24 Haziran 2015 Çarşamba

50-d lilere müjde...


YÖK Genel Kurulu’nda alınan kararlar ile 50/d’li araştırma görevlileri için iyileştirmeler getirildi. Buna göre, 50/d’li araştırma görevlilerinin 33/a maddesine aktarılmasında kararı üniversitelerin yetkili kurulları verebilecek. İlanlarda şeffaflık olacak. Fakültelerdeki geçiş işlemleri de keyfilikten çıkarılarak kriterlere bağlanacak.

YÖK araştırma görevlilerinin ‘2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 50/d maddesinden 33/a’ya geçişleri’ne dair 28 Mayıs tarihli Genel Kurul toplantısında bazı kararlar aldı. YÖK’ten kararlara ve gerekçelerine dair yapılan açıklama ile 50/d’li araştırma görevlileri için iyileştirmeler getirildiği belirtildi. Bu kararlar doğrultusunda, üniversitelere özerklik tanınarak, 50/d’li araştırma görevlilerinin 33/a maddesine aktarılmasında kararı üniversitelerin yetkili kurullarının verebileceği açıklandı. Üniversitelerden geçiş konusunu ilanlarında açık ve anlaşılır şekilde belirtmeleri istenerek, şöyle denildi: “Bir üniversitede aktarma/geçiş yapılacak ya da yapılmayacak ise de bunun araştırma görevliliği süreci daha başlamadan, adaylık sürecinde üniversite tarafından beyan edilmesi ve adaylar tarafından anlaşılmasının sağlanması gerekir.”

Kriterler adil ve ölçülebilir olmalı


50/d’li araştırma görevlileri ile YÖK’te düzenlenen toplantıda en çok şikâyet edilen konulardan birinin de üniversitelerin geçiş için çok yüksek kriterler talep etmesi olduğu hatırlatılan açıklamada, adaylara kriterleri yerine getirebilmeleri için uygun bir sürenin verileceği belirtilerek, “Geçişler için konulan kriter ve aranan şartların adil, nesnel ve ölçülebilir olmalarının yanı sıra, caydırıcı olmamasına ve ilgili üniversitelerin yardımcı doçentlik için aranan şartların altında olması gerektiği düşünülmektedir” denildi. Alınan kararların 1 Eylül’den itibaren uygulanmaya başlanacağı belirtilen açıklamada yer alan diğer kararlar ise şöyle:

-Fakültelerde geçişlere imkân tanıyacak üniversitelerimizin, öğretim üyesi planlamasına dikkat ederek adil, nesnel ve ölçülebilir kriterler ile bunu sağlamalarına ve bu kriterleri ilgili üniversitelerin web sayfalarında ilan etmeden bu geçişlerin yapılmamasına,
-Enstitülerde bu geçişe imkân tanıyacak üniversitelerimizin Yükseköğretim Kurulu’ndan izin almaları uygulamasına devam edilmesine, fakat bu geçişler için adil, nesnel, ölçülebilir şartların ve kriterlerin aranmasına ve bu kriterlerin üniversitelerin web sayfalarında ilan etmelerine ve Başkanlığımıza göndermelerine,
-Planlama ve koordine için, aktarma yapmayacak üniversitelerimizin yetkili kurullarından istihsal edecekleri kararlarını; aktarma yapma yönünde karar alacak üniversitelerimizin de aynı şekilde üniversite yetkili kurulları tarafından belirlenecek ilke ve kriterlerini 13.07.2015 tarihine kadar Başkanlığımıza göndermelerine,
-Tezlerini başarılı bir şekilde tamamlayan, fakat üniversiteleri ile ilişkisi kesilenlerin kendi rızaları olduğu takdirde öğretim üyesi ihtiyacı olan üniversitelerimize mevzuata uygun bir şekilde yönlendirilmelerine karar alınmıştır.

