22 Haziran 2011 Çarşamba

Doktorluğu neden bıraktım?

HEPİMİZİN KARŞILAŞTIĞI DURUMLARI KISACA ANLATAN BİR YAZI...HELE BAŞBAKANIMIZ KAZLIÇEŞME MİTİNGİNDE 'DOKTOR EFENDİ '  DİYEREK KALBİMİZE TAHT(!) KURMUŞKEN , BU YAZI İYİ GELECEK...YANLIZ DEĞİLİZ...




Çok düşündüm yazmaya başlamadan önce. Nasıl anlatmalı, diye. Madde madde sıralamak çok kuru geldi. Çok da uzatmamalıyım, diye düşündüm. Bir taraftan da anlatacak o kadar çok şey var ki….Sonra dedim ki, örnekler vereyim, okuyan kıssadan hisse, anlasın. İlk aklıma gelenle başlayayım:


İkinci çocuğa yedi aylık hamileydim. İlkinde asistandım. Bu sefer uzmanım ya, farklı olacak. Ne fark edecekse? İlkinde, bebeğim iki aylıkken sekiz nöbetle dönmüştüm hastaneye, güya süt izni altı aydı o zaman. Nöbet dönmez demişler, başladığımın ikinci günü listeye yazmışlardı. Biliyorum, ben böyle olacağını, anlatması öyle zor ki. Bir şey hemen başka bir şeyi çağrıştırıyor.


 Evet, yedi aylık hamileydim ve çok kötü bir trafik kazası geçirdik. Arabamız pert oldu, emniyet kemerinin izi vücuduma derin bir morluk olarak çıktı. Erken doğum tehdidi atlattım. Rapor almadım, çünkü çalıştığım birimde tek uzman doktordum. Kazadan iki hafta sonra, bu sefer gece yarısı bir sarhoş sokakta ne kadar araba varsa çarptı. Bir kalp çarpıntısı tuttu beni. Biliyorum ki, anksiyeteden. Durmadı, sabahı sabah ettim. Sabah bir kardiyoloji uzmanına gitmeye karar verdim. Erkenden aradım hastaneyi, polikliniğe gelemeyeceğimi söylemek için. Telefonu birbirine bağlayan bağlayana. Kimse sorumluluk almak istemiyor. Sebep, öğleden sonraya gün önceden verilmiş internet randevuları. Sonunda, dayanamadım “Öldüm ben bugün, tamam mı!” dedim karşımdakine. Beş dakika sonra o bir türlü ulaşamadığım poliklinikten sorumlu başhekim yardımcısı aradı. “Dr hanım, sabah adınıza yazılmış yedi sekiz hasta var, n’olacak?” diye sordu.
  • Kaynak : selgingb.wordpress.com/
BU MESLEĞİ, BEN DE İNSAN OLDUĞUM VE HASTA OLMA HAKKIMI KULLANMAK İÇİN BIRAKTIM.


Anadolu’nun büyücek şehirlerinden birindeyim. Haftada iki gün heyet var. Her heyet gününde en az yüz, yüz yirmi hasta var. Çoğu özürlü veya bakıma muhtaç raporu almak için gelmiş.


Raporu alırsa, devlet para verecek. Diyaloglar:


1) Hasta yakını: Muayeneye gerek yok doktor!
Dr: Ben muayene etmek için varım.
Hasta yakını: İmzala da şu kağıdı bitirelim işimizi. Daha dolaşacak çok kapı var.
Dr: Bu kadıncağız Parkinson Hastası. Hiç tedavi aldı mı?
Hasta yakını: Neyse ne hastalığı. Bu saatten sonra tedavi mi olur!
Dr: Tedavi edilirse belki de kendi işini görür, bakıma ihtiyacı kalmaz.
Hasta yakını: Sen imzala, biz bakarız.
Dr: Hastanın tedaviyle durumunun düzeleceğini düşünüyorsam özür derecesi veremem. Poliklinikten takip edelim, ilaçlar işe yaramazsa o zaman yeniden değerlendirelim. Olura olmaza verilen bir şey değil bu bakım parası
Hasta yakını: Sana mı kaldı kadın, devletin parasını düşünmek! Allah belanı versin!


BU MESLEĞİ, DURDUK YERE BELA ALMAMAK İÇİN BIRAKTIM.


2) Dr: Eee.. sen geçen hafta da iki özürlü çocuk getirmiştin. Onlar da mı senindi?
Hasta yakını: Hee..
Dr: Kaç çocuğun var senin?
Hasta yakını: On iki.
Dr: Kaçı özürlü?
Hasta yakını: Sekiz. Bazısı akıldan, bazısı hem vücuttan, hem akıldan.
Dr: Karın akraban mı?
Hasta yakını: He. Teyze kızıdır. Aklı da kıttır.
Kaba bir hesapla 8×500 TL = 4000 TL. Vergisiz, temiz gelir.


