27 Aralık 2011 Salı

Sağlık Bakanı dedi ki: Tahlillerinizi başaka doktorlara da gösterin

 EĞER SAĞLIK  BAKANI  BUNU DERSE VATANDAŞ  NE YAPSIN?GEÇEN  HAFTA BİR  OLAY YAŞANMIŞTI.HASTA YAKINLARI  DİR DOKTORU  GÖREVİ BAŞINDA DARP ETMİŞ SONRA DA ''ÖZÜR DİLERİZ.YANLIŞ DOKTORU DÖVMÜŞÜZ'' DEMİŞLERDİ.BU ARADA  DOKTOR DA YOĞUN BAKIMDAYDI.BAKAN İNSAN HAYATINI  KORUMAYI  HEDEFLEYEN BİR MESLEĞİ  KÜÇÜK DÜŞÜRMÜŞ ,SIRADAN ESNAF İLE AYNI KEFEYE KOYMUŞTUR.DOKTORLAR  ARTIK YAKIN DÖĞÜŞ TEKNİKLERİNİ  ÖĞRENMELİLER BENCE...


Hastaların tahlil sonuçlarını farklı hekimlere göstermeleri kültürünün oluşması gerektiğini belirten Sağlık Bakanı Recep Akdağ, “Bir elbise alırken bile mağaza mağaza dolaşıyoruz. Sen burada kalbini emanet edeceksin, gerekirse on yere de soracaksın. İnsanlarda artık bu kültürün oluşması lazım” dedi.

TAM GÜN’DEN GERİ DÖNÜŞ YOK

Akdağ, Tam Gün sıkıntısının sadece metropollerdeki üniversitelerin bazılarında olduğuna dikkat çekerek, artık Türkiye’de “para ver uzmana gözük” devrinin bittiğini vurguladı. Üniversite hastanelerine gelen hastaları uzman hekimlerin muayenehanelerine götürüp ciddi paralar karşılığında ameliyat ettiklerini hatırlatan Akdağ, “Artık bunlar tamamen bitti. Tam Gün’de bir daha geriye dönüşe izin vermeyiz. Buna Başbakan da izin vermez” şeklinde konuştu. Dışarıda çalışmayı tercih eden hocaların istedikleri takdirde ücret karşılığında üniversitelerde eğitim verebildiklerine dikkat çeken Akdağ, bu hocaların döner sermayenin hasta hizmetlerinde çalışamadıklarını söyledi ve şöyle konuştu:
“Şu anda üniversite hastanelerinde hizmet vermeyen hekimlerin sayıları yüzde 5’ler civarındadır. Dolayısıyla yüzde 95 kadarı hala hizmet veriyor. Bunlar döner sermayenin yanında bir de performans ücreti alıyor. Eskiden bu parayı vatandaş ödüyordu. Şimdi bu parayı vatandaşın yerine devlet ödüyor. Aslında bu sıkıntı Anadolu üniversitelerinde çıkmadı. Bu sıkıntı sadece metropollerdeki üniversite hastanelerinin bazılarında çıktı.” 


DEVLET HASTANESİNDE YAPTIRDIK

Star’da yer alan habere göre geçtiğimiz günlerde devlet hastanesinde oğlunu apandisit ameliyat ettirdiğini belirten Sağlık Bakanı Akdağ, “Daha sonra bir yakınımı da Erzurum’daki devlet hastanesinde ameliyat ettirdim. Özel hastanede de ameliyat ettirirdim ve para da istemezlerdi. Fakat devlet hastanesine daha çok güveniyorum” dedi. Doktor hastanın tahlil sonuçlarına bakarak kalbinden ameliyat edilmesi kararı verdiyse hasta bu sonuçları alıp başka doktorlara da göstermesi gerektiğini belirten Akdağ, şöyle konuştu: “Bugün bir elbise alırken bile mağaza mağaza dolaşıyoruz. Sen burada kalbini emanet edeceksin gerekirse on yere de soracaksın. İnsanlarda artık bu kültürün oluşması lazım. Çünkü şifayı Allah verir hekim vermez hekimi sadece vesile eder.” 

ACİLDE PARAYA 10 GÜN KAPAMA

Özel hastanelere gelen acil vakalardan ücret alınmadığını anımsatan Akdağ, para aldığını tespit ettikleri özel hastanelere 10 gün kapatma cezası verdiklerini hatırlattı.

Alıntı: ntvmsnbc.com

23 Aralık 2011 Cuma

İlaç katılım payından vekile zam çıktı

HER ZAMAN Kİ GİBİ...YİNE GECE YARISI ÜLKEM UYKUDAYKEN...BU MECLİS KİMİN MECLİSİ DİYE DÜŞÜNÜYOR İNSAN..YABANCI DOKTOR , HASTANE BİRLİKLERİ YASASI,TAM GÜN...HEP GECE YARISI VEYA  UZUN TATİL ÖNCESİ  ÇIKAN YASALAR VEYA KHK'LER...

Fransız parlamentosunda kabul edilen sözde soykırım inkarını suç sayan yasaya yönelik tepkilerin sürdüğü saatlerde gerçekleşen değişiklikle, bugüne kadar TÜFE oranında artan bakan ve milletvekili emekli maaşları Cumhurbaşkanının aylık ödeneğine endekslendi. Bu oran önce emeklilik yaşı ile prim gün sayısı koşullarının sağlanmaları kaydıyla Cumhurbaşkanı'na ödenmekte olan aylık ödemenin yüzde 40'ı esas alınarak Cumhurbaşkanı'na bağlanacak yaşlılık aylığının yüzde 42'si olarak belirlendi. Bu değişiklik maaşları yaklaşık 5 bin 600 TL'ye yükseltirken gece yarısı ikinci bir önerge daha verildi. Hesaplama yöntemindeki yüzde 42'lik oranın 31 Aralık 2020'ye kadar yüzde 60 olarak uygulanmasını öngören değişiklikle emekli maaşları bir anda 7 bin 750 TL'ye çıktı.

Prim desteği de geldi
Emeklilik hakkını elde edememiş eski vekillere de bu koşulları yerine getirmek kaydıyla yüksek rakamlı milletvekili emekliliği yolunu açan düzenlemeyle, bu vekillere prim desteği de sağlandı. Herhangi bir işte çalışmayanların milletvekili emeklisi olabilmek için ödemeleri gereken primin tamamı, çalışanların da ödedikleri prim ile ödemeleri gereken arasındaki fark bir yasama dönemi olan dört yıl süreyle TBMM bütçesinden karşılanacak.

3 kaleme kadar ilaca 3, ilave her kutuya 1 lira
3 kaleme kadar ilaca 3, ilave her kutuya 1 lira katkı payı geldi. Meclis Genel Kurulu'ndan dün gece geçen yasayla, SGK, aile hekimlerinin yazdıkları da dahil olmak üzere reçetelerden 3 kaleme kadar ilaç için 3 lira ilave her geçen kutu için 1 lira katılım payı almaya yetkili kılındı.

Alıntı: Hürriyet

Mide kanserinde midenin tümü alınıyor

Eskiden daha çok midenin altında yerleşen kanserin, beslenme alışkanlıklarının değişmesine bağlı olarak artık midenin üst bölümünde görüldüğünü belirten Prof. Dr. Ersin, "Eskiden midenin üçte ikisini alıyor, kalan işlevini görüyordu. Artık tamamını alıyor, mideyi kurtaramıyoruz. Midesinin tamamını aldığımız vaka sayısı arttı. Aman yediklerimize dikkat" dedi.

İzmir Kent Hastanesi Genel Cerrahi Kliniği’nden Prof. Dr. Sinan Ersin, insanların tuvalet alışkınlıklarındaki değişikliklere gösterdiği dikkati, beslenme alışkanlıklarındaki değişime göstermediğini savundu. Prof. Dr. Ersin, "İnsanlar, beslenme alışkanlığındaki değişikliklerin ya farkına geç varıyorlar ya da çok önemsemiyorlar. Oysa bu değişiklikler bir hastalığın habercisi olabilir. Tabii yemek seçenekleri çok olduğu için, belki birinden vazgeçip diğerine geçiyor, değişiklikleri fark edemiyor. Bu gaz yaptı diyor, yiyeceğe atıyor suçu. Oysa o sırada midede olan değişikliklerin başlangıcı olabilir. Katı, zor geçti boğazımdan diyor, yumuşak, sulu gıdaya dönüyor. Kilo kaybı çok ilerleyene kadar çok önem vermiyor buna. Halbuki bir gün tuvalete çıkamasa hemen çözüm arayışına giriyor" diye konuştu.

Prof. Dr. Sinan Ersin, sofra kültürünün özellikle gün içinde aranmadığını, hızlı tüketimin ön plana çıktığını söyledi. Hızlı yemek yenmesinin yanı sıra yiyeceklerin sıcak tüketildiğine dikkat çeken Prof. Dr. Ersin, sıcak ve hızlı yemenin, içmenin en başta reflüyü tetikleyen önemli faktörler olduğunu kaydetti. Prof. Dr. Sinan Ersin, "Bu son derece zararlı. Yiyeceklerin ısısının düşürülmesi gerekir. Çok sıcak çay içiyoruz. O çay elimize dökülse yakar ama midemize, yemek borumuza döküyoruz. Bu hücreler için zararlı, reflü için riskli. Beslenme alışkanlığımız da doğaldan fast food’a kaydı. Fast food denilen şeyler zaten ya kızartma ya da direkt ateşe maruz kalmış yiyecekler. Bir taraftan yüksek kalorili olmaları nedeniyle kilo almamızı da sağlıyorlar. Aşırı kilo da kanser açısından risk faktörü. Onun dışında hazır gıdalar, raf ömrü uzun olsun diye pek çok koruma faktörü içeren yiyecekler, yine koruma amaçlı yüksek oranda tuz içeren pastırma, sucuk gibi şarküteriler, ev salçası, turşu, tütsülenmiş, tuzlanmış balıklar mide kanseri açısından riskli yiyecekler. Ailesinde ve birinci, ikinci derece akrabalarında mide kanseri olanlarda taze meyve ve sebzeden fakir beslenme de mide kanseri açısından beslenmeye bağlı riskler. Genetik kadar çevresel faktörler de mide kanserinde önemli. Risk grubundakiler endoskopi yaptırmalı" dedi.