42 bin 245 araştırma görevlisi var

Açıklamada ayrıca Türkiye’de araştırma görevlisi sayısının şu anda 42 bin 245 olduğu belirtilerek, bunların 6 bin 650’sinin yani yüzde 16’lık bir kısmının 50/d maddesine bağlı; geri kalan yüzde 84’lük dilimin karşılığı olan 35 bin 595 kişinin ise 33/a ve ÖYP kapsamında çalıştığı belirtildi. 33/a ve ÖYP kapsamında çalışan araştırma görevlileri ile ilgili şu bilgilere yer verildi:
“Çalışmamıza konu olan 6 bin 650 kişilik grubun fakülte veya enstitülerde istihdam edilmesi oranı ise birbirine yakındır: Fakültelerde çalışanlar 3 bin 391 kişi ile yüzde 51’lik bir dilimi, enstitülerde çalışanlar ise 3 bin 259 kişi ile yüzde 49’luk dilimi oluşturmaktadır.”

‘Sorun Üreten Değil, Sorun Çözen YÖK’

YÖK Başkanlığı tarafından ‘Sorun Üreten Değil, Sorun Çözen YÖK’ başlığı altında yapılan toplantıların ilki 50/d’li araştırma görevlilerine ayrılmıştı. Bu kapsamda 31 Mart’ta YÖK Başkanlığı’nda düzenlenen toplantıya on altı üniversiteden 50/d’li araştırma görevlisi temsilcileri ve eğitim sendikalarına üye araştırma görevlisi temsilcileri katılmıştı. Yapılan toplantıda araştırma görevlileri durumlarını ve konuya ilişkin görüşlerini anlatmıştı. Sürecin ikinci aşamasında ise, 02 Nisan’da YÖK Başkanlığı tarafından üniversitelerden 50/d’li araştırma görevlileri ile ilgili sayısal veriler ve 33/a maddesine geçişler hakkında kurumsal görüşler talep edilmişti.

Alıntı:hürriyet.com.tr

Aşılar hakkında laf kalabalığına son...


27 Mayıs 2015 Çarşamba

Sağlık Bakanlığı'ndan Kızamık Uyarısı



Vakaların 14’ünün 0 yaş grubunda görüldüğünü açıklayan bakanlık, bu vakaların 7’sinin de 9-11 aylık aşısız çocuklarda tespit edildiğini belirtti. 81 ile “Kızamık Bilgi Notu” yazısı gönderilerek “Ülkemizde bir süredir insan hareketlerine bağlı olarak salgınlar yaşanmaktadır. Önlemleri artırın” uyarısı yapıldı.

Sağlık Bakanlığı uyarısında “Ülkemizde bilindiği gibi bir süredir insan hareketlerine bağlı olarak yaşanan salgınlar nedeniyle Haziran 2012’den bu yana, yurtdışından importe vakalar görülmektedir. Yapılan yoğun bağışıklama ve kontrol çalışmaları ile vaka artışı azalmıştır. Dünyada ve ülkemizde virüs dolaşımı halen devam etmekte olup kızamık hastalığının mevsimselliği ve bulaşma yolunun solunum yolu olması itibarıyla, önlemlerin artırılarak sürdürülmesi gereken salgın sonrası döneme girilmiş bulunmaktadır” denildi.

Alıntı:Lütfi ERDOĞAN/HABERTÜRK

Açılın Kuş Gribi Yolda....

Daily Mail'de yer alan habere göre bilim insanları virüsün mutasyona uğraması sonucu insanda insana bulaşabileceğini belirtiyor. Şu ana kadar 3 mutasyon geçirdiği söylenen virüs eğer 2 kere daha mutasyon geçirirse insandan insan kolayca bulaşabilir hale gelecek. Eğer bu öngörü gerçekleşirse 1918'de dünyayı alt üst eden İspanyol Gribi kadar öldürücü olabilir ve pandemik (kıtalar arası salgın) bir salgın haline gelebilir. Cambridge Üniversitesi'nden Profesör Derek Smith'e göre sadece 5 amino asit sonrasında insandan insana bulaşır hale gelecek ve bilim adamları bu mutasyonların 3 tanesinin gerçekleştiğini. 2 mutasyon sonrasında tehlikeli hale ulaşacağını iddia ediyor.