BU MESLEĞİ, İNSANLARI EĞİTİLECEĞİ YERDE YANLIŞ YAPMAYA DEVAM EDİYORLAR DİYE HEPİMİZİN KESESİNDEN HOVARDACA ÖDÜLLENDİRİP, İNSANLARIN AĞZINA BAL ÇALARAK KENDİ HANELERİNE YAZILAN SEÇMEN OY’UNA ÇEVİRDİKLERİ İÇİN BIRAKTIM


3) Dr: Ne kadarlık bu bebek?
Baba: İki aylık.
Dr: Sorunu nedir?
Baba: Anne sütü almıyor.
Dr: Dudak, damak yarığı filan mı?
Baba: Şükür, yok öyle bir şey. Bir kusuru yok, her şeyi tamam, maşallah.
Dr: Siz niye geldiniz peki?
Baba: Devlet memuruyum. Mama parası almaya geldik.
Dr:??


BU MESLEĞİ, İNSANLARIN AÇ GÖZLÜLÜKLERİNE ARTIK DAYANAMADIĞIM İÇİN BIRAKTIM.


Bel ağrısı olan hastanın muayenesi bitmiş, reçete yazacağım, soruyorum, “Yakınlarda ağır kaldırdınız mı?” Hasta, kollarındaki bileziklerini şıngırdatarak cevap veriyor, “Allah kabul ederse, iki kurbanımız vardı. Malum onca et, indir kaldır..Ondan oldu herhalde.” Önümdeki ekrana bakıyor, bakıyorum. Hasta Yeşil Kartlı. Hastanın “Dr hanım en iyi ilaç neyse ondan yaz. Bir de MR çektirsen iyi olur,” demesi ile kendime geliyorum.


BU MESLEĞİ, BENİM CEBİMDEN ÇALANLAR BANA HASTA HAKKINA DAYANARAK İŞİMİ KULAKTAN DUYDUKLARIYLA ÖĞRETMESİNLER DİYE BIRAKTIM.


Performans, performans. Kaç kişi biliyor bu “Performans”ın ne anlama geldiğini? Eminim çoğu kişinin anladığı “işini iyi yapmak.” Performans demek, puan demek. Poliklinikte bakılan hasta şu kadar puan, hastaya dikiş atılması bu kadar puan, hastaya muayene testi sırasında x testini yapmak bilmem ne kadar puan. Ay sonunda listeler asılır. Hastane birincisi bilmem kaç bin puan yapmıştır. Puanıyla orantılı olarak, döner sermayeden para alır. Zeki insanlar anlamışlardır, hemen. Bu sistemin nasıl suistimal edilebileceğini. Geçen yıl mesleği bırakmadan bu konuda olanları da iki örnekle anlatayım:


1) Acil kapıda Aile Hekimliği sisteminden önce pratisyen hekimler duruyordu. Mantıklı olarak önce hastayı onlar değerlendiriyor, sonra ihtiyaç duyarsa icapçı konsültan uzman hekimi çağırıyorlardı. Ne zamanki, konsültan çağırdıklarında onların puanından kesildi, o zamana değin olura olmaza çağırdıkları uzmanlar bir nebze olsun rahat nefes aldı.


BU MESLEĞİ MESLEKTAŞLARIMIN PERFORMANS DENİLEN İLLETLE DAHA FAZLA KİRLENDİKLERİNİ GÖRMEMEK İÇİN BIRAKTIM.


2) Şehrin eski SSK hastanesinde tek nöroloji uzmanıydım. Poliklinik, acil, servis, EEG, EMG… hepsine tek kişi koşturuyorum. Mutluyum ama, çünkü sekreterler olsun, acil ekibi, servis hemşireleri, EEG ve EMG hemşiresi olsun, nasıl iyi bir ekip, anlatamam. Canla başla çalışıyoruz. Anadolu’dayız. Hasta İstanbul hastası değil, kimi şehrin diğer ucundan geliyor, çok uzaktan geldim, diyor, kimi de gerçekten 120 km uzaktan, dağın başından geliyor. Biz uğraşıyoruz, EEG ve EMG ile ne kadar hastanın, ne kadar kısa sürede işin hallederiz, diye. Bazen işin içinden çıkamadığım oluyor, arıyorum İstanbul’daki arkadaşlarımı, hocalarımı, hastaları onlara gönderiyorum. Arada sekreterler puanımı söylüyorlar, aklımda bile kalmıyor. Her ay daha ne kadar fazla yapabiliriz, randevuları nasıl yakın zamana verebiliriz, diye uğraşıyoruz. Malu, bakan “İsteyen gece çalışsın, kazansın,” demiş.Ay sonunda diğer hastanede çalışan eşim, oraya asılan her iki hastanenin ortak puan listelerine bakıyor (Şehirde bir Devlet, bir de eski SSK hastanesi vardı. Bir takım sebeplerle iki hastane birleştirilmiş, tek başhekimlik ile idare edilmeye başlanmıştı. Bu da ayrı bir hikaye). Benim puan her ay bizim hesaptan en az 8-10 bin puan eksik. Üç ay böyle gitti. 8-10 bin puan o zaman, yaklaşık 2000 TL döner demek. Sonunda neden kesiliyor puanlarım, diye araştırdığımda, yaptığım EMG’lerden kesildiğini öğrendim. Neden? diye sorduğumda “Etik Komisyon” daki EMG’nin ne olduğunu bile bilmeyen bir başka branşın uzmanı doktor arkadaşın kararı doğrultusunda olduğunu söylediler. Bir ay içinde o sayıda EMG yapamayacağıma kanaat getirmiş kuruldaki arkadaş, puanı yüksek olan işlerin üzeri çizilmiş. Dilekçeler gitti, geldi. Yalan Performans bildirmekle suçlandım, yani yapmadığım işi yapmış göstermekle. Gönlüm o kadar rahat ki, her şeyim arşivli, kayıtlı, raporlarımın hepsi tamam. Israr edince, Bakanlıktan Soruşturmacı talep etmekle tehdit etti başhekimlik, yani hakkımda soruşturma açılması ile. Soruşturmacı istiyorum, diye dilekçe verdim. Sonra da istifa ettim. Dosya da kapandı, gitti. Elimde yazışmaların örnekleri, üstüne gideyim, dedim. Babası bakanlıkta olan eski bir arkadaşım,” Boşver, babama sordum, canın yanarmış,” dedi. Lanet ettim.