KANSER YER DEĞİŞTİRDİ

Prof. Dr. Ersin, dünyada mide kanserinin beslenme alışkanlıklarındaki değişikliklere bağlı olarak mide içindeki yerleşimini değiştirdiğine dikkat çekti. Eskiden kanserin daha çok midenin alt bölümüne yerleştiğini, midenin üst kısmında kanserin çok az görüldüğünü belirten Prof. Dr. Ersin şunları söyledi:

"Eskiden midenin daha çok bir kısmını alarak cerrahi tedavi yaparken, artık pek çok kez tümünü almak durumunda kalıyoruz. Eskiden midenin üçte 2’sini alıyorduk, kalan bölüm mide olarak işlevini sürdürüyordu. Ama kanser yer değiştirdi, artık midenin üstünde yer alıyor ve sadece bir bölümünü almak olmuyor. Artık tamamını alıyor, mideyi kurtaramıyoruz. Beslenme alışkanlıklarının değişmesine bağlı olarak midesinin tamamını aldığımız vaka sayısı arttı. Az gelişmiş ülkelerde hala eskisi gibi kanser midenin alt bölümünde görülüyor, çünkü hazır gıda tüketmiyorlar, daha doğal besleniyorlar."

Alıntı: Hürriyet

17 Aralık 2011 Cumartesi

Reçetelerde 4 kalem sınırlaması geliyor

Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) gereksiz ilaç tüketimini azaltmak amacıyla bazı Avrupa ülkelerinde olduğu gibi tane ile ilaç satışına hazırlanıyor. 2012 içinde başlanması öngörülen sisteme göre, ilaç eczanelere artık ambalajda değil kavanozda gelecek. Hastanın tedavisi için 5 hap gerekiyorsa 5 hap, 10 hap gerekiyorsa 10 hap sayıyla verilecek. Bu uygulama ile SGK gereksiz ilaç tüketimini de azaltma peşinde. Normalde hasta tedavi süresince sadece 30 hap kullanacaksa, bir ilaç kutusunda 20 hap olduğu için iki kutu ilaç parası ödenmek zorunda kalınıyor ve artan 10 hap ya çöpe gidiyor, ya da ecza dolaplarında bekliyor. Yeni sistemde ilaç eczanelere kavanozlarda gelecek. Doktor bir tedavi için sadece on adet hap kullanılmasını istediyse eczacı hastaya hapı sayıyla verecek.

TEKNOLOJİ HAZIR DEĞİL

Bu uygulamayı hemen başlatamadıklarını, çünkü sektörün henüz teknolojik olarak hazır olmadığını belirten SGK yetkilileri, hazırlıkların tamamlanmasının ardından uygulamaya başlanacağını ifade etti.

"SGK BÜTÇESİ İLAÇ NEDENİYLE AŞILMIYOR"

İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası (İEİS) Başkanı Nezih Barut, Sosyal Güvenlik Kurumu’nun (SGK) bütçe detaylarını göremediklerini belirterek, “Eczaneye verdiğimiz ilacın değerini biliyoruz. SGK’nın bütçe aşımına ilaç neden olmuş olamaz. Ama fatura bize kesiliyor” dedi. “Türkiye İlaç Endüstrisinin Küreselleşmesi için Devletle Ortak Yol Haritası” raporunun açıklandığı toplantıda Habertürk’e konuşan Barut, 350 ilaçta kalkan iskontolarla ilgili olarak şunları söyledi: “Bu 350 ilacın sahibi şirketler, iskontolu fiyattan satamayacaklarını belirterek Çalışma Bakanlığı’na başvurdu. Depolardaki ilaçlar bittiğinde başka ilaçların da yokluğu çekilebilir.”

REÇETE BAŞINA 4 İLAÇ SINIRI YASAYLA GELİYOR

Danıştay 10. Dairesi’nin Türk Tabipleri Birliği’nin başvurusu üzerine nisan ayında verdiği kararla SGK’nın Sağlık Uygulama Tebliği’nde yer alan “İstisnai durumlar hariç bir reçetede en fazla 4 kalem ilaç yazılır ve her kalem ilaçtan bir kutunun bedeli ödenir” hükmünü iptal etmesinin ardından reçete başına 4 ilaç sınırı bu kez yasayla geliyor. Reçete katılım payı olarak adlandırılan sistemle bir reçeteye yazılan ilaç sayısına göre taksimetre gibi artan 3+1 formülüyle katılım payı alınmasına ilişkin düzenleme kanun tasarısı olarak TBMM’nin gündeminde yer alıyor. Aynı tasarıyla en çok reçete yazan doktorlar arasında yer alan aile hekimlerinin gerçekleştireceği muayenelerde de katılım payı öngörülüyor. Bu tedbirlerin de yetersiz kalacağı öngörüsü üzerine reçete başına 4 ilaç sınırlaması bu kez tebliğ yerine yasa ile yapılacak. Yasalarla ilgili iptal kararı Anayasa Mahkemesi tarafından verildiğinden Danıştay’ın yeniden iptali önlenecek.

Alıntı: Gazete Habertürk/Ahmet KIVANÇ

Kamu hastanelerinde özel hastaneler gibi ücret ödeniyor

AKP iktidarı ile birlikte hayata geçirilen Sağlıkta Dönüşüm Programı kamusal sağlık hizmeti anlayışını ortadan kaldırdı. Kamu hastanelerinde, hastalardan “muayene ücreti, ilaç ve reçete katılım payları” altında alınan ücretler, neredeyse orta sınıf bir özel hastaneden alınan ücretle eşdeğer hale geldi. Tabip odaları ve hekimler, kamudan alınan ve sembolik olduğu iddia edilen kesintilerin özel hastanelerden alınanlara yaklaştığını belirterek “Kamu hastaneleri diye bir kavram kalmadı. Kamusal sağlık anlayışında bu kadar katkı-katılım payı olmamalıdır. Sosyal devlet anlayışı nerede?” diye sordular.

Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi Başkanı Dr. Eriş Bilaloğlu, “Kamu hastanelerinden 8 TL, özel hastanelerden ise 15 TL muayene ücreti alınıyor. Özel ayrıca bunun dışında yüzde 30 ile 70 oranında değişen fark ücreti alıyor. Bunun üzerine her iki kurumdan da ilaç, reçete payları adı altında yurttaştan para alınıyor. Hükümetin temel politikası kamu-özel bütün kurumların birbiri ile rekabet halinde çalışan sağlık ortamını yaratmaktır. AKP ile birlikte kamu hastaneleri diye bir kavram kalmadı” dedi. Bilaloğlu, yurttaşların kamu hastanesine gittiğinde, vergisini vermesine ve primini ödemesine karşın ayrıca cebinden de bir ücret çıkmasını eleştirerek şunları kaydetti:

“Kamu hastanelerinden alınan ücretler, bazı özel hastanelerden alınan ücretlere yaklaşıyor. Reçete başına 3 TL gibi uygulamalarla ödemeler artacak. Türkiye’de insanlar sağlık hizmeti alırken tüketici konumuna geldiler. Nasıl ki bir mağazaya gittiğinizde, örneğin ‘Bedava. Şimdi al 5 ay sonra öde’ deniliyor ve o anda herhangi endişe duyulmuyorsa, sağlıkta da ‘ücretsiz gel muayeneni ol’ algısı oluşuyor. Hasta, muayene oluyor ve 3 ay sonra emekli maaşında kesintiyi görüyor.”


Özel hastanelerle yarışıyor

İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri Dr. Ali Çerkezoğlu ise kamusal sağlık anlayışının devletin sorumluluğundaki sağlık anlayışı olduğunu, bu kadar yüksek miktarda katkı-katılım payının olmaması gerektiğini vurgulayarak “Çok sembolik olması gereken, öyle olduğu iddia edilen şey şu an da fiilen neredeyse özel hastanelerin aldığı paralara eşdeğer hale gelmiş durumda. Aynı aileden 3 kişi hastalansa ve kamu hastanesine gitse 100 TL’ye yakın ödeme yapmak zorunda kalabiliyor. Bu nasıl bir sosyal güvenlik anlayışı” diye sordu.

İstanbul Eczacı Odası Başkanı Semih Güngör de kamu hastanelerinden alınan katkı-katılım payı ücretlerinin özellikle emeklileri olumsuz etkilediğini belirterek “Emekliler maaşlarını alana dek kesintiyi bilmiyor. Ne zaman ki maaşını alıyor o zaman kesintinin ne kadar olduğunu görüyor. Hastalara, ne kadar kesinti yapıldığını gösteren reçetenin çıktısını veriyoruz. İnsanlar reçetelerinden kesintilerini takip edebilir” dedi.

Alıntı: Cumhuriyet

15 Aralık 2011 Perşembe

Araştırma görevlileri için komisyon önerisi

CHP , araştırma görevlilerinin sorunlarının araştırılması için komisyon kurulmasını önerdi.CHP Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek ve arkadaşlarının önerisinde , üniversitelerde çalışan öğretim elemanı sayısının %45'inin araştırma görevlilerinden oluştuğu belirtildi.

Araştırma görevlilerinin maddi sıkıntı içinde oldukları , YÖK'ün karar ve yönetim mekanizmasında yer almadıkları söylendi.Gerekçelerde şunlara değinildi:

''Araştırma görevlilerinin görev tanımında da belirsizlik bulunmaktadır.YÖK Kanunu'nun 33. maddesine göre 'araştırma görevlileri , yükseköğretim kurumlarınca yapılan araştırma , inceleme ve deneylerde yardımcı olan ve yetkili organlarca verilen diğer görevleri yapan öğretim yardımcılarıdır' denilmektedir.Ancak tanım belirsizliği nedeniyle ,asıl işi araştırma olan bu öğretim elemanları; ders anlatma, sınav sorusu hazırlama ,sınav kağıtları okuma gibi görevlerle adeta 'okutman , uzman veya öğretim görevlisi' olarak kullanılmaktadır.''


Alıntı : AA -Yusuf ÇELEBİ






Acıbadem satıldı

Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Mehmet Ali Aydınlar ile Abraaj Capital’in yüzde 46’şar payla eşit ortaklığa sahip olduğu Acıbadem’de çoğunluk Malezyalı kamu yatırım fonu Khazanah’ın sağlık sektöründe faaliyet gösteren birimi Integrated Healthcare Holdings (IHH) şirketine geçti.