NE ZAMAN PANDEMİ YARATACAĞI ÖNGÖRÜLEMİYOR

Dünya Sağlık Örgütü'nden uzmanlar da bu derecede yayılmasının ne zaman olacağını kimsenin öngöremediğini ancak bunun öldürücü bir virüs olduğunu söylüyor. Ancak işin bir diğer boyutu da Dünya Sağlık Örgütü'nün 1918'deki İspanyol Gribi'nin yaşandığı yıllardakinden çok daha etkin olması. Dolayısıyla alınacak önlemlerle virüsün pandemi yaratmasından korunulabileceği belirtiliyor.

TUS Soruları da sızdırılmış



ÖSYM’ye yapılan baskında el konulan bilgisayarlar üzerinde yapılan incelemeye ilişkin TÜBİTAK raporları ortaya çıktı. Raporda SBS, LYS ve TUS sorularının önceden sızdırıldığının tespit edildiği belirtildi.

Alican Uludağ’ın Cumhuriyet’te yer alan haberine göre, TÜBİTAK, bilgisayarlarına el konulan ÖSYM çalışanları Haydar Altunay, Safiye Açıkgöz ve Mustafa Tütüncü’nün bilgisayarlarında yaptığı incelemeyi tamamladı. İki TÜBİTAK uzmanı, 8 Mayıs tarihli 120 sayfalık raporunu KPSS soruşturmasını yürüten savcı Yücel Erkman’a gönderdi.

Sınavdan 27 gün önce!

Eski ÖSYM Araştırma, Geliştirme ve Değerlendirme Müdürü Haydar Altunay’ın bilgisayarında yapılan incelemelerin anlatıldığı raporda, MEB tarafından düzenlenen 7. Sınıf Seviye Belirleme Sınavı’nın 22 Haziran 2008 tarihinde gerçekleştiği belirtildi. Ancak bahsi geçen “TEST A.pdf” dosyasının incelenen disk üzerinde 26 Mayıs 2008 tarihinde saat 16:45:08’te oluşturulduğu aktarılan raporda, “Bu dosyanın içerik olarak ilgili sınavın A kitapçık türünün bire bir aynı içeriğine sahip olduğu ve sınavdan 27 gün önce incelenen diskte bulunduğu belirlenmiştir” denildi.

Soruşturma açılınca silmiş

Raporda asıl skandal bulgular ÖSYM Bilgi İşlem Müdürü Mustafa Tütüncü’nün bilgisayarında çıktı. Tütüncü’nün eşi Gönül Tütüncü de o dönem ÖSYM’de sınav komisyonunda görev alıyordu. KPSS soruşturması ilk başlatıldığında Gönül Tütüncü’nün aynı zamanda dershane sahibi olduğu ortaya çıkmıştı.Bilgisayarında 2010 LYS, 2010 TUS soruları çıkan Tütüncü’nün aynı yıl KPSS kopya soruşturması başlatıldıktan sonra 20 Eylül 2010’de 08:49’dan 14:24’e kadar ‘SureDelete’ isimli bir uygulama ile bilgisayarındaki bir çok dosyayı geri dönülmez biçimde sildiği tespit edildi. Raporda, Mustafa Tütüncü’nün bilgisayarındaki bulgular şöyle sıralandı: “DİSK üzerinde yer alan “2010 LYS SORULARI VE CEVAPLARI.docx” dosyasının 19 Haziran 2010’daki 2010 LYS sınavından 4 gün önce 15 Haziran 2010 günü saat 16:01’de oluşturulduğu belirlenmiş olup, ilgili dosyanın 20 Eylül 2010 günü saat 13:31’de silindiği tespit edilmiştir. TUS2010.docx” isimli dosyanın da 18 Nisan 2010 tarihli 2010 TUS İlkbahar sınavından 2,5 ay önce oluşturulduğu belirlendi. Geri döndürülemez şekilde 20 Eylül 2010 günü saat 13:31’de silindiği tespit edilmiştir.”

e-postayla sonuçlar gitti

TÜBİTAK uzmanları, Mustafa Tütüncü’nün bilgisayarında çeşitli sınavlarda birçok öğrenciye ait cevap kağıdına ilişkin kayıtlara da ulaştı. Tütüncü’nün mail trafiğine ilişkin incelemeye değinilen raporda, “İlgili diskteki e-posta kayıtları incelendiğinde sınavdan ve sınav sonuçlarının açıklanma tarihinden önce sonuçlara ait bilgilerin e-posta yardımıyla gönderildiği, atama işlemleri için bazı verilerin paylaşıldığı görülmüştür” denildi.