BU MESLEĞİ, GERÇEKTEN HİZMET ETMEK İSTEMEME KARŞIN, KARŞISINDAKİNİ DE KENDİ GİBİ BİLEN, HAK YİYEN, NEREDEN GELDİĞİ BELLİ OLAN KUKLA YÖNETİCİLERİN DAHA FAZLA HEM HEKİMLİK, HEM DE İNSANLIK ONURUMLA OYNAMAMALARI İÇİN BIRAKTIM.


Fakülte girişimle beraber, on sekiz yılın sonunda, gerçekten severek yaptığım mesleğimi bıraktım. Kolay bir karar değildi. Doya doya emziremediğim çocuğumdan, binbir zahmet beni okutan ana-babama, hocalarıma kadar o kadar çok kişinin emeği vardı ki o, on sekiz yılda. Benim alternatifim vardı, bırakabildim. Eminim, iki gündür grev yapan, yapmaya çalışan, yapamasa da gönlü yapmaktan yana olan o küçük, marjinal, siyasi görüşlü arkadaşların çoğu benim yerimde olsalardı, onlar da benim gibi yaparlardı.


Şimdi artık, mutlu ve huzurluyum. Performansı düşündürmeyen bir kazancım var. Çalıştığım yerde, insanlar kibar ve nazik. Gün içinde durduk yerde hakarete uğramıyor, tehdit edilmiyorum. Gece yatağa girerken, telefon ne zaman çalacak diye düşünmüyorum. Tamamen silinmeyecek olsa da, yavaş yavaş, insanların çirkin yüzlerine ilişkin anılar berraklığını yitiriyorlar.


 Çocuklarıma insana inanabilmeyi öğretme konusunda umudum yeşeriyor.


Ama…


Tam bir yıl oluyor, hasta görmedim. Hasta gözünde gördüğüm, o şükran duygusunu, felçli hastanın ilk kez yeniden ayağa kalkışını görmeyi, hasta bir lokma fazla yedi mi sevinmeyi, kafamda listeler oluşturup, adım adım ilerleyerek sonunda teşhis koymayı, varsa tedavisi, tedavi etmeyi özledim.
Halk başına ne geleceğini bilmiyor, popülist politikaya alet oluyor. Nicelik olarak artan sağlık hizmetinin aslında niteliğinin artık sıfır bile olmadığının farkında değil. Sayın bakan ve başbakan, çuvaldaki bir iki çürük elma için tüm ambarı heba etti. Çürük elmalar duruyor, onlar artık muayenehaneyi değil Performans Sistemi’ni kullanıyor.


DAHA ÇOK ANLATABİLİRDİM. UMARIM BUNLAR SİZE SAĞLIK ÇALIŞANLARININ NEDEN GREV YAPTIĞI KONUSUNDA BİR FİKİR VERMİŞTİR.


Alıntı.doktoraktuel.com

14 Haziran 2011 Salı

Anne sütünü arttırmanın yolları

Hamilelik dönemi geçiren kadınlara zaman zaman çevreden, ‘sen iki canlısın iki kişilik ye’ gibi telkinler gelebiliyor.
Obezite ve metabolizma uzmanı Dr. Ayça Kaya, doğumdan sonra ise süt artırma kaygısıyla lohusa şerbetleri, helvalar gibi yüksek kalorili besinlerin tüketildiğini, bu tarz beslenme alışkanlığının da fazla kiloları beraberinde getirdiğini söylüyor. Bu durumla başa çıkmanın mümkün olduğunu belirten Dr. Kaya, annelere sütlerini artırırken, kilo vermelerine de yardımcı olacak 10 ipucu veriyor. 