Acıbadem’in çoğunluk hissedarı Acıbadem Sağlık Yatırımları Holding’in (ASYH) yüzde 75 hissesinin IHH ve Khazanah’a satılması ve devredilmesi için Rekabet Kurumu’na başvuru yapıldı. Mehmet Ali Aydınlar, Hatice Seher Aydınlar ve Almond Holding tarafından ASYH’nin yüzde 75 hissesinden, IHH’ye yüzde 60 ve Khazanah’a yüzde 15 hisse satılacak. İşlemin tamamlanmasıyla birlikte ASYH’nin yüzde 25’i Aydınlar Ailesi’ne ait olacak.

Bölgesinin lideri

Acıbadem’de Mehmet Ali Aydınlar’ın yüzde 39,87, Hatice Seher Aydınlar’ın yüzde 6,11, Abraaj Capital’in ise yüzde 45,99 payı bulunuyor. İşlemin tamamlanması durumunda Abraaj’ın Acıbadem’de payı kalmayacak. Aydınlar Ailesi’nin payı ise yüzde 46’dan 25’e inecek. İşlemin boyutunun 650 milyon dolar civarında olması bekleniyor. Ana hissedarları Khazanah ve Mitsui&Co olan IHH, Asya-Pasifik bölgesinde en geniş sağlık sektörü malvarlığına sahip bulunuyor. IHH, Parkway Pantai Limited (PPL) ve IMU Health SDN BHD’nin yüzde 100’ünü kontrol ediyor. IHH ve Khazanah birlikte Hindistan’daki Apollo Hospitals Enterprise Limited’in de yüzde 11,5’ine sahip. PPL, Asya’da Singapur, Malezya, Hindistan ve Brunei bölgelerinde 3000’den fazla yataklı 16 hastaneden oluşan, Güneydoğu Asya’nın en geniş özel hastane ağına sahip bulunuyor.

Şirketin sağlık ağında yaklaşık 13.700 çalışanı ve 4.900 uzman doktor ve sağlık uzmanı mevcut. IMU, Malezya’nın önde gelen özel sağlık üniversitesi olan, ve Avustralya, İngiltere, Kanada, Amerika Birleşik Devletleri ve Yeni Zelanda’daki 33 üniversite ile ortaklığı bulunan Kuala Lumpur’daki International Medical University’nin sahibi ve işletmecisi. Bombay Borsası’na kayıtlı Apollo 54 adet hastanenin işletmecisi olarak 8.500’den fazla yatak kapasitesi var.

Alıntı    : Radikal

Türban tutanağına soruşturma

İzmir’de Dokuz Eylül ve Ege üniversitelerinde 60’ı aşkın öğretim üyesi hakkında, derslere türbanla giren öğrencilerle ilgili tutanak tuttukları için YÖK tarafından soruşturma açıldığı öğrenildi.

Eğitim-İş Sendikası İzmir Şube Başkanı Prof. Dr. Ömer Lütfi Değirmenci, YÖK’ün mahkeme kararlarına karşın türban konusu “oldu bittiye” getirdiğini belirterek “Soruşturmayı ‘öğrenim hakkının engellenmesinden’ açıyorlar. Öğrencinin psikolojisinin tutanak tutulmasından dolayı bozulduğu öne sürülüyor. Öğrenci gidip YÖK’e şikâyet ediyor. Sonrasında da soruşturma açılıyor. Bunu duyan öğretim üyeleri de tutanak tutmak istemiyorlar. Bu baskılarla fiili durum yaratarak türbanın serbest olmasını sağladılar” dedi.

Türban ilköğretime indi

Değirmenci, türbanın yasalara karşın üniversitelerde serbest bırakılmasının ardından uygulamanın ilköğretim ve ortaöğretime de indiğini kaydederek, “Bu işin sonu tehlikeli boyutlara gidiyor. Türban ilköğretime kadar indi. Geçen hafta Buca’da genel merkez yöneticilerimizle yaptığımız gezide ilköğretim okulunda türbanlı öğrenciler gördük. Bayındır, Konak, Menemen’de de aynı durum konusunda şubelerimiz bize bilgi verdi” diye konuştu.

İzmir Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Erdener Özer de AİHM, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay’ın türbanla ilgili verdiği kararlarına karşın YÖK’ün tutumu nedeniyle öğrencilerle karşı karşıya kaldıklarını söyledi. 

Alıntı: EMRE DÖKER/Cumhuriyet

14 Aralık 2011 Çarşamba

Çocuklarınıza süt içirmeyin!

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Metabolizma ve Beslenme Bilim Dalı Başkanı Prof. Ahmet Aydın, Vatan gazetesinin sorularını yanıtladı...

- “Bol bol tereyağ yiyip, unu şekeri keserseniz kolesterolünüz düşer” demiştiniz. Bu kadar basit mi?

Unlu şekerli gıdalar diyorum. Bu basit bir cümle ama bir düşünün. Unlu şekerli her şey. Yani ekmek, makarna, pilav... Hele ki dışarıda yiyorsanız, yandınız. Börekler, çörekler, poğaçalar, simitler, hepsi çok tehlikeli. Bu arada meyvelerin çok tatlılarına da yanaşmayacağız...

- Nasıl beslenmemiz gerekiyor? Siz herhalde Taş Devri Diyeti’ni uyguluyorsunuzdur ama... Bize ne önerirsiniz?

Bence Karatay Diyeti de, Taş Devri Diyeti de uygundur. Ben ikisine birden ‘Tabiat Ananın Diyeti’ diyorum. Kolayca uygulayabilirsiniz. Eğer unlu şekerli gıdalarla beslenirseniz metabolik sendrom olursunuz. Vücudunuzda, damarları tahrip eden, daraltan iltihap hücreleri artar.

"HER TÜRLÜ GAZOZ, MEYVE SUYU, HATTA DOĞAL MEYVE SULARINA BİLE KARŞIYIZ"


- Metabolik sendrom nedir?


Metabolik sendrom diyabet öncesi durumdur. Prediyabet diyoruz biz bu döneme. Birden bire diyabet olmuyorsunuz, çocukluğunuzda beslenme alışkanlığınıza bağlı olarak yavaş yavaş hastalanmaya başlıyorsunuz. Kan şekeriniz yükseliyor yükseliyor, 100-110’ları bulunca ‘Diyabet oldun’ diyorlar. Bu metabolik sendrom daha siz diyabet olmadan önce iltihap hücrelerini artırıyor, vücudunuzda ve damar sertliği de çocukluktan itibaren başlıyor. 30’lu, 40’lı yaşlarda değil... Unlu ve şekerli gıdaları fazla yediğiniz için hastalanıyorsunuz. Bu yüzden biz her türlü gazoz, meyve suyu, hatta doğal meyve sularına bile karşıyız.

- Yani meyveden sıkılmışına bile...

Evet. Meyvenin kendisini yiyin diyoruz. Çünkü lifli olduğu için geç emilir bağırsaklarda, damarlara o kadar zarar vermez. Ama çok tatlı meyveleri de çok yemeyin diyoruz.

- Üzüm gibi mi?

Evet. Tabii ki, makul miktarda yiyebilirsiniz. Ama üzüm yerine, kivi, vişne, kiraz ya da ekşi elmayı tercih edin. Meyveye biraz kısıtlama getiriyoruz ama sebzede hiç kısıtlamamız yok.

"BİR TANE İNCİR YİYECEĞİNİZE, DÖRT TANE MANDALİNA YİYİN"


- Peki ya kuru meyveler?

Kuru incirin içindeki şeker oranı korkunçtur, kuru kayısının da öyle...

- Ama günde bir incir ya da iki kayısı yeniyorsa?

O zaten günlük şeker limitinizi doldurur. Bir tane incir yiyeceğinize, dört tane mandalina yiyin daha iyi.

- Peki Karatay Hoca hiç ekmek önermiyor? Ama siz, bir-iki dilim ekmeğe hayır demiyorsunuz...

Bizim görüşlerimizin yüzde 99’u aynıdır. Bence de hiç ekmek yenmese daha iyidir. Ben üzerine tereyağ sürmek için yiyorum. Tereyağ yemiyorsam o gün, ekmek de yemiyorum. Tereyağ, zeytinyağ bunları yediğiniz müddetçe sorun yok. Çünkü bunlar aynı zamanda tok da tutar. Bizim derdimiz un ve şekerle. Çünkü insanlar bu iki gıda ucuz da olduğu için çok fazla tüketiyor.

"HAFTADA İKİ GÜN BİTTER ÇİKOLATAYA İZİN VAR"


- Meyvelerin çok tatlılarına yanaşmayacağız. Peki ya çikolata, bal, pekmez?


Biz sadece esmer çikolataysa ona biraz izin veriyoruz. Haftada iki gün bitter çikolataya... Balı ancak çok saf bir balsa yiyebilirsiniz. Ama maalesef piyasada fiyatı 10 lira olan bal gerçek bal değildir. Belki arı yapıyordur. Ama gerçek bal değildir. Önüne konan glikoz şurubundan yapıyordur. Bizim baldan istediğimiz şey ne? Arı gidip bir yığın çiçeği dolaşıyor, oradaki özleri, vitaminleri alıyor, o sizin vücudunuz için çok gerekli, bunun için de bu balı yiyin istiyoruz. Ama günde bir-iki çay kaşığı kadar. Bir de her mevsimin kendi sebzesini yiyin istiyoruz. Şimdi pırasa, ıspanak varsa onları, yazın da domates, salatalık yiyin diyoruz. Bunların mevsimi dışında yenmesini de istemiyoruz.

"D VİTAMİNİ ŞART"


- Peki organikse salatalık ve domates?

Bu mevsimde organik salatalık domates olmaz. Varsa serada yetiştirilmiştir. Onu da önermiyoruz. Dedeleriniz, nineleriniz gibi beslenin. Eğer koroner kalp hastalığını önleyici tedbirler üzerinde duracaksak, diyoruz ki bir unlu şekerli gıdaları iyice çıkartacaksınız diyetinizden. İki, her mevsimin taze sebze ve meyvesini yiyeceksiniz. Meyvede aşırıya kaçmayacaksınız. Sebzede istediğiniz kadar yiyebilirsiniz. Et, yumurta gibi gıdaları serbestçe yiyebilirsiniz, ama bu et mümkünse merada beslenen, özgürce dolaşan hayvanların eti olsun. Ben ayrıca D vitamini konusuna çok önem veriyorum. Ya iyi güneşleneceksiniz, ya da mutlaka D vitamini alacaksınız. Pratikte erişkinler için söylüyorum, iki ayda bir en azından bir ampul D vitamini için. İğne olarak yaptırmanıza gerek yok. Tanesi 2 lira. Reçeteye bile yazdırmaya gerek yok. Herkesin ulaşabileceği kadar ucuz.