2008 ALES sorusu da var

Rapora göre, ÖSYM’de Şube Müdürü Safiye Açıkgöz’ün bilgisayarında “test şablonu.doc” belgesine ulaşıldı. Belgenin 6 Mart 2008 günü saat 16:11:54’te oluşturulduğu ve bunun 11 Mayıs 2008 tarihinde ÖSYM tarafından yapılan ALES bahar dönemine ait soru olduğu belirtildi. Açıkgöz’ün bilgisayarında 2010 tarihli DGS ile Askeri Lise ile Bando Astsubay Hazırlama Okulu sınavına ait sorular da çıktı.

Alıntı.medimagazin.com

3 Üniversite Hastanesi SGK ile Borç Yapılandırması İçin Anlaşma İmzaladı

BU SON DURUM ASLINDA BEKLENEN BİR DURUMDU.ÜNİVERSİTELERDE KOLONOSKOPİ, ENDOSKOPİ , MR GİBİ GİRİŞİMLER İÇİN DIŞ MERKEZLERE , DEVLET HASTANELERİNE YÖNLENDİRMELER BAŞLAMIŞTI BİR SÜREDİR.TEK TEK TÜM ÜNİVERSİTE HASTANELERİ BU YOLA BAŞVURACAK ÇÜNKÜ PARALARI YOK BORÇLARI ÇOK...

Üniversite hastanelerinin son yıllarda ekonomik durumunun pek de iyi olmadığı biliniyor. Bu durumun yönetimsel yetersizlik olduğu kadar SUT fiyatlarının 7 yıl artmaması, Tam gün Yasasıyla öğretim üyesi kaybı, hizmetin dışında ayrı bir eğitim ödeneği olmaması gibi sorunlar içerdiği biliyor.

Geçtiğimiz yıl Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, Cerrahpaşa, Çapa, Hacettepe gibi borç batağındaki hastanelere ilişkin çalışma başlatmış ve  üniversitelerin arsa satışlarından elde ettiği gelirin bir kısmını döner sermayeye aktararak borç ödemesinde kullanacağını açıklamıştı.

Diğer taraftan ortak kullanım yani afiliasyon yapılan üniversite hastane sayısı da artıyor. Bakanlıkla ortak kullanılan üniversite hastane sayısı bu yıl 19 oldu.

3 üniversite ile anlaşma imzalandı

Sosyal Güvenlik Kurumu bu durumla ilgili olarak 2015 yılında 3 üniversite ile global bütçe anlaşması imzaladı. Ankara Üniversitesi, Hacettepe ve Dicle Üniversitesi ile yapılan anlaşmaya göre bu kurumlara global bütçe anlaşması çerçevesinde sabit ödeme yapılacak. SGK yetkililerinden alınan bilgiye göre diğer üniversitelerden de global anlaşma yapılması için SGK’ya teklifler geliyor. SGK ise teklif gelen üniversitelerin finansal analizini  yapıyor. 2016’da global bütçe anlaşması yapılan üniversite hastane sayısının artacağı öngörülüyor.

Çözüm olacak mı?

Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastaneleri Başhekimi Prof. Dr. Kudret Doğru ise global bütçe anlaşmasının üniversite hastanelerinin finansal sorunlarını çözebilmesi için ‘geliştirilmesi’ gerektiğini iddia ediyor.

Türkiye’de  artan sağlık ve personel giderlerinin her geçen yıl finansman sorunu oluşturduğunun anlaşılabilir bir durumda olduğunu belirten Prof.Dr.Doğru, ancak Maliye Bakanlığı ve SGK’nın, sağlık ve personel giderlerindeki finansman sorunlarının faturasının kayda değer kısmını üniversite hastanelerine kestiğini belirtiyor.
 