Eğer hamile kalmayı planlıyorsanız veya lohusalık döneminde iseniz işte size kilo almadan süt artırmanın yolları: 

 1) Gebelikten sonra otoimmun tiroid hastalıklarının ortaya çıkmasında artış olur. Eğer lohusalık depresyonunuz var ise ve kilo artışı yaşıyorsanız, öncelikle bir iç hastalıkları uzmanına muayene olmanızda fayda var. Hem tiroid, hem şeker hem de genel metabolizmanızın değerlendirilmesi iyi olur. 

2) Toplumda şekerli yiyeceklerin ve içeceklerin anne sütünü artırdığı ile ilgili yanlış bir inanış vardır. Bu tür yiyecekler sütü artırmaz. O nedenle loğusa şerbetleri, hazır meyve suları, şeker eklenerek yapılmış kompostolar, helvalar, tatlılar ve çikolatalardan uzak durun. 

3) Sütü artıran en önemli madde sudur. Ne kadar çok su içerseniz o kadar çok sütünüz olur. Özellikle her yemekte 2 bardak su için. Yediğiniz her meyveden sonra su için. Ortalama 10-12 bardak su içmeye özen gösterin. 

4) Su oranı yüksek olan sebze ve meyveler çok süt yapar. Her yemeğinizin yanında bolca yeşil salata yiyin. O nedenle salatayı baş tacı yapın. Ancak içine yağ, mayonez ve salata sosu koymayın. Nar ekşisi, limon, sirke ve 1 tatlı kaşığını geçmeyecek şekilde yağ ekleyebilirsiniz. Su oranı yüksek olan ıspanak, pazı, karalahana, yeşil fasulye gibi sebze yemeklerine sofranızda daha çok yer açın. Bu sebzeleri pişirirken kıymalı veya yumurtalı olarak hazırlamak besin kalitesini yükseltir. Ama eğer kıymalı yemek sevmiyorsanız yanında ayrıca köfte olarak hazırlayabilirsiniz. 

5) Taze sıkılmış meyve suyu, ayran, maden suyu ve şekersiz bitki çaylarını içecek olarak tercih etmekte fayda var. 

6) Yağlı yiyeceklere karşı dikkatli olun. Kızartmalar, pastane ürünleri, kurabiyeler, kıymadan yapılan etler, cipsler, çerezler, kremalı yiyecekler kalori oranları yüksek yiyeceklerdir. Küçük miktarda yenildiğinde çok fazla kilo yapabilir. 

GECE BİR LOKMA, GÜNDÜZ 10 LOKMAYA BEDEL


7)
Süt veren annenin gece kalkmaları nerede ise bir rutindir. Emzirmek ayrıca enerji ihtiyacını artırır. Ancak geceleri kalktığınızda karnınız zil çalsa bile sakın ağzınıza bir lokma koymayın. Çünkü gece insan vücudu depolamaya daha eğilimlidir. Gece yediğiniz bir lokma gündüz yediğiniz 10 lokmaya bedeldir. Çok acıkırsanız sadece 1 bardak su için ve sabah güzel bir kahvaltı yapacağınızı hayal edin. 

8) Emziklilik dönemi kilo vermek için bulunmaz bir fırsattır aslında. Çünkü insan vücudu süt yapmak için bir enerji harcar. Harcanan bu enerji özellikle ilk 2 ayda çok fazladır. Neredeyse günde 2 saatlik spor yapmaya bedeldir. O nedenle doğru yiyecek tercih yapmayı bilirseniz biraz da hareketinizi artırırsanız haftada 1- 1,5 kilo kaybedebilirsiniz. 

9) İşte size sütünüzü artıracak, bebeğinizin gazını alacak bir tarif: 1 yemek kaşığı rezene, 1 yemek kaşığı ıhlamur, 1 yemek kaşığı papatya, 1 tatlı kaşığı tane kimyon ve 1 tatlı kaşığı anason. Porselen bir demliğe bu ölçülerde bitkileri koyun ve üzerine 2 fincan kaynar su ekleyin. Demliğinizin üzerine bir havlu ile kapatın. Yemeklerden hemen sonra bu çayı içtiğinizde bebeğinizin gazı daha az olur. Sizin de sütünüz daha bol olur. 

TUZLU GIDALARDAN UZAK DURUN

10)
Tuzlu yiyecekler, her ne kadar su ihtiyacını artırarak su içmeyi teşvik etse de vücuda bazı zararlar verebilir. Turşu, salamura yapılmış yiyecekler, tuzlu çerezler, şarküteri ürünleri, hazır soslar, tuzlu peynirler ve zeytinler gizli tuz oranı yüksek besinlerdir. Bu besinler eğer çok tüketilirse tuz vücuttan atılırken kemikten kalsiyum çekeceği için kemik erimesi yapabilir. Özellikle gebelik ve lohusalıkta kalsiyum ihtiyacı artar. Eğer fazla tuzlu yenirse bu durum kişinin ayrıca kalsiyum ihtiyacını artırarak kemik erimesini tetikleyebilir. O nedenle tuz oranı yüksek besinlerden kaçınmakta fayda var.