- Süt ürünleri dediniz. Ya süt? İçmeyecek miyiz?

Hayır. Süt ürünlerini tüketeceksiniz. Peynir, yoğurt, kefir... Peynir, beyaz peynirse klasik ezine peyniri olacak, kaşarsa Kars ya da Trakya’nın tekerlek peyniri olacak. Ya da tulum peyniri. Sınır yok. İstediğiniz kadar yiyebilirsiniz.

GÜNDE 5 YUMURTA BİLE YİYEBİLİRSİNİZ, ZARARI YOK


- Yumurtayı da istediğimiz kadar yiyebilir miyiz? Bir zararı olmaz mı?

İsterseniz 5 tane bile yiyebilirsiniz. Ama yiyemezsiniz ki! Bir de ağız tadınıza bakacaksınız. Yani biz demiyoruz ki, her gün illa 5 tane yiyin. Canınız istiyorsa, yiyebiliyorsanız yiyin ama ertesi gün isteseniz de 5 tane yiyemezsiniz... Bakın, o yumurtadan 21 gün sonra bir civciv çıkıyor. Yumurtanın neresi kötü olacak? Tam tersine faydası var. Olağanüstü bir besin. Tam bir yiyecek. Hele de bu özgür dolaşan bir tavuğun yumurtasıysa, börtü böcek yiyorsa o tavuk. Ama börtü böcek yemiyorsa onun yumurtasının yerini tutmaz. O yumurtadan kolay kolay civciv de çıkmaz zaten. Çünkü Omega 3’ü falan yeteri kadar alamıyordur. Ben her sabah mutlaka tereyağına iki yumurta kırıyorum. Kısık ateşte pişiriyorum. Hem gün içinde çok tok tutuyor, hem de çok besleyici...

SÜT YERİNE YOĞURT VE PEYNİR


- Peki hocam neden süt içmeyin diyorsunuz?

Bir kere hangi sütü içeceksiniz? Bırakın kutu sütünü, sütü mandradan alsanız bile kaynatıyorsunuz, birçok özelliğini kaybediyor o süt, enzimleri kayboluyor... Bu yüzden bu sütü alıp ne yapacaksınız? Yoğurt haline getireceksiniz. Aslında bizim geleneğimizde de süt içmek yoktur. Yoğurt, peynir yenir. Tabii şu anda peyniri rahat bulabiliyorsunuz da, doğal yoğurt bulmak çok zor. Marketten aldığınız hiçbir yoğurt ekşimiyor. Ekşimeyen, sulanmayan yoğurdu yemeyeceksiniz. Çünkü içinde faydalı enzimleri yok. En güzeli kendiniz yapacaksınız. Bunun için de sütü ya mandradan almalısınız ya da günlük olanını kullanmalısınız. Yoğurt gibi kefir de yapabilirsiniz. Hatta kefir yoğurda göre bir gömlek daha üsttedir. Kefir de yoğurt da ikisi de mayalandıkça, ekşidikçe değerleri artıyor. İçlerinde bir yığın faydalı mikrop oluşuyor. Faydalı mikroplar insanı başta alerji ve astım olmak üzere birçok kronik hastalığa karşı koruyor. İçindeki enzimler sindirimi kolaylaştırıyor. Bu arada mutlaka Omega 3 takviyesi alınsın istiyoruz, her gün en az 2 gram kadar balıkyağı kapsülü alınmalı. Hem kandaki Omega 3’ü artırır, hem de kanı sulandırır. Tabii bu arada mutlaka zeytinyağı, tereyağı ve hayvansal yağlar dışındaki diğer yağları da azaltmak gerekiyor. Ayçiçek yağı, mısır yağı, margarin gibi yağların diyetten çıkartılması gerekiyor. Pilavı, makarnayı elbette önermiyoruz ancak bulgura biraz izin var. Karatay Hoca da karşı çıkmıyor bulgura. Tereyağlı bulgur içine domatesi katarsanız çok lezzetli ve sağlıklı bir yiyecek olur.

BAKLAGİLLERİ İKİ GÜN SUDA BEKLETİN


- Hocam ben süt konusuna takılıp kaldım. Süt içmenin bir zararı var mı?

Var tabii. Bir numaralı alerjen süttür.

- Siz çocuklara kaç yaşından sonra süt önermiyorsunuz?

Ben anne sütü dışında süt verilsin istemiyorum, süt ürünleri verilsin diyorum. Yani yoğurt, peynir, kefir... Ek gıdalara başlar başlamaz hemen. Zaten kefire alıştığı zaman tatlı şey de istemiyor çocuklar...

- Benim çevremde insanlar zorla süt içiriyorlar...

Kesinlikle yanlış. Bir kere sütü sıcak işlemden geçiriyorsunuz, içindeki vitaminler, enzimler kayboluyor. Sonra bizim ırkımız süt içmeye çok uygun değil. Sütün şekerini vücudumuz zor sindiriyor. Onun için birçok çocukta süt mide bulantısı yapabilir. Tabii bir de bağırsaklarda iyice parçalanmadığı için süt bir numaralı alerjik gıdadır. En fazla alerjik olan besinler evrimde insan diyetine en son giren gıdalardır. Bunların başında bebeğin annesinin sütünü değil başka hayvanların sütünü içmesi gelir, ikincisi ise buğday glutenidir. Üçüncüsü de baklagillerdir. Bu yüzden de baklagilleri, nohutu, kuru fasulyeyi iki gün suda bekletmek gerekir. 8 saatte bir suyunu değiştirerek... Mercimeği de mutlaka suda bekletmelisiniz ama o kadar fazla değil.

- Baklagilleri de konuşalım istiyorum ama bebek hiç anne sütü almıyorsa ne yapacağız peki?

6 aya kadar mecburen mama vereceksiniz... Ama sonra yoğurt ya da kefir verebilirsiniz.

- Ne miktarda?

Belli bir miktarı yok. Alıştırmak için önce birkaç kaşıkla başlarsınız, sonra bir kase verebilirsiniz. Ama tabii çocuk bu arada başka ek gıdalar da alacak. Bu arada yoğurtta ya da kefirde kullanacağınız sütü mandradan alırsanız daha iyi, günlük şişe süt de olabilir. Kefiri piyasadan da alabilirsiniz eğer meyveli değilse...

"ALERJİK HASTALIKLARIN EN BÜYÜK SEBEPLERİNDEN BİRİ SÜT"


- Diyelim ki bebek köyde yaşıyor ve günlük süte ulaşmak mümkün. O zaman içirebilir miyiz?

Hayır. Ben anne sütü dışında süt içilmesini önermiyorum. O sütü de, keçi sütü de olsa yoğurt yapsınlar. Çünkü dediğim gibi süt bir sürü ısıl işlemden geçiyor, içindeki sindirici enzimler özelliklerini kaybediyor, vitaminler azalıyor. Halbuki siz onu mayaladığınız zaman enzimler tekrar canlanıyor, yeni enzimler, sindirici enzimler oluşuyor. Günümüzde o kadar çok alerjik çocuk var ki, daha sonra astım ya da ottoümmin hastalıklara yakalanabiliyorlar. En büyük sebeplerden biri de süt.

- Siz kutu sütleri hiç önermiyorsunuz.

Evet. Çok yüksek ısıl işlemden geçiyorlar, süt molekülleri tahrip oluyor, sütün bütün molekül yapısı değişiyor, süt süt olmaktan çıkıyor ve en büyük alerjen oluyor.

- Peki ama süt içmezseniz osteoporoz riskiniz artıyor deniyor?

En fazla süt içilen ülke Amerika’dır. En fazla osteoporoz de beyaz Amerikalılar’da görülür. Ama zenciler ya da Latin Amerikalılar’da Kızılderililerde süt tüketimi azdır. Çünkü tıpkı Türkler gibi sindiremezler sütü ve kemik erimesi daha azdır onlarda. Sütün içinde kalsiyum yüksek ama bunun emilmesi çok büyük sorun. Bu yüzden bu görüş de yanlış. Dediğim gibi bunun için yoğurt yiyin, kefir yiyin, çok daha iyi...

Alıntı:Vatan Gazetesi

Ses neden kısılır?

Ses kısıklığına neden olabilecek birçok faktör bulunuyor. Ses kısıklığı, çoğunlukla altta yatan faktörün tedavi edilmesiyle ortadan kalkıyor ve ses tellerinin ayrıca tedavisi gerekmiyor.
Kulak Burun Boğaz Hastalıkları ve Baş Boyun Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Ferhan Öz, ses kısıklığına en sık yol açan beş nedeni şöyle anlatıyor:

SESİN YANLIŞ KULLANIMI

“Kişinin sesini her zamankinden farklı tonda kullanması olarak tanımlanan bu faktör; sesin uzun süre gürültülü ortamda kullanılması ve aşırı bağırarak konuşulması gibi durumları kapsıyor. Örneğin; maça giden bir kişi tezahürat yaparken çok bağırdığı için ses telinde kanama, polip ya da kist oluşuyor, bunlar da ses kısıklığına yol açıyor. Aynı maçta bazı kişilerin sesi kısılırken diğerlerinin sesinin sağlıklı kalması ise kişilerde sigara kullanımı, alerji ve reflü gibi hazırlayıcı faktörlerin olup olmamasına bağlı oluyor. Ayrıca kişilerin yaşı, mesleği ve sosyal hayatı ile kişiliği de bu rahatsızlığın ortaya çıkmasını etkiliyor. Sesini sürekli olarak yanlış kullanan kişide ise ses tellerinde kalınlaşmalar başlıyor, nodül oluşabiliyor. Ses tellerindeki bu kronik zarar, sesin doğru kullanılmaya başlanmasıyla iyileşebiliyor. Bazı vakalarda ise cerrahi müdahale gerekebiliyor.