‘Borç üniversitelerin değil SGK’nın borcu’

Son 5 yılda üniversite hastanelerinin gelir gider dengelerine bakıldığında  “kısır bir döngünün” oluştuğunu, işlem sayılarını artırdıkça gider oranının daha da arttığını, tüm gelirlerinin giderleri karşılama oranlarının %85-90 olduğunu belirten Prof.Dr.Doğru ‘Bu oran ölçülebilir ve reel bir orandır. Sağlık hizmetlerin neredeyse tamamını Sosyal Güvenlik Kurumu hastalarına veren üniversite hastanelerinin birikmiş borçları aslına bakılırsa SGK’nın borcudur ve uyguladığı fiyat politikalarının eseridir.  Bu durumda üniversite hastanelerinin kapsamlı sağlık hizmetlerini sürdürmesi ve finansmanında rolleri değerlendirilerek yeni fiyatlandırma politikası ile açılım yapılmasına ihtiyaç vardır. Bu açılım ile SGK ile önceden yapılmış olan protokol yeniden değerlendirilmeli ve yeni ‘Götürü Bütçeleme’ modeli geliştirilmelidir’ görüşünü savunuyor.

Gelirler giderleri karşılamıyor

Üniversite Hastanelerinin sağlık hizmetlerinin sürdürülebilirliğinin asgari gerekleri ve “Götürü Bütçe” uygulaması konusunda Sosyal Güvenlik Kurumu ile her türlü paylaşıma hazır olduğunu da belirten Prof. Dr. Kudret Doğru,  üniversite hastanelerinin Maliye Bakanlığı ve SGK’nın uyguladığı personel ve fiyat politikaları sürecinde ekonomik olarak sırayla batmaları, süreç içerisinde borçlarının sürekli artmasının nedeni gelirlerinin giderleri karşılama oranının 0.85-0.90 düzeyinde olmasından kaynaklandığını belirtirken  ‘Ülkemizin 3. basamak gelişmiş sağlık hizmeti veren ve son nokta konumunda referans kurumlarının son 5 yıl içinde bu  hale gelmeleri, buralardan hizmet alan hastalarımızı ve o bölgede yaşayan halkımızın sağlığını da riske atmaktadır’ uyarısında bulunuyor.


Götürü bütçe için uyarılar

 Prof. Dr. Doğru “Götürü Bütçe” uygulamasının Üniversite Hastaneleri açısından “olmazsa olmazları” olarak ise şunları sıralıyor;