Alıntı: ntvmsnbc.com

10 Haziran 2011 Cuma

50-d'li araştırma görevlilerine kapı gösterildi...Kadrolar iptal oluyor...

YÖK 'ün yaptığı uygulamalar ve araştırma görevlilerinin iş güvencesi
olmadan 50-d kadrosunda iş güvencesiz çalıştıkları bilinen
gerçeklerden.

Ancak 6111 sayılı namı diğer torba yasa da çıkan bir
madde ile iş güvencesi daha da tırpanlanmış oldu.Çünkü bu madde ile
yüksek lisans programlarında 6 yarıyıl , doktora programlarında 12
yarıyıl araştırma görevlisi kadrosu veriliyor.Eğer siz bu süre sonunda
tezinizi veremezseniz kadronuz düşüyor ; sınava girme, tez verme,
derse girme haricindeki tüm öğrencilik haklarınız da sona
eriyor.Tabiki har(a)ç verdikten sonra öğrenciliğiniz devam ediyor(2
yarıyıl uzatma da harç % 50 , 4 yarıyıl uzatmada % 100 ,6 yarıyıl ve
daha fazla uzatmada % 200 zamlı harç ödeniyor).Yani kadronu düşürüyor
ama istediğin kadar öğrencilik yapmana izin veriyor.Bu arada , paso ,
yemek gibi ihtiyaçlar içinde hiçbir şekilde yararlanamıyorsunuz.Tüm
haklarınızı kaybederek zamlı har(a)ç ödüyorsunuz.Böyle bir planlama
içinse hiçbir şekilde geçiş dönemi tanınmamış.

Malesef birkaç yıldır planlarını ve projelerini eski sisteme göre
yöneten asistanlar bir anda kadrosuz kalmışlardır.Bir üniversiteden
asistanlara tebliğ edilen yazıdan alıntı:

"25/02/2011 tarih ve 27857 sayılı Mükerrer Resmi Gazete'de yayımlanan
6111 sayılı Kanunun, 2547
sayılı Kanunun 44. maddesinin değiştirilmesine yönelik, 171/c maddesi
ve Yükseköğretim Kurulu
Başkanlığının ilgi (a) yazısı gereğince yüksek lisans programını azami
üç yıl, doktora programını ise
azami altı yıl içinde başarı ile tamamlayarak mezun olmayanlardan 2547
sayılı Kanunun 50/d maddesi
uyarınca araştırma görevlisi kadrosunda görev yapmakta olanların
kadrolarıyla ilişikleri kesilecektir."

Doğum izninde olan , askere giden , tez savunması için uzatma alanlar
bir anda çaresiz kalmışlardır.Zira temmuz-ağustos ayına kadar
tezlerini yazıp teslim etmezlerse kadroları düşmektedir.Öğrenci olarak
, ( YÖK sağolsun ki ) sonsuza kadar okuyabilirmişiz.Tabi zamlı harç
ödeyerek.İşin başka bir yönüde belli bir tarih ve gelişimde olan
yüzlerce proje mecburen acele olarak bitirilmeye çalışılacak.Ya da
proje sorumluları tarafında asistanlar köle gibi çalıştırılacak.Çünkü
iş güvenceleri yok , bitirmeleri gereken bir proje var.Asistanlar için
bu , ben diyeyim 10 siz söyleyin 20 yıl okula gidip gelmek demek
oluyor...Tabi herşeye lanet edip tüm emeklerini kenara koyup istifa
etmende bir çözüm...

Tam olarak kölelik...Yıllarını projelerine vermiş 12. yarıyılını
okuyan asistanların , 2-3 ay içinde hayatları değişecek.Çünkü hiçbir
okul yüksek lisans ya da doktorayı belirtilen zamanda tamamlatmıyor en
az 2-3 yıl uzatıyor.Böylece asistanlar derslerde , deneylerde ,vs.
hizmet içi kullanılıyorlar.Hocalar girdikleri 1 saat dersin ücretini
alırken asistanlar hocalarından bir teşekkür bile alamıyor.

Sözü özü hayatımız ve planlarımız 2 ay içinde değişecek.Ancak hiçbir
arkadaşımın aklında böyle bir kötü senaryo yoktu.Hayatımızı
sürdürmemiz için ya projemizi 2 ay içinde bitirmeliyiz(bazı
arkadaşlarımızın daha taslakları bile yok) ya da harcımızı ödeyip
öğrencilik yaparak 30-35 yaşında 2. iş bulup çalışmalıyız(iş bulmak
çok kolay bu ülkede zaten!!!!).Ailemize de el açmak zorundayız tabi...

