkiye’nin en nitelikli hizmeti haline getiren bu meslektaşlarımızın bu özverili çalışmalarının karşılığı böyle hoyrat bir yaklaşım olmasa gerekirdi düşüncesindeyiz.
Sağlık Bakanlığı’nın bu kararı, İzmir’in yerel koşullarını yeterince değerlendirmeden aldığına inanıyoruz. Bu karar öncelikle İzmirli yurttaşlarımızı mağdur edecektir. Ayrıca bu hizmeti vermekte olan hekimleri hem mağdur edecek, hem de küstürecektir.
112 Acil Ambulans hizmetlerinde çalışan bütün hekim meslektaşlarımız son derece tedirgin bir bekleyiş içine sokulmuşlardır. Bu koşullarda hiç kimseden nitelikli bir hizmet vermesi beklenemez.
Sağlık Bakanlığını bu kararından vazgeçmeye çağırıyoruz !
İzmir’de bir çok hastanede, başta acil servisler olmak üzere bir çok birimde pratisyen hekim açığı olduğunu ve bunun acil servis çalışanlarının yükünü aşırı derecede arttırdığını biliyoruz. Bu durumun gerek çalışanlar ve gerekse halk sağlığı açısından tehlikeli bir duruma yol açtığı ortadadır.
Bu birimlerdeki açığın kapatılması için en doğru çözüm 112 Acil Ambulans hizmetlerinden hekim aktarılması değil, İzmir’in tayinlere açılmasıdır.
 Bir yeri düzeltirken diğer yeri felç etmek akılcı bir yaklaşım değildir.
Yerel yönetici ve çalışanların önerileri de göz önüne alınarak, İzmir’in koşullarını gözeten, hizmeti çökertmeyecek, hekimleri de mağdur etmeyecek bir yaklaşımın uygulanabileceğine inanıyoruz.
İzmir Tabip Odası Yönetim Kurulu adına,
Başkan  Dr. Suat KAPTANER
Genel Sağlık İs Sendikası Yönetim Kurulu adına,
Başkan Dr. Ali GÜL
Alıntı:izmirtabip.org.tr

Buca Seyfi Demirsoy Devlet Hastanesi'nde Kur'an Kursu...