a)    Üniversite Hastanelerinde verilen sağlık hizmetlerinin kapsam ve farklılığı nedeniyle günümüz şartlarında SUT fiyatları ve kuralları ile verilemeyeceği,
b)    Götürü Bedel Sözleşmesi, ayakta ve yatarak tedavi toplamı veya ayrı ayrı olmak üzere yapılmalı,
c)    “Götürü Bütçe” modelinde son 5 yıldaki gelirlerin giderleri karşılama oranının dikkate alınmasının ve bir yıl önceki bütçesinin en az 1.15 çarpanı ile yıllık götürü bütçeleme yapılmasının gerekliliği,
d)    Tıbbi malzeme ve ilaç alımları konusunda üniversite hastanelerini rahatlatmak amacıyla, SGK’nın, firmalarla çerçeve anlaşması sağlaması ve yayınlayacağı ürün ve tedarikçi listesiyle, üniversite hastaneleri bu anlaşma üzerinden sipariş vererek tıbbi malzeme ve ilaç temin etmesinin sağlanması,
e)    Bulundukları bölgenin tüm komplike hastalarının tedavi edildiği son durak olma konumundaki üniversite hastanelerinin götürü bütçeleme üzerinden en azından bir bölümünü Teşhisle ilişkili gruplar (DRG) odaklı almasının sağlanması,
 f)    Yeni “götürü Bütçe” modelinde sunulan hizmetin kalitesini de dikkate almak üzere,  otelcilik ve tıbbi tedavi hizmet sonuçlarını gösterir kalite göstergelerinin göz önünde bulundurulması,
g)    Üniversite hastanelerinin personel istihdam maliyetinin her yıl maaş artışlarının göz önünde bulundurulmasının gerekliliği, fatura gönderen diğer hastanelerden farklı olarak, yatak başına düşen asistan, yan dal asistanı, öğretim üye ve görevlisi sayısı ve diğer personel sayısı bakımından daha maliyetli olduğu,
 h)    Üniversite hastaneleri hizmetlerini son teknoloji cihazlarla vermek durumundadır. Bu nedenle yeni “global bütçe” modeli cihaz ve teknoloji yenileme maliyetini de ön görmelidir.
i)    Bina bakım onarım ve nitelikli yatak sağlama giderleri yeni “götürü bütçe” modelinde göz önünde bulundurulmalıdır.
 j)    Üniversite Hastanelerinden kesilen % 1 hazine payının tamamen kaldırılması veya yeni “götürü bütçe” modelinde dikkate alınmasının gerekliliği,
 k)    Üniversite Hastanelerinden kesilen % 5 BAP payının tamamen kaldırılması veya yeni “götürü bütçe” modelinde dikkate alınmasının gerekliliği,
l)    Tıbbi atık, enfeksiyon önleme giderleri ve çamaşır yükü gibi maliyetlerinde yeni “götürü bütçe” modelinde düşünülmesi gerekliliği,
 m)    Kapasite artırımı, yeni ünitelerin açılması, yatak sayılarının artması, işlem sayılarının yükselmesi durumunda götürü bütçelemede ara ve yılsonu ek kaynak sağlanmasının gerekliliği,
 n)    İş sağlığı ve güvenliği uygulamalarının da yeni “götürü bütçe” modelinde düşünülmesinin gerekliliği,
  o)    Eğitim giderlerinin de yeni “götürü bütçe” modelinde göz önünde bulundurulmasının gerekliliği,
 p)    Kamu kurumlarında ek ödemelerin farklı oranlarda dağıtılması personel memnuniyeti ve çalışma barışını bozmaktadır. Ek ödeme dağıtım oranı Kamu Hastaneleri Kurumunda gelirlerin ortalama %36’sı iken bu oran üniversite hastanelerinde %22’i civarındadır. Daha düşük ek ödeme, daha yüksek iş yükü nedeniyle üniversite hastanelerinden personel kaçışının önünün alınması için üniversite hastanelerinin ek ödeme dağıtım oranlarını artırması gerekmektedir. Yeni “götürü bütçe” modelinde gelir gider dengesinin sağlanması bu alanda da personel memnuniyetini artıracaktır.
 q)    Üniversite hastanelerinin mevcuttaki borçları SGK hastalarına hizmet verdiği için oluşmuştur. Bu nedenle üniversite hastanelerinin birikmiş borçlarını da eritecek bir bütçeleme düşüncesi olmalıdır.
 
Üniversite hastaneleri kar amaçlı kuruluşlar değil

Bu uyarıların dikkate alınması durumunda, üniversite hastanelerinin mevcutta içinde bulunduğu kısır döngüden hızla çıkacağını da belirten Prof. Dr. Kudret Doğru ‘Bu uygulama yalnızca sağlık hizmetlerinde önemli role sahip üniversite hastanelerinin finansal problemlerini çözmekle kalmayacak, aynı zamanda hızlı, zamanında ve uygun endikasyonunda tedavilerin gerçekleştirmesiyle de SGK tedavi giderlerinin zaman içinde azalmasına katkı sağlayacaktır. Üniversite Hastanelerinin kar amaçlı kurumlar olmadığı akılda tutulmalıdır. Merkezi politikalar nedeniyle tasarruf edelim derken zor duruma düşürülmüşler, adeta kaş yaralım derken göz çıkarılma durumu oluşmuştur. Üniversite hastaneleri eğitim ve kapsamlı sağlık hizmeti verirken kar ve zarar hesabı yapamazlar. Üniversite hastaneleri her başvuran hastaya cevap vermek, en son teknoloji ve imkânlar ile bunu yapmak durumundadır. Bunu yaparken maliyeti ne olursa olsun SGK tarafından finansmanı sağlanan hastalara hizmet vermek durumunda olduğu unutulmamalıdır’ dedi.