İleri demokratik Türkiye'den akademisyenin halidir bu...

resim alıntıdır: sendika.org

3 Haziran 2011 Cuma

Cep telefonu beyin hücrelerine hasar veriyor

İstanbul Kadir Has Üniversitesi’nde gerçekleştirilen ''Cep telefonunun sağlığa zararları'' konulu konferansa ilişkin yapılan açıklamaya göre, konferans Türkiye, Fransa, Yunanistan, İtalya, İsrail ve Amerika'daki araştırma merkezlerinden gelen uzmanların katılımıyla gerçekleştirildi.

Konferansta konuşan Amerika Çevre Sağlığı Örgütü (Environmental Health Trust) Kurucu Başkanı Dr. Devra Davis, bugün dünyada cep telefonları tarafından üretilen mikrodalga radyasyon seviyesinin spermlere zarar verdiğine dikkati çekerek, ''Günde yaklaşık 2 saat cep telefonu kullanan erkeklerin sperm sayısı normal erkeklere nazaran yüzde 30 düşürüyor. Günde 4 saatten daha uzun süre cep telefonu kullanımı ise sperm sayısını yüzde 40 oranında azaltıyor. Dolayısıyla bu kişilerin çocuk sahibi olma ihtimalleri azalıyor. Ayrıca hamilelik sırasında bebeklerin DNA ve hafızalarını olumsuz etkiliyor'' dedi. 

Titreşimli dijital cep telefonu sinyallerinin de bağışıklık sistemini onaran insan kan hücrelerine, saç köklerine ve lenfositlere zarar verdiğini ve tahrip ettiğini vurgulayana Davis, cep telefonunun kulakta veya kulağa yakın mesafede 50 dakikadan fazla tutulmasıyla sağlıklı bir bireyin beyninde değişikliklere yol açtığına dikkat çekerek, ''Vücut ve beyin her an cep
telefonlarının yaydığı mikrodalga radyasyonun yarısını emiyor. Telefon ile konuştuğumuz zamanlarda mikrodalga radyasyon nedeni ile beyin hücrelerimizin bir kısmı ölmeye başlıyor'' diye konuştu.

Konferansta konuşan Prof. Dr. Lloyd Morgan ise da telefonlarının baz istasyonları tarafından üretilen mikrodalga radyasyon seviyesinin, mikrodalga fırın içerisinde olduğu kadar büyük olduğuna dikkat çekerek, ''İnsanların bu kadar yakınında olmaları yasaklanmalıdır. Türkiye, aktif olan baz istasyonların yerleşim yerlerine kurulmasını yasaklayan düzenlemeler yapmalıdır'' dedi. 

Gazi Üniversitesi Biyofizik Bölüm Başkanı Prof. Dr. Nesrin Seyhan da Türkiye'nin baz istasyonu yerleştirme konusunda özel bir dikkat harcaması ve insanların onlarla direkt temas kurmalarını engellemek için girişimlerde bulunulması gerektiğinin altını çizdi. 

Toplantıda açıklanan Atina Üniversitesi Hücre Biyolojisi ve Biyofizik Bölümü ''Elektromanyetik Biyoloji Araştırma Takımı'' çalışmasında ise cep telefonlarının özellikle hafızaya zarar verdiği, nörolojik proteinleri ve beyin metabolizma proteinlerinin etkisini değiştirdiği ve DNA tahribatına neden olduğu bilgileri yer aldı. 

KORUNMAK İÇİN BU TEDBİRLERİ ALIN!

Açıklamaya göre, Amerika Çevre Sağlığı Örgütü Kurucu Başkanı Devra Davis'in ''Cepteki Tehlike'' kitabında, cep telefonlarının zararlarından korunmak için alınabilecek en etkili bazı önlemleri şöyle sıraladı: 

''-Cep telefonunuzu hiçbir zaman direkt olarak başınıza veya vücudunuza tutmayın.

-Cep telefonu ile konuşurken diafon, kulaklık, hands-free cihazları veya tüplü kulaklık kullanın.
-Mümkün oldukça sabit telefonları kullanmaya çalışın.

-Cep telefonunuz açıkken vücudunuza yakın bir yerde taşımayın. Örneğin cep telefonunuzu cebinizde veya göğsünüzde taşımayın. Cep telefonunuz açıkken, kullanmıyor olsanız bile radyasyon yaymaya devam eder.

-Cep telefonunuzun sinyal seviyesi düşükken veya cep telefonunuz çekmediğinde daha güçlü çalışır ve daha çok radyasyon yayar.

-Cep telefonlarını çocuklardan uzak tutun.

-Çocuklar yetişkinlerden en az 2 kat daha fazla mikrodalga radyasyon emerler. Hamileler cep telefonlarını karınlarından kesinlikle uzak tutmalıdır.

-Uyurken cep telefonunuzu yakınınızda bulundurmayın. Siz uyursunuz, ancak cep telefonunuz uyumaz. Cep telefonunuz açık olduğu müddetçe radyasyon yaymaya devam eder. Cep telefonunuzu yastığınızın altına, yatağınızın yanındaki komodine veya uyumakta olan birinin yakınına koymayın.'' 

Alıntı : ntvmsnbc.com

Yıldırım Beyazıt Tıp Atamalarında torpil skandalı...