SİGARA İÇİMİ

Sigaranın içeriğindeki maddeler, ses telleri üzerindeki epitele (örtüye) zarar veriyor ve altındaki tabakada da ödeme neden oluyor. Özellikle kadınlarda buna bağlı olarak ses kalınlaşması meydana geliyor. Sigara içimi epitelin zaman içinde yaralanmış bir doku haline gelmesine de neden oluyor ve hücreler değişmeye başlıyor. Kansere giden ilk adımlar bu evrede görülmeye başlıyor. Bu açıdan hiç sigara içmeyen kişiler her zaman daha avantajlı olmakla birlikte, az sigara içmek de riski azaltıyor. Sigara içen kişilerin ses kısıklığının iki haftadan uzun sürmesi durumunda mutlaka bir kulak burun boğaz uzmanı tarafından muayene edilmeleri öneriliyor. Çünkü bu rahatsızlık sadece polip veya nodül oluşumları ya da kanser vakalarında iki haftadan uzun sürüyor. Muayene sonucunda her zaman kanser teşhisi konulmasa da, tespit edilecek nodül veya polipin ilaç ya da cerrahi ile tedavi edilmesi hastanın yaşam kalitesi açısından önem taşıyor.

FARENGOLARENGEAL REFLÜ

Reflü hastalığı, asitli mide içeriğinin yemek borusuna gelmesi olarak tanımlanıyor. Asitli içeriğin ağza kadar çıktığı durumlarda ise ses telleri fizyolojik olarak zarar görüyor. Bu hastalarda ses yorulmaları, ses kısıklığı, çatallaşmalar, sürekli sesi temizleme isteği ve kronik öksürük meydana gelebiliyor. Söz konusu fizyolojik etki sürekli olduğu zaman ses kısıklığı kalıcı hale geliyor ve tedavisi ancak cerrahi olarak gerçekleştirilebiliyor. Ayrıca araştırmalar, bu bölgede sigaradan sonra kansere en çok reflünün neden olduğunu ortaya koyuyor. Eğer ses kısıklığının tek nedeni reflü ise antireflü tedavisi ile sorun ortadan kaldırılabiliyor. Ancak tedavi sırasında diğer faktörlerin de değerlendirilmesi ve ortadan kaldırılması tedavinin başarısı açısından önem taşıyor.

ENFEKSİYONLAR

Virüslerden kaynaklanan üst solunum yolu enfeksiyonlarının neden olabildiği ses kısıklıkları dinlenme, bol sıvı tüketme ve buhar tedavisi gibi yöntemlerle iyileştirilebiliyor. Bakteriyel enfeksiyonlarda ise genizde geriye doğru sürekli yeşil akıntı olması ses tellerine zarar veriyor. Hasta bu etkiye bağlı olarak ses kısıklığı yaşıyor, sesini kullanırken daha çabuk yoruluyor. Bu durum en çok kronikleşmiş sinüs enfeksiyonlarında görülüyor. Enfeksiyonun tedavisiyle birlikte ses kısıklığı da ortadan kalkıyor. Sadece ses telini tutan HPV ve tüberküloz gibi enfeksiyonlar da ses kısıklığına neden oluyor. Bunlar içinde en sık görülen HPV (Human Papilloma Virüs), ses tellerinde papillomatozis hastalığına neden oluyor. Bu hastalıkta ses kısıklığının yanı sıra kanserleşme ihtimali de bulunuyor. Sürekli tedavi gerektiren bu hastalıkta kanserleşmeyi önlemek ve hastaya iyi bir ses kalitesi sağlamak için birden çok lazer cerrahisi uygulamak gerekiyor. Günübirlik olarak uygulanan bu cerrahide başarılı sonuçlar alınıyor.

ALERJİ

Alerjik kişilerin burun etlerinde hafif şişlik ve tıkanıklık, ses tellerinde de hafif ödem olabiliyor. Alerjenlerin etkisinde değilken çok rahat olan bu kişiler, alerjenle karşı karşıya oldukları durumda sık hapşırma, burun ve damak kaşıntıları, geriye doğru geniz akıntısı ve burun tıkanıklığı şikayetlerinin yanı sıra çabuk yorulan ve monoton bir sese sahip oluyorlar. Bu kişilerin burunlarından iyi nefes alabildikleri dönemlerde, sesle ilgili problemlerinde de büyük oranda azalma görülüyor. Alerji tedavisinin yanı sıra iyi nefes almayı sağlamak için radyofrekans ile burun etleri küçültülüyor ve hastanın şikayetleri azalıyor.

SES TELLERİNİN GÖREVLERİ

Gırtlağın içinde, tiroit (kalkansı) kıkırdağının arkasında, sağda ve solda iki tane bulunan ve ‘ses telleri’ olarak adlandırılan bu organlar aslında tellerden değil, ince dokulardan oluşuyor. Uyaran sinirler yoluyla hareket eden ses telleri, sesin oluşumu için kapanıyor, nefes almak için de açılıyor. Ses telleri kapandığı zaman aşağıdan gelen hava iki ses telinin arasından bir titreşim oluşturarak geçip gidiyor. Bu titreşim, ham bir ses olarak çıkıyor ve önce boğaza, oradan da ağız boşluğuna gidiyor. Dil kökü, bademcikler, burundaki etler ve kemik-kıkırdak yapıları sese rezonansını ve karakterini veriyor. Ses telleri kapanarak, katı ve sıvı gıda maddelerinin nefes borusuna geçmesini de engelliyor. Birer adale gibi olan ses tellerinin güçlenmesi, güzelleşmesi için ses terapistlerinden destek alınıyor.

Alıntı : ntvmsnbc.com

6 Aralık 2011 Salı

Aile hekimlerine part time uzmanlık

Sağlık Bakanlığı'nın teşkilatını düzenleyen ve yurt çapındaki sağlık hizmetlerini sil baştan yapılandıran 2 Kasım tarihli KHK, halen sahada görev yapan 20 bin 368 aile hekimine, bu alanda uzaktan uzmanlık şansı tanıdı. Kararnameye eklenen geçici maddeyle 2020'ye kadar görev yapan aile hekimleri, 'uzaktan' ya da 'yarı zamanlı' eğitimle uzmanlık unvanına kavuşacak. Yarı zamanlı modelde, hekimler merkezi yerleştirmeye tabi tutulmayacakları için, görev yaptıkları bölgedeki bir hastanede uzmanlık eğitimi alacak ve aile hekimliğini de sürdürecekler.

TEZ VE NÖBET BELİRSİZ

Eğitim müfredatını hazırlama yetkisi bulunan Tıpta Uzmanlık Kurulu (TUK), konuya ilişkin henüz bir düzenleme yapmadığı için, doktorların uzmanlık eğitimini hangi şartlarda alacağı, nöbet, tez gibi yükümlülükleri yerine getirip getirmeyeceği belirsiz. Bu konudaki kriterler, önümüzdeki günlerde yayınlanacak yönetmelikle netlik kazanacak. Uygulamayı düzenleyecek olan yönetmelik bir sınırlama getirmezse, uzaktan veya yarı zamanlı uzmanlık yapan doktorların akademik ilerlemesinin de önü açılacak. Söz konusu hekimlerin akademik ilerlemeyi tercih etmeleri durumunda profesörlüğe kadar yükselme imkanları var. Düzenlemeye göre aile hekimlerinden TUS'u kazanmaları istenecek ancak ÖSYM tarafından yapılan merkezi yerleştirmeye tabi tutulmayacaklar. Uzaktan ya da yarı zamanlı eğitimin süresi 6 yıl olarak belirlendi.

Poliklinik pratiği şart

TÜRKİYE Aile Hekimleri Uzmanlık Derneği (TAHUD) bu yolla alınan uzmanlığın güvenilirliğinin kuşku yaratacağını bildirdi: 'Uygulama 'tam zamanlı' ve 'yarı zamanlı' uzmanlar arasında ikilem yaratacak. Bu yolla alınan uzmanlığın güvenilirliği kuşku doğurur. Uzaktan eğitimle uzmanlığın yolu bir kere açılırsa, diğer branşlarda uygulanmaya başlanabilir.'

KAOS DAHA DERİNLEŞECEK

ANKARA Tabip Odası Başkanı Beyazıt İlhan da aile hekimliği uygulamasındaki kaosun daha da derinleşeceği uyarısında bulundu. İlhan, 'Zaten aile hekimliği uygulamasında planlı bir yol izlenmedi, doktorlar 10 günlük eğitimlerle bu sıfatı kazandı. Yeni başlayacak uygulamayla yaşanan kaos daha da derinleşecektir' dedi.

Yabancı hekimlere Türkçe ağız rehberi

AileHekimiSitesi.com' internet sitesi, Türkiye'ye gelecek yabancı hekimlerin Anadolu'da hastayla karşılaşabileceği diyalogları araştırdı. Geçen ay Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren ve yabancı hemşire ve hekimlere Türkiye'de çalışabilmenin kapılarını açan kararnameyle birlikte ilgili hekimlerin hastalarla kuracakları iletişimi tartışma konusu oldu. Hastaların, hekime şikayetlerini betimlerken kullandıkları tabirlerden örnekler veren sitenin araştırmasında, halkın şikayetlerini hekime anlatırken kullandığı özel tabirlerin Türkiye'de oldukça fazla olduğu belirtildi. İşte bu tabirlerden bazıları:

'KAFAM YERİNDE DEĞİL'

'Guzum üzerine afiyet amel oldum, döşüme yel girdi, midem kaynama yapıyor, gözümde şimşekler çakıyor, haznemde akıntı var, beynim patlıyor, etlerimi çekiyorlar, ayaklarım karıncalanıyor, kamıştan su geliyor, içim gıcık oluyor, boğazım düğümleniyor, gözüm seyiriyor, popomda meme çıktı, damar damar üstüne bindi, kafam zonkluyor, beynim didişiyor, bağrım yanıyor, döşüme bıçak saplanıyor, kafam yerinde değil, mayasır oldum, içimde yangın var, mideme taş oturdu, cırcır oldum.'

Alıntı : medimagazin.com

Ebola için aşı bulundu

Bilim insanları, fareleri ölümcül Ebola virüsüne karşı koruyan bir aşı buldu.
"Proceedings of National Academy of Sciences" dergisinde yayımlanan araştırmayı yürüten bilim insanları, buldukları Ebola aşısının ilk tez uzun süre canlı kalabildiğini ve bu nedenle başarıyla depolanabildiğini açıkladı.