Alıntı:medimagazin.com

18 Şubat 2015 Çarşamba

Çocuklarımıza Asla Söylemememiz Gereken 10 Şey...


Çocuklarınıza asla söylememeniz gereken 10 şey. Oldukça iddialı acaba ne anlatıyorlar diye başladım okumaya. Bir baktım, anne baba olarak neler söylüyoruz, listedeki kaç tanesi ağzımıza yapışmış? diye sayıyorum.
1. "Aferin!"
Araştırmalara göre çocuğumuz bir şey başardığında bizim her seferinde söylediğimiz ¨İyi iş çıkardın¨, ¨Aferin benim kızıma¨, ¨Aslansın¨ gibi ifadeler bir süre sonra çocuğa motivasyon olmaktan çok onaylanma ihtiyacına sebep oluyormuş. Aklıma Aletha Solter'ın kitabında okuduklarım geldi. Çocuğa ¨Bravo, harika¨ demek yerine başardığı şeyin ne olduğunu anlatmak gerektiğini yazmıştı. Çocuğun zekasına, yeteneğine övgü değil geçtiği yolları, kullandığı yöntemin fark ettirmek gib. Örneğin, ¨Anne bak ne yaptım?¨ diye karşımıza geldiğinde ağzımızdan otomatik olarak ¨Aferin¨ çıkıyor değil mi? En azından benim öyle. Peki ne yapacağız? Ne kadar çok renk kullanmışsın, diye cevap vermek güzel bir örnek. Yine de içimize işlemiş, bir aferin almak hoşumuza gidiyor. Övgü bağımlılık yaratır dedikleri bu sanırım. Oysa çocuğumuzun bağımsız, kendine güvenen bir yetişkin olmasını istiyoruz hepimiz.
2. "Ne kadar çok tekrar edersen o kadar mükemmel olur."
Bir işi daha iyi yapabilmek için tekrar gerekir burası doğru ama ağzımızdan çıkan kelimelere dikkat etmek zorundayız. Mükemmelliğe atıfta bulunmak çocukta başarı hırsı, baskısı, stresi oluşturabilirmiş. Üstelik bu ifade çocuğa ¨Eğer hata yaparsan yeteri kadar çalışmamışsın¨ mesajı gönderir diyor '101 Ways to Be a Terrific Sports Parent' yazarı Dr.Joel Fish. Ne kadar çalışırsam çalışayım en iyisi olamıyorum, benim neyim var? sorularıyla kendisiyle çelişip boşuna sıkıntıya girermiş çocuk. Onun yerine neyi başardığını göstererek daha fazla çalışması için yüreklendirmeliymişiz.
3. "Yok bir şey, iyisin."
Bir şekilde düşüp bacağını inciten ve ağlayan çocuğumuza kendini kötü hissetmesin diye ¨yok bir şeyin, bak iyisin¨ diyor musunuz? Ben diyorum. Sanki böyle söylersem daha çabuk toparlar diye düşünüp söylüyorum hele ki aslında o kadar da acımadığına eminsem. Çocuk için tahmin edilenden daha kötü bir mesaj veriyormuşum. İyi olmadığı için ağlayan çocuğa, ¨sen bilmiyorsun ben biliyorum canın acımıyor¨ diyormuşum. Oysa bizim anne baba olarak yapmamız gereken hislerini anlamak ve hisleriyle baş etmesi için yardımcı olmak. Böyle zamanlarda onu kocaman kucaklamak ve ¨bayağı yüksek bir yerden düşmüşsün acıması çok doğal¨ demek yeterliymiş çocuğun iyi hissetmesi için.
4. "Çabuk ol!"
Okula gitmek için hazırlanan, kahvaltısını bitirmeye çalışan çocuğa ¨Çabuk, geç kalacaksın¨ diyerek onu zorlamak strese sebep oluyormuş. Gereksiz bir yarışa sokuyormuşuz. Bunun yerine sesimizi yumuşatıp ¨Haydi çabuk olalım¨ dersek aynı takımda olduğumuz mesajını verirmişiz ¨Baby Minds¨ yazarlarından Dr. Linda Acredolo'ya göre.