 SANIRIM 'DURMAK YOLA DEVAM' YA DA 'HAYALDİ GERÇEK OLDU ' DEMEK GEREKLİ...

Yıldırım Beyazıt Üniversitesi'nde atama skandalı...

33 akademik personel için belirlenen 'adaya özgü' kriterleri fark eden Ankara Tabip Odası, 'Bu kişiler atanacak' diye notere başvurdu. Başarı oranı yüzde 100'e yakın...

Akşam gazetesinin haberine göre; üniversite, 26 Ocak'ta kadro ilanı yaptı. Ancak belirlenen kriterler hekimleri kızdırdı. ATO ve Sağlık Hizmet Emekçileri, başvuru süresi dolmadan 3 gün önce atanacakların listesini yaptı, 32 kişinin adını noterde belgeledi. 31 isim doğru çıktı, ATO Ankara 5. İdare Mahkemesi'ne dava açtı. İlandaki dikkat çekici kriterler ise şöyleydi: 

Enfeksiyon Hastalıkları dalında, profesör kadrosu için '10 yıl' şartı istendi. Ancak Çocuk Hastalıkları Ana Bilim Dalı'na açılan profesörlük kadrosunda 8, Nöroloji dalında ise 5 yıl profesörlük şartı getirildi.
Daha önce hiçbir üniversitede öğretim üyesi olarak çalışmamış olan Prof. Metin Doğan'ın rektör olarak atandığı kadrolar için şartlar, süreye ilişkin farklı kriterlerle de sınırlı kalmadı. Kimi kadrolarda üst düzey sağlık idareciliği, kiminde sağlık idareciliği, kiminde üst düzey hastane ve sağlık yöneticiliği gibi koşullar arandı. Bu kadrolar için de yine farklı yıllar içeren süre kriterleri getirildi.

KABIZLIK CERRAHİSİ ŞARTI

Bilimsel yanı olmayan kriterlerin hangi isimleri işaret ettiğini ise ATO ve SES tespit etti. Bazı kadrolarda ise 'Hastane kalite değerlendirmesinde sertifika sahibi olma', 'ilaç etik kurul sertifikası sahibi olma', 'Erasmus programları konusunda deneyim sahibi olma' gibi belgeler istendi. 

En çarpıcısı ise genel cerrahide yaşandı. Tek bir yardımcı doçentin alındığı kadro için adayın 'konstipasyon' (kabızlık) cerrahisi konusunda deneyim sahibi olması istendi.

Üroloji, Kadın Hastalıkları ve Doğum ana bilim dallarına alınacak kadrolarda, 'robotik cerrahi konusunda uzmanlık', 'sertifika' gibi şartlar arandı. Ancak bu alanda uzmanlaşılabilecek 'Da Vinci Robotu' Ankara'da sadece Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde var. Atanan kişi de o hastaneden.

KİMSE BAŞVURAMADI

ATO Başkanı Dr. Bayazıt İlhan tepkili: Ankara İl Sağlık Müdürü'nün yardımcı doçent kadrosuna atanıp 2 gün sonra müdürlük görevine döndüğü görülmekte. Jet profesörlük kavramına jet yrd. doçentlik kavramı eklendi. 32 isimden 31'inin ataması adrese teslim kadroların sahiplerini bulması. Atanacak bazı isimler daha o tarihlerde tebrikleri kabul ediyordu. O kadar kısıtlayıcı hükümler konulmuş ki, atanacak isimler dışında başvuru olduğunu sanmıyorum. Çok geniş bir disipline sahip genel cerrahide sadece kabızlık cerrahisinde uzmanlık kriteri konmasında nasıl bilimsel bir yarar gözetiliyor olabilir? Genel Cerrahi'de böyle bir uzmanlık yok.

İKİ GÖREV  BİR ARADA

Aralarında Ankara İl Sağlık Müdürü Mustafa Aksoy'un da olduğu 31 ismin mevcut görevlerinini yanı sıra yeni kadrolarının yüklediği sorumlulukları da ek olarak sürdüreceği belirtiliyor. 

ATANAN 31 İSİM ŞÖYLE:

Kardiyoloji: Prof. Engin Bozkurt, Doç. Tahir Durmaz, Doç. Talat Keleş
İç Hastalıkları: Prof. Bekir Çakır, Prof. Ertuğrul Kayaçetin, Doç. Reyhan Ünlü Ersoy, Doç. Osman Ersoy
Aile Hekimliği: Yrd. Doçent Mehmet Uğurlu
Enfeksiyon Hastalıkları: Prof. Mehmet Taşyaran
Çocuk Hastalıkları: Prof. Bahattin Tunç
Fiziksel Tıp ve  Rehabilitasyon: Prof. Selami Akkuş
Nöroloji: Prof. Orhan Deniz
Psikiyatri: Prof. Ali Çayköylü
Genel Cerrahi: Yrd. Doçent Samet Yalçın
Ortopedi: Prof. Murat Bozkurt, Yrd. Doç. Mahmut Uğurlu
Kadın Hastalıkları ve Doğum: Prof. Filiz Avşar
Göz Hastalıkları: Yrd. Doçent Nurullah Çağıl, Yrd. Doçent Hasan Basri Çakmak
Anesteziyoloji ve Reanimasyon: Doç. Abdulkadir But, Doç. Seval İzdeş, Yrd. Doç. Mustafa Aksoy
Göğüs Cerrahisi: Prof. Nurettin Karaoğlanoğlu
Kulak Burun Boğaz: Prof. Hakan Korkmaz, Yrd Doç. Sami Berçin
Üroloji: Doç. Ali Fuat Atmaca
Plastik Cerrahi: Prof. Ali Teoman Tellioğlu, Prof. Mustafa Deveci
Biyokimya: Prof. Özcan Erel, Doç. Fatma Meriç Yılmaz
Patoloji: Prof. Gülnur Güler

Alıntı : ntvmsnbc.com

Aç kalmadan zayıflamak için...

''Aç kalmadan, yiyerek zayıflayabilmek ve sağlığı kaybetmemek mümkün mü?'' diye düşünüyorsanız, 12 altın kural ile kalıcı kilo kontrolünü sağlayabiliyor ve aşırı kiloya bağlı sağlık sorunları riskini azaltabiliyorsunuz.
      
Uzmanlar, düşük kalorili besinlerin tüketilmesi, ana öğünlerde tüketilen besin miktarının yarıya indirilmesi, yemeklerden önce 1-2 bardak su içilmesi, uzun süre mutfakta vakit geçirilmemesi ve sürekli yemekle ilgili planlar yapılmaması 12 altın kural arasında yer aldığını; bu şekilde sağlık kilo kontrolü elde edilebileceğini ifade ediyor.
   
Uzman diyetisyen Müge Özturna, stres, yoğun çalışma temposuna bağlı beslenme düzeninde bozukluk, fast-food beslenme tarzı ve hareketsiz yaşam gibi birçok olumsuz faktörün etkisiyle her geçen gün artan obezitenin sağlığı tehdit ettiğini söyledi.


Pekçok kişinin hem sağlıklı hem de güzel bir vücut yapısına sahip olabilmek için çeşitli diyetler yaptıklarını ve düzenli spor alışkanlığı kazanmaya çalıştıklarını belirten Özturna, kimi zaman zayıflayabilmek için kişilerin tamamen sağlıksız diyet programlarına girebildiğini ifade etti.


Özturna, bu tür diyetlerin yarardan çok zararlı olduğunu ve insan metabolizmasını tamamen bozduğunu vurguladı.

Özturna, ''Önemli olan diyetinizde her besin grubuna belirli miktarlarda yer vermeniz. İşin püf noktalarından biri de size uzun süre tokluk hissi veren besinleri tüketerek zayıflamanız veya formunuzu korumanızdır'' diye konuştu. Bunları doğru bir şekilde gerçekleştirebilmek için kararlı olunması gerektiğini belirten Özturna, diyet yaparken 12 altın kurala dikkat edilmesi gerektiğini ifade etti.

NELER YAPMALI? 

Alışverişte düşük kalorili, düşük glisemik indeksli olan besinlere öncelik verilmesi, küçük sepet kullanılması gerekiyor.
        
Ana öğünlerde tüketilen besin miktarının yarı yarıya azaltılması, bu besinler yerine salata ve sebze garnitürlerinin miktarının artırılması isteniyor.
       
Tüketilen besinlerin yağ miktarının azaltılması, salatalara ve yemeklere yağlı soslar, ketçap ve mayonez ilave etmek yerine kuru meyva, susam, sirke ve limon eklenilmesi öneriliyor.
        
Ara öğünlerin atlanmaması, ara öğünlerdeki besinlere salatalık, domates gibi söğüş tüketilebilecek sebzelerin ilave edilmesi daha doyurucu oluyor.
     
Fast-food tüketiminden kaçınılması, tüketilmesi halinde ketçap-mayonez gibi soslar yerine domates ve yeşillik ilave edilmesi isteniyor.
       
Gün boyunca bol su tüketilmesi, özellikle yemeklerden önce 1-2 su bardak içilmesine özen gösterilmesi gerekiyor.
      
Nerede olunursa olunsun beslenme programından çıkılmaması önem taşıyor.
        
Her zaman aynı besinlerin tüketilmemesi ve farklı besin gruplarının gün içinde tüketilmesine özen gösterilmesi vurgulanıyor.
       
Düzenli egzersiz yapılması isteniyor.
        
Yemek servisinin küçük tabaklarla yapılması ve tüketecek besinlerin göz önünde bulunduracak şekilde tabaklara konulması tavsiye ediliyor.
       
Uzun saatler boyunca mutfakta vakit geçirilmemesi isteniyor ve son olarak da sürekli yemekle ilgili planlar yapılmaması öneriliyor.

Alıntı : ntvmsnbc.com