Daha önce yapılan araştırmalarda vücuda sağlam, ancak zayıflatılmış virüs enjekte ediliyor ve virüs, uzun süre depolandığında zarar gördüğü için aşının etkisi ortadan kalkıyordu.

Uzmanlar, bu kez sentetik viral protein içeren yeni bir aşı geliştirdi. Aşının, ölümcül Ebola virüsü enjekte edilen farelerin yüzde 80'ini koruduğu gözlendi.
İlk kez 1976 yılında Kongo'daki Ebola Nehri kıyısında çıkan bir salgın sırasında tespit edilen Ebola virüsü, bulaştığı kişilerin yüzde 90'ının ölümüne neden oluyor.
ÇOKLU ORGAN YETMEZLİĞİ İLE ÖLDÜRÜYOR

Vücut sıvıları yoluyla bulaşan Ebola, bulantı, kusma, iç kanama ve çoklu organ yetmezliği gibi semptomların ardından hastanın ölümüne yol açıyor.
Virüsün biyolojik saldırıda kullanılma olasılığı birçok ülkede korku yaratıyor.

Alıntı : ntvmsnbc.com

Kolesterol ilaçlarını sadece uzman hekimler yazabilecek

Kolesterol için kullanılan statinlerin hekimleri ikiye bölmesi dikkatleri ödeme kurumu olan SGK’ya çevirdi. Geçen yıl 394 milyon 500 bin lira kolesterol ilacı ödemesi yapan kurum, bu yıl hastaların kullandığı 12 milyon kutu ilaç için eczanelere 520 milyon lira reçete parası ödedi. Kolesterol düşürücü statinlerle ilgili iki farklı durum yaşandığını dikkate alan SGK, hastaları mağdur etmeme yönünde karar aldı. Kolesterol ilaçları başta olmak üzere hipertansiyon, antibiyotik ve mide ilaçlarında suistimalleri ve gereksiz reçete yazımlarını önlemek için bir dizi önlem planlanıyor. Bu ilaçların kontrol altına alınması amacıyla raporların yazımında yeni şartlar getirilmesi gündemde. İlaçların sadece uzman doktorlar tarafından yazımı da en önemli takip sistemi olarak belirlendi. Buna göre kolesterol raporu bulunan hastalara pratisyen hekimlerin dahi yazabildiği ilaçlar sadece kalp damar cerrahisi ve yan dal uzmanı hekimlerce reçetelenebilecek.

TEK FİYAT UYGULAMASI

        Diğer bir önlem olarak statin, antibiyotik, mide ilaçları ve hipertansiyon grubundaki ilaçlara havuz sistemi uygulaması getirilmesi düşünülüyor. Doktorların tavsiyesi üzerine pahalı ve ucuz ilaçların ortalamasını alacak kurum, tek fiyat belirleyecek. Hastaların aldığı ilaçlar bu fiyat üzerinden ödenecek. SGK, bu fiyatın üzerindeki ilaçların farkını ödemeyecek. Söz konusu düzenlemenin gereksiz ilaç yazımını önlemesini amaçlayan SGK yetkilileri, hastayı mağdur etmemek için bilimsel incelemelerini sürdürüyor. Kurum, son kararını hekimlerle birlikte verecek.

Alıntı : medimagazin.com

3 Aralık 2011 Cumartesi

Anne sütü nasıl artar?

Çift taraflı hastane tipi pompa karşımda duruyor. Birazdan kapı çalacak, gelecekler, alıp götürecekler. Hala sütüm var, gitmesine izin vermek zor geliyor. Pompayla aramdaki bir aşk-nefret ilişkisi, bir tür Stockholm sendromu...

Elim, birlikte başında saatler geçirdiğimiz Facebook'a gidiyor, parmaklarımdan bir veda mektubu dökülüyor.

"Sevgili Medela lactina electric plus...
Bir sene geçti… Seninle aramdaki aşk-nefret ilişkisine, artık burada bir nokta koymam gerekiyor. Seni geldiğin yere yollayacağım, hatta bazen duvara fırlatacağım günlerin hayalleriyle yaşadım. Ama şimdi gideceğin gün geldiğinde, gözümden yaşlar dökülüyor. Sen olmasan Lado'yu ben nasıl sütümle beslerdim. Çok sağol. Lado'ya artık sütümü veremeyeceğim fikri, kalbimi liğme liğme ediyor. Ama korkarım artık seninle günlük olağan buluşmalarımıza da tahammülüm kalmadı. Başka analara, bebelere de derman olasın. Sağlıcakla."

Türkiye'de süt veren anneler sahipsiz, danışacak kimse yok, destek olacak kimse yok. Çocuk doktorunuzun eli hemen mamaya gidiyor ve ne emzirme konusunda ne de emziren annenin psikolojisi konusunda pek de bir şey bilmiyorlar. Geriye eş dost kalıyor. Onlar da genelde mama firmalarının mümessili gibi davranıyor:

"Ay bilmem kimin çocuğu, sırf mamayla büyüdü şimdi sınıf birincisi.''
"Neden bu kadar kasıyorsun, bazı kadınların sütü olmuyor." 

Geriye tutunacak iki dal kalıyor; her annenin dostu internet ve bir şeye taktımı tam takan kişiliğiniz.
Yanlış anlamayın; internette bile Türkçe doğru düzgün kaynak yok. 'Gene ne varsa gavurda var.' diyerek; emzirme kaynakları taranıyor, uzmanlara mailler atılıyor. Sonunda artmaz denen süt, beş hafta içinde artıyor. Lado memeye ve anne sütüne kavuşuyor. 

SÜT ÜRETİMİYLE İLGİLİ BİR İKİ NOT

Süt üretimi ilk haftalarda hormonal, sonra mekanik bir hal alıyor:
Memelerin bir zekası var. Meme boşaldıkça, doluyor. Yani siz memeyi sık sık boşaltarak ona ''süt lazım, yetmiyor'' diyorsunuz. O da kolları sıvayıp, daha çok üretmeye başlıyor. Eğer dolu kalırsa, "demek bu kadar lazım değil" diyerek üretimi yavaşlatıyor. Anlayacağınız, bir arz talep meselesi...

Bütün süt arttırma teknikleri, yukarıdaki "memeyi boşaltma" prensibine dayanır:Süt yaptığı ya da kestiği kanıtlanmış herhangi bir besin yoktur.

Beslenmeyle ilgili dikkat edilmesi gereken tek şey; çok sıvı tüketmek ve normalde almanız gereken kaloriden bir miktar daha fazla kalori almaktır. Zira, kaloriyi ya da suyu kısarsanız; bu mekanizma önce annenin ihtiyaçlarını, sonra süt üretimini düşünür. Süt üretimine yetecek su ve kalori kalmaz. 

Pompadan çıkan süt ile çocuğun emerek aldığı süt miktarı arasında fark var:Pompalar bebeklerin emişini taklit ediyor, ama dedim ya, memeler zeki, yemiyor. Bebek, o memeden pompayla sağdığınızdan daha fazla süt çıkarıyor.

Memelerin sadece zekası değil hisleri de var. Emzirdiğinizde yaşadığınız çocuğunuzla o yakınlık hissi, süt üretimini coşturuyor: Siz bir istiyorsunuz, meme iki veriyor. Sizin gibi memeler de pompaya karşı aynı hisleri beslemiyor. 

Süt üretimi üçüncü ayda regüle oluyor: Yani ilk üç ay kontrolsüzce süt üreten meme, bebek üç aylık olunca 'yetecek kadar' süt üretmeye başlıyor. Fazla üretiyorsa, bu üretimi kısıyor.
Etrafımızdaki annelerin çoğu, üçüncü ayda mamaya başlıyor. Süt üretiminin azaldığını görünce, çocuğa yetmediğini düşünüyor. İlk aylardaki gibi memeler balon gibi şişmediği için, sütü bitti sanıyor. Memede yetecek kadar süt olması için, balon gibi şişmesi gerekmiyor. 

Regl olunca, süt üretimi hormonal olarak azalıyor:Ama regl dönemi bitince, eski halini alıyor.    
      
Yetecek kadar süt olması için memeden süt sızması gerekmiyor:Süt sızması, süt miktarından çok meme ucunun yapısıyla ilgili. 

Bebeklerde akşam huysuzluğu denen bir özellik var:Bazı bebeklere, akşam olunca afakanlar basıyor. Yine akşam olduğu için memeleriniz sabahki kadar süt dolu olmuyor. Bunlara etraftan gelen, bu çocuk aç yorumları eklenince, mamaya genelde akşam saatlerinde başlanıyor. Emzirme uzmanları uyarıyor; akşam huysuzluğu açlık değildir. 

Süt memelerden bir kaç farklı akışta gelebiliyor:Bu durum, özellikle pompayla sağarken anneleri yanıltabiliyor. Süt önce geliyor, sonra akış duruyor, bir kaç dakika sonra tekrar bir akış oluyor. Yani süt artık gelmiyor olsa bile, en az beş dakika daha sağmaya devam etmek gerekiyor. 

Memeden ilk gelen sütün su oranı, daha sonra gelen sütün yağ oranı yüksek oluyor:Sık sık az az emerse, bebek kilo almada bu nedenle sorun yaşayabiliyor, anneler sütü az zannediyor. Bir memeyi sonuna kadar emzirmek ya da sağmak gerekiyor.   

SÜT ARTTIRMA TEKNİKLERİ  

En iyi süt arttırma tekniği emzirmektir:
Sütünüz azsa; çocuğunuzu sık sık ve uzun uzun emzirin. Emzirmek için, memenizi dolu hissetmeyi beklemeyin. Hatta memenizin dolu olduğunu hissediyorsanız, emzirmekte/sağmakta geç kalmışsınız demektir. Ortalama iki günle bir hafta arasında sütünüz artacaktır.

Bebeği emzirdikten hemen sonra, 10 dakika kadar memelerinizi sağmak da "süt yetmiyor" mesajını vermek için iyi bir taktiktir:'Hemen sonra', kısmı bu uygulamada önemlidir. Geciktirirseniz, bebeğin acıkma ritmiyle memenin süt üretme ritmi arasındaki uyumu bozabilirsiniz. Böyle bir durumda, bebeğiniz acıktığında, kısa bir süre önce sağdığınız için henüz yeterince süt üretilmemiş olabilir.