Kamuoyuna yansıyan bilgilere göre Buca Seyfi Demirsoy Hastanesi’nde bazı çalışanların talebi üzerine bir “sosyal etkinlik” olarak Kuran kursu açılmıştır.
Bunun üzerine hastane yöneticisi sayın Op.Dr.Ali Kasap ile görüşülmüş ve bu uygulamanın bir kamu kurumunda gerçekleştirilmesinin uygun olmayacağı görüşü paylaşılarak, vazgeçilmesi talep edilmiştir. Ancak şu ana kadar durumda bir değişiklik olmadığı gibi uygulamayı savunan demeçler verilmiştir.
Ülkemizde eğitim başta olmak üzere kamusal alanın dinselleştirilmesi çabaları olduğu su götürmez bir gerçektir. Yaşanan durum, “sırada kamu hastaneleri mi var?” sorusunu akla getirmektedir.
Öncelikle şunu belirtmekte büyük yarar vardır; Türkiye Cumhuriyeti birçok niteliklerinin yanında “ laik”  bir devlettir. Ve bu ilkenin en çok geçerli olduğu ortam ise devletin en önemli yüzü olan “ kamudur”.
Hastanelerimiz ise 24 saat “ kamu hizmeti veren kurumlardır”.
Kuran kursu bir sosyal faaliyet derecesine indirgenemez. Bu, en başta, kutsal din duyguları ve inançlarla ilgili olarak birçok  tartışmanın kapısını açar. İnançlar kişilere özgüdür ve onların özel alanına aittir.  Kuran öğrenmek, tahta boyamak, ebru yapmak, halk oyunları oynamak ya da saz çalmak gibi bir etkinlik değildir, aralarına eşit işareti konulamaz.
Doğaldır ki her insanın inanç özgürlüğü vardır. İstediği takdirde dinini öğrenmek hakkıdır. Bu, temel bir insan hakkı olup, Anayasa’mızca da koruma altına alınmıştır.
İsteyen herkes buna uygun ortamı bulacak olanaklara bol miktarda sahiptir. Her işin kendine uygun ortamı ve yeri vardır.
Ancak bunun yeri bir kamu kuruluşu olamaz ve olmamalıdır. Eğer bu uygulama böyle giderse inanmayanlar ya da şu ya da buna inananlar; şu ya da bu ideolojiye inananlar aynı hakkı talep edebilirler. Doğal olarak bunun da bir hak olarak kabulü gerekir.  Böylesine uygulamalar kabul edilirse ortaya çıkacak akıl almaz tabloyu herkesin değerlendirmesine sunmak isteriz.
Bu durum aynı zamanda çalışanlar arasında ciddi bölünmelere yol açacaktır. Kursa gidenler, kursa gitmeyenler; başını örtenler, başını örtmeyenler gibi birçok ayrılıklar gelişecektir. Hastane yöneticileri ise inanç ve ideolojilerine göre bazı çalışanları kollayıp koruyacak, diğerlerine ise en azından mesafeli duracaklardır. Hatta bizzat bazı yöneticiler bu türden eğilimleri ve uygulamaları teşvik edeceklerdir.
Nitekim hastane yöneticisi  Op.Dr. Ali Kasap’ın Hürriyet gazetesinde yayınlanan ve “kursa gidenler için “Bunlar ince ruhlu, kibar, hastalara iyi davranan insanlar. Bunları şikayet edenlerse fevkalade kavgacı, hırçın insanlar” şeklindeki demeci tehlikenin boyutunu göstermesi açısından son derecede uyarıcıdır.
Bu açık ve çok tehlikeli bir ayrımcılıktır !
Sağlık çalışanlarının içinde bulunduğu mutsuz ortam ortadadır. Sağlık Bakanlığı’nın uyguladığı politikalar tüm sağlık çalışanlarında aşırı bir gerilim yaratmıştır. Aşırı işyükü, düşük ücretler, gelecek kaygısı, işgüvencesinin ortadan kaldırılma çabaları, resen tayinler, artık bir eziyete dönmüş olan  geçici görevlendirilmeler, yönetici baskıları, taraftar sendikaya geç baskıları ve tehditler, sıradanlaşan şiddet vb. meslekten soğumaya, kamudan kaçışa yol açmaktadır. Bunun yanısıra liyakat, birikim, bilgi ve becerinin yerini alan hükümetten yana olma, yandaşlık hali ciddi olarak tepkilere yol açmaktadır.
Sağlık çalışanlarının bu tepkilerini yapay ayrımlar yaratarak soğutmak ve başka alanlara yönlendirmek de bir yönetici niteliği olsa gerektir. Meslekler arası, aynı meslek içi, kurumlar arasında yaratılan bölünmeler ve rekabet asıl sorunları örtmenin perdesi olmaktadır.
Her görüş ya da inançtan tüm sağlık çalışanlarının sorunları ortaktır. Hep birlikte sağlık hizmeti üretiyoruz. Yapay ayrımlar yaratarak bizleri bölme ve dikkatimizi temel konulardan uzaklaştırmaya neden olacak uygulamalara karşı uyanık olmalıyız ve olacağız.
Uygun ve insanca çalışma koşulları, iş ve can güvencesi, emeğimize uygun ücret mücadelesinde birleşeceğiz ve haklarımızı alacağız.
Sağlık Bakanlığı’nı, Kamu Hastane Birliği Genel Sekreterini ve hastane yöneticisini uyarıyoruz ve bu uygulamanın biran önce sonlandırılmasını talep ediyoruz.
İZMİR TABİP ODASI
HERKES İÇİN ACİL SAĞLIK DERNEĞİGENEL SAĞLIK İŞ SENDİKASI İZMİR ŞUBESİ

Alıntı:izmirtabip.org.tr