Emzirme tatiline çıkın!  İngilizce, 'nursing vacation' denen bu taktik çok etkili. Emzirme tatiline şöyle çıkıyorsunuz; yanınıza bebeğin bakımına yardımcı olacak birini çağırıyorsunuz. Hep beraber eve kapanıyorsunuz. Uyumadığınız ya da bebeğe bakmadığını her fırsatta, ya bebeği emziriyor ya da memelerinizi sağıyorsunuz. İki üç gün boyunca, memelerinizi sağmak ve bebeği emzirmek dışında hiç bir şey yapmıyorsunuz. İki üç günün sonunda, memeleriniz acil süt çağrınızı alıyor.  

Bebek memeyi çeşitli nedenlerle reddedebilir:Yine de gece uyku sersemiyken, ya da sabah memeniz daha doluyken memeyi teklif etmeye devam edin. İstemese de en azından memenize yakın tutun. Memeleriniz açıkken kucağınıza alın. 

Sütünü arttırmak isteyen kadının en yakın arkadaşı pompadır:Pompanızın güçlü olması, pompa ucunun memenizin ucuna uygun büyüklükte olması ve pompanızın çift taraflı olması çok önemlidir.
Pompanızın gücü hem çıkacak süt miktarında  hem de memelere verilecek "sütü arttır" mesajında belirleyicidir.

Piyasada standart pompa uçları satılır. Halbuki her kadının meme ucunun büyüklüğü farklıdır: Hatta sağdıkça, meme ucunuzun büyüklü zamanla da değişir. Eğer meme ucunuza uygun olmayan bir pompa ucu kullanırsanız, süt miktarınız olumsuz etkilenir. Farklı boyutlarda pompa uçları mevcuttur. Eğer sağarken acı duyuyorsanız, memenizin ucu rahatça gidip gelemiyorsa, memenizin uç kısmından daha büyük bir kısmı pompanın içinde gidip geliyorsa, pompa ucunun boyutu yanlıştır. 

Pompanın çift taraflı olması, bana göre elzemdir:Zira sütünüzü arttırmaya çalıştığınız günlerde, hayatınız süt sağarak geçer. Neredeyse bebeğe bakacak vaktiniz kalmaz. Tek taraflı pompa demek, sağarak geçireceğiniz süresinin iki kat artması demektir ve sürdürülebilir bir durum değildir. Zamanla bezmenize ve sağma işini ihmal etmenize neden olur.

Popayı nasıl kullanacağınıza gelince... Eğer sadece sağarak süt veriyorsanız, normal şartlarda, pompayla bebeğin acıkma ritmi arasında bir uyum tutturmanız gerekiyor. Yani bebeğiniz genelde üç saatte bir acıkıyorsa ve günde yedi öğün kadar süt tüketiyorsa; üç saatte bir ve günde yedi kere süt sağmanız önemli. 

Power pump zamanı! Eğer sütünüz azsa, artıncaya kadar bebeğin acıkma ritminden çok daha fazla sağma işlemi yapmanız gerekir. Buna da power pump yani 'güç pompası' deniyor.
Power pump, zahmetli bir iş; belki gün içinde normal sağma ritminizi koruyup, vakit bulduğunuzda günde bir ya da iki kere power pump yapabilirsiniz. Power pump taktiği; belirli bir süre memeyi sağıp, belirli bir süre bekleyip, sonra tekrar sağma mantığına dayanıyor. Süreler değişebilir ama, örnek vermek gerekirse, şöyle bir uygulama; ilk sağmada on beş dakika sağ, daha sonra on dakika bekle beş dakika sağ, on dakika bekle, beş dakika sağ diye devam ediyor. Ne zamana kadar mı? Canınıza yetinceye kadar.   

Özellikle emzirme tatili ve power pump uygulamalarında memelerinizi yolda bırakmamaya dikkat edin:Süt üretmeleri için memelerinizin sağlıklı olması önemli. Onlara iyi bakın, havadar tutun ve acı/yara gibi bir durum olursa bu uygulamalara hemen ara verin.   

Tanrının annelere bir şakası olsa gerek... En çok anne sütü yapan şey, bir annenin arayıp da bulamadığı tek şey olan; uykudur:Sabah saatleri sütünüzün en çok olduğu saatlerdir, bunun nedeni bir kaç saat de olsa uyumuş ve dinlenmiş olmanızdır. Mümkün olan her fırsatta, uyuyamasanız bile dinlenin. 

Bazı memelerden ilk gelen süt çok tazyikli geliyor:Bu durum da bebeği rahatsız edebiliyor, memeyi reddetmeye başlayabiliyor. Durumun bu olduğunu tespit ederseniz, elinizle bir havluyla memedeki ilk sütü hafifçe sağın. Daha sonra bebeği memeye koyun  

Ve gelelim ilaç meselesine... Piyasada satılan bir mide ilacının etken maddesi, prolaktin hormonunu tetikliyor ve süt üretimini arttırıyor:Ben bir hafta kadar kullandım, tecrübeyle sabit. Kanada'da bu konuda yapılan araştırmalar da ilacın etken maddesinin anne sütünü arttırdığını ortaya koyuyor.  

ABD'de ve Kanada'da aynı etken maddeye sahip mide ilaçları, kadınlar tarafından bu amaçla kullanılıyor. Lakin FDA, (Amerika'da ilaçlardan sorumlu kuruluş) bu uygulamayı onaylamıyor. Neden derseniz, ilaç eser miktarda olsa da anne sütüne geçiyor ve bebekler üstündeki etkilerine yönelik bir araştırma yok. Gelin görün ki; aynı ilacın pediatrik boyu, reflüsü olan bebeklerde kullanılıyor ve  böyle bir durumda anne sütüne geçen miktardan çok daha yüksek miktarda ilaç bebeğin sistemine giriyor.

FDA'nın muhalefetine rağmen Amerikalı birçok doktor, yine de bu ilacın kısa bir süre kullanımını annelere öneriyor. Bitkisel ya da değil, ilaç kullanmadan önce muhakkak doktorunuza danışın, onun onayı yoksa kullanmayın. 

Bu ilacı kullanırsanız, sütünüz istediğiniz miktara geldikten sonra ilacı çok yavaş bırakmanız ve o dönemde daha çok sağıp emzirmeniz  gerekiyor. Günde 4 tablet kullanıyorsanız, çeyrek tablet azaltarak, azaltmalar arasında bekleyerek, bekli bir ayda bırakmanızda fayda var. Aniden bırakırsanız, sütünüz tekrar azalabilir.

Not: Dünyadaki en önemli ve kapsamlı emzirme ve anne sütü kitabı olan "Emzirme Sanatı/La Leche League" Türkçe olarak yayınlandı. Daha atılacak çok adım var, ama güzel bir başlangıç. 

Alıntı: Esra SERT /ntvmsnbc.com

Çocukta psikolojik gelişime güzel bir yorum

Şımarık çocuğa şımarık, öküz kocaya öküz diyemediğimiz bir çağda yaşıyoruz. Her şeyin artık afili, siyaseten doğru birer ismi ve son derece meşru nedenleri var. Üstelik bu yakıştırmaları görmezden gelmemiz de mümkün değil. Zira bu isimleri takanların, bizzat kendilerinin öyle isimleri var ki insan saygıyla önlerinde eğiliyor; pedagog, psikolog, psikiyatr, evlilik danışmanı, eğitim koçu, oyun terapisti... Herkeste bunlardan en az bir ya da iki tane var. Sonra yavaş yavaş günlük hayatın dili, bu afili, eh biraz dolambaçlı dile doğru kayıveriyor.

Ahmet, hiperaktif (bildiğin yaramaz), kuralları çiğneme eğiliminde (tepenize çıkarmışsınız), sizin otoritenizi deniyor (laf geçiremiyorsunuz), sınır koymayla ilgili sorun yaşıyorsunuz (şımartmışsınız), çocuğunuzla kaliteli zaman geçirin (Facebook'tan kafayı kaldırıp çocuğa bakın), karınız travmatize olmuş (kadını delirtmişsiniz), karınız mükemmeliyetçi (direnmeyin karınızın dediği olacak), kocanızın bu ilişkiden çıkma eğilimi var (adam kaçacak), kocanızın aşırı korumacı bir annesi var (o kayınvalide ile yanmışsınız), kocanızla ilgili sorunlar evlilik öncesine kadar uzanıyor (bile bile evlenmişsin)…

Gelin görün ki bir evlilik terapisti; ''kocanızda empati eksikliği var. Sorunlarınız yeni başlamamış, evlilik öncesine kadar uzanıyor'' deyince oluyor da siz; ''bak kızım bu adam öküz. Sen de bile bile bununla evlendin'' deyince olmuyor.

Hakkını vermek lazım, gerçeğin akademik süzgeçten geçmiş hali, sizi saç saça baş başa bitecek en azından günde bir iki diyalogdan kurtarıyor. 

Sonunda kendinizi,  bu siyaseten doğru, dolambaçlı yolun tatlı melteminde tavsiyeler verirken buluyorsunuz.
Biri dert yanınca başlıyorsunuz yorum yapmaya:
İletişim kanallarını kapatmamak lazım (ikinci Digitürk'ü almayacaktınız), hayal gücü geniş bir çocuk, doğru yönlendirilmesi lazım (tedbiriniz alın yoksa sizin çocuktan bir nane olmaz), tabi sizin evde iki güçlü karakter var (al birinizi, vur ötekine), tercihleri konusunda çok ısrarcı bir çocuk (ben böyle bir inat görmedim).

Hal böyle olunca, her geçen gün anne diyalogları daha sofistike hale geliyor. Çocuk gelişimi denen şey, kendi analarımız arasında; ''bizim çocuk düz duvara tırmanıyor, et tutmuyor'' düzeyinde tartışılırken, bu günün anneleri arasındaki diyalogları anlamak tercüme kılavuzu gerektiriyor.

Acemi anne kendini; ''Lado'nun dikkati kısa değil, ama seçici'' derken buluyor (canı istemezse, olay mahallinden topukluyor).

Çocukların, kaba motor gelişimine baktırmak gerekiyor; bazı oyuncaklar, küçük kasların gelişimi için iyi oluyor; parkta kovasını vermeyen çocuğun ben duygusu geliştiği için üstüne gitmemek gerekiyor; çocuk henüz oral dönemden çıkmamış oluyor; soyut algısı olmadığı için zaman kavramını somut örnekler kullanarak anlatmak gerekiyor. Kardeşi olan çocuklar, daha stimüle bir ortamda büyüyor.

İnsan ''soyut algı'' ve ''stimüle'' kelimelerini bir kere bile ağzına almamış analarımızın, nasıl olup da bizi büyütebildiğine şaşıp kalıyor. Sanki tüm bu jargonu hayatımızdan söküp atsan,  geriye kimsenin etrafındakilerin halini anlayamayacağı bir sessizlik kalıyor.

Derken bir gün, acemin annenin yanına parkta yaşlıca bir kadın ile torunu geliyor. Anneanne,  etraftaki annelere iki üç çocuk yapın diye tavsiye veriyor; ''birbirleriyle oynasalar da kardalar, dövüşseler de kardalar. Tek çocuk hep zararda'' diyor.  Parktan gitmek istemeyen torununa; ''hadi'', diyor ''şımarıklık yok''. ''Yine gelirsin, deden getirir. Yatacaksın, kalkacaksın, yatacaksın kalkacaksın deden gelecek ''.

Acemi anne, ''Bırakayım kaba motor gelişimini, dikkat süresini; doğurayım sıra sıra, evde boğuşa dövüşe stimüle olur dururlar. Yatarlar kalkarlar, yatarlar kalkarlar okul yaşı gelir. Sonra sen sağ ben selamet'' diyerek; bir stimüle olsun diye oyun grubuna başlayan Lado'ya, bir anneanneye bakıp düşünceye dalıyor.

''Tercihleri konusunda ısrarcı Lado'' kum havuzundan bağırıyor: ''anne yellllllllllllll''. 

Alıntı : Esra SERT /ntvmsnbc.com

Başbakan Tam Gün'ü deldi

Önce..  Başbakanımıza geçmiş olsun, Allah uzun ömür versin..
Sonra..
Sağlık Bakanı, lütfen istifa eder misiniz?
Niye mi?
Kendi koyduğunuz kuralı, (dayattığınız kuralı desek daha doğru olur da) kendiniz çiğnediğiniz için..
Deldiğiniz için..
Hiçe saydığınız için!
*
Üniversitelerde performansa girmeyen hocaların, hastaları muayene etmesini, ameliyat yapmasını yasaklamadınız mı?
Yasakladınız..
Bunu yasa ile yapmaya çalıştınız, Anayasa Mahkemesi’nden döndü.. Mahkeme iptal etti..
Sen misin eden..
Adalet Bakanlığı’nı ilgilendiren kanun hükmündeki kararnamenin içine iki satır konuldu, el mi yaman bey mi yaman vaziyeti oldu.. Milli iradeyim; kardeşim istediğimi yaparım anlayışı yani!
İtiraz eden Hoca’lara kapı gösterildi..
Muayenehanesi olanlara..
Özel hastanede çalışan Hoca’lar üniversitede ders verir ama hastalara el süremez dendi..
Ne yapalım, emir demiri keserdi..
Kesti de..
Acil hastalara, kanser hastalarına bile el sürülmedi..
Yasaktı!
Hoca’lar ya emekliye ayrıldı ya da iki yıllığına izne çıktı..
En değerli Hoca’ların çoğu gitti..
Tıp Fakültesi’nde okuyan öğrenciler Hoca’sız kaldı..
*
Bu durum Cumhurbaşkanı’na da anlatıldı..
Başbakan’a da..
Eylem de yapıldı, dinleyen, ilgilenen olmadı..
*
Prof. Dr. Dursun Buğra da Sağlık Bakanı’nın üniversiteden uzaklaştırmak istediği Hoca’lardan biriydi..
İstanbul Üniversitesi Genel Cerrahi Anabilim dalı öğretim üyesiydi..
Dalında en iyilerden..
Ünlülerinden..
Kararnameden sonra diğer Hoca’lar gibi o da emekliliğini istedi.. Üniversiteden ayrıldı, Amerikan Hastanesi’ne gitti..
Özel’e.. Devletten kovulduğu için!..
*
Aradan çok zaman geçmedi..
Başbakan’ın ameliyat olması gerekti.. Marmara Üniversitesi’nin hastanesine yattı..
Koşa koşa gittiler, üniversiteden ayrılmaya zorladıkları Prof. Dr. Dursun Buğra’nın kapısını çaldılar..
En iyilerinden biri de oydu..
Laparoskopi denilen kapalı yöntemle ameliyatı o yaptı..
Marmara Üniversitesi’nin hastanesinde..
*
Gelelim sorulara..
Hani..
Özel hastanede çalışan..
Muayenehanesi olan, üniversite hastanelerinde hastalara el bile süremezdi..
Yüzlerce Hoca bu sebeple izne çıkmadı mı, emekli olmadı mı?
Prof. Dr. Buğra bu yüzden üniversiteden ayrılmadı mı?
Ne oldu?
Üniversite hastanesine çağrılarak, ameliyat yaptırılarak kararname delindi mi?
Delindi!
*
Efendim o Başbakan!..
Tamam da Başbakan’ınki de can vatandaşınki de can.. Vatandaşa yasak, Başbakan’a serbest olur mu?
Hepimizin canı can..
Yarın öbür gün Cerrahpaşa’ya yatan bir hasta, özel  hastanede çalışan bir profesöre ameliyat olmak isterse   ne olacak?
Bırakın özel hastaneyi aynı üniversitede ders veren bir Hoca’ya muayene olmak isterse!..
Yasak mı denilecek?
*
İşin gerçeği ortaya çıktı..
Demek ki kararname yanlışmış!..
Demek ki kararname ünlü Hoca’ları üniversiteyi terk etmeye zorlamış..
Demek ki Buğra gibi Hoca’lara artık parası olan ulaşacak..
Kıt kanaat geçinen vatandaş değil..
*
Sağlık Bakanı’nın getirdiği düzen bu..
Kendi koyduğu kuralı kendi deldiyse istifa etsin demekte haksız mıyım?

Alıntı : Mehmet TEZKAN - MİLLİYET

Yabancı doktorlar gelmeye başladı

ÜSTELİK BAKANLIĞIN SAYFASINDA SAĞ ÜST KÖŞEDE HALA ATATÜRK RESMİ VE ''BENİ TÜRK HEKİMLERİNE EMANET EDİNİZ'' YAZARKEN....

Dün Hürriyet Gazetesi Sağlık İlanlarında yayınlanan ilan belki de bir dönemin başlangıcıydı.
Evet bu ilan ''yabancı doktor aranıyor '' ilanıydı
Bir söz var :''Yaşa yaşa gör temaşa''
Bu güzel ülkemiz daha neler görecek.
Biz bu ilanı aradık
Sorduk Rus vya Azeri fark eder mi diye
Santraldeki görevli Başhekimin çıktığını ve tekrar aramamız gerktiğini söyledi
Özel hastaneler için ''ucuz''işgücü dönemi başlamış oldu
Daha ne yorum yapalım
İşte bahsettiğimiz ilan :

ÖZEL AKDENİZ HASTANESİ

MANAVGAT'ta çalışacak; sağlık bakanlığı tarafından belirlenen şartlara haiz ve çalışma izni olan Yabancı uyruklu doktor aranmaktadır. info@akdenizhospital.com 0.242.746 00 13

Alıntı:doktoraktuel.com


03.12.2011 TARİHLİ ZAMAN GAZETESİ'NDEN ALINTI :

Tarihinin en büyük krizini yaşayan Yunanistan'daki doktor ve hemşireler de Türkiye'de çalışmak için sıraya girdi. AKkariyer Genel Müdürü Aslı Akkor, kendilerine şu ana kadar 2 bin 500 yabancıdan başvuru geldiğini, bunun 500'ünün Yunanistan ile Balkan ülkelerinden olduğunu söyledi. Akkor, "Hemşire ve doktorları Türkiye'ye getirmek için oranın resmî makamları ile görüşmeler yapıyoruz." dedi. Akkor, Yunanlılardan sonra başvurularda İran, Azerbaycan ve Orta Asya ülkelerinin ön sırada yer aldığı bilgisini verdi.

Önümüzdeki hafta Yunanistan'a gideceklerini belirten Akkor, "Burada doktor ve hemşire dernekleri ve istihdam şirketleri ile görüşeceğiz. Yunanistan'dan özellikle çok sayıda hemşire Türkiye'de çalışmak istiyor." dedi. Akkor, bu kişilerin mutlaka doğru kanallarla Türkiye'ye getirilmesi gerektiğine dikkat çekti. Bazı kötü niyetli kişilerin Türkiye'ye turist vizesiyle gelen kişilere çalışma izni alıp, çalıştırabileceğini hatırlattı. Ayrıca kendi ülkesinde hasta ya da çocuk bakıcısı olan kişilerin 'hemşire' olarak, veteriner ve sağlık personelinin de 'hekim' diye Türkiye'ye gelme tehlikesi oluşabileceğini söyledi.

Özel Hastaneler ve Sağlık Kuruluşları Derneği (OHSAD) Genel Sekreteri Cevat Şengül, yabancı hekim ve hemşirelerle ilgili mevzuat hazırlığının devam ettiğini ve ithal sağlık personelinin 2012 itibarıyla Türkiye'de çalışmaya başlayacağını söyledi. Şengül, hastanelere bu dönemde 'şu kadar hemşire şu kadar doktor getiririm' diye maillerin geldiğini hatırlatarak, hastanelerin dikkatli olmalarını istedi.

Şengül, yeni düzenlemenin Tür-kiye'de okuyan ve uzmanlık eğitimi gören 3 bin hekime de resmî çalışma izni anlamı taşıdığını belirtti. Doktorların yanı sıra dışarıdan gelecek hemşirelerle özel sağlık sektörünün personel açığının bir nebze de olsa rahatlayacağını kaydetti. "Bu kişiler bizimle sözleşme imzalayacak. Kadro işgal etmeyecek. İsteğimiz, bu doktorların yaptığı hizmetin de sigortanın ödeme kapsamında olmasıdır." dedi. Düzenlemeyle Türkiye'de 5-6 bin yabancı hekimin çalışması düşünülüyor. Hemşirelerde ise sınır yok. Orta ve uzun vadede 200 bin hekim ve hemşireye ihtiyaç var. Çıkan yasanın altyapısını düzenlemek için Sağlık, Çalışma ve İçişleri bakanlıkları ile YÖK bir çalışma yürütüyor.