Her sabah kahvaltıyı bitirmesi için kaç kere ¨Çabuk Ol'¨, ¨Geç kalıyorsun¨, ¨Geç kalacaksın¨ ¨Geç kaldın¨, ¨Bravo, yeme o zaman¨, ¨İyi tamam geç kal¨ dediğimi bilmiyorum. Doğru yaptığım hiçbir şey yokmuş bu maddeye göre. Bir de böyle sakince demeyi deniyeyim, hiç aklıma gelmememişti.
5. "Diyetteyim"
Ben hep diyetteyim. Gerçi bu aralar o kelimeyi kullanmıyorum. ¨Şekersiz besleniyorum¨ diyorum, tartıya çıkmıyorum. Ama eğer çocuğunuz her gün tartıya çıktığınızı görüyor ve şişmanlık hakkında konuştuğunuza şahit oluyorsa ¨sağlıksız görüntü¨ fikri oluşabilirmiş kafasında. Diyetlerden konuşmak yerine ¨Bunları yiyorum çünkü kendimi daha iyi, daha sağlıklı hissetmeme sebep oluyor¨ demek iyi olurmuş. ¨Spor yapmalıyım¨ ifadesi de şikayet olarak olumsuz algılanabilirmiş çocuk tarafından. Bu sefer de ¨Hava harika, gidip biraz yürüyüş yapacağım¨ demek gerekirmiş.
İyi mi yapıyorum kötü mü bilmiyorum ama devamlı beyaz şekerin, şeker eklenmiş gıdaların çok sağlıklı olmadığını tekrarlıyorum evde. Sık sık değil arada sırada yenmesi gerektiğini söylüyorum. Bana sorduğunda ise ¨Ben istemiyorum, şeker zararlı bir şey¨ diyorum. Geçenlerde Koray isyan etti hatta ¨Anne bana zararlı şekerli kek yap lütfen¨ dedi.
6. "Ona paramız yetmez."
Yeni çıkan bir oyuncağı görüp istediğinde ¨O kadar param yok¨ dediğimiz çok olmuştur. İşin kolayına kaçmakmış bu ¨Kids and Money¨ kitabının yazarı Jayne Pearl'e göre. Böyle söyleyerek verdiğimiz mesaj ise oldukça acıklıymış: ¨Cebimdeki parayı kontrol edemiyorum¨ Çocuklar için oldukça korkutucu olmalı. Bu arada 9-10 yaşındaki bir çocuk korkmak yerine, eve alınan herhangi bir şeyi örnek olarak gösterip paramız olmadığı yalanına(!) inanmayacaktır elbette. O zaman ne diyeceğiz? Eğer oyuncağı gerçekten almak sizin için boşa para harcamak ise verilecek cevap şu olmalıymış: ¨O oyuncağı almayacağız çünkü paramızı evimiz için daha önemli şeyler satın almak için biriktiriyoruz¨
7. "Yabancılarla konuşma."
Nasıl yani? Yabancılar tehlikeli olabilir, bize zarar verebilir. Ama bazen çocuklar tanımadıkları halde kendilerine samimi yaklaşan, iyi davranan, şeker veren birini tehlikeli görmeyebilir. Ya da yardıma ihtiyacı olduğunda polisi, güvenlik görevlisini yabancı olarak algılayıp gelecek yardıma direnç gösterebilir. Büyük kafa karışıklığı bu herkes için.  Bunların önüne geçmek yerine senaryolardan bahsetmeliymişiz. Örneğin, tanımadığı biri şeker verip kendisini eve bırakmayı önerdiğinde ne yapması gerektiğini anlatmalıymışız. (Tüylerim diken diken oldu yazarken bile) Tanıdığı herhangi biri de zarar vermek isteyebilir. O zaman ne yapacağız? Ne önlem alacağız. Burası bende soru işareti. Bunların dışında herhangi biri, tanıdığı veya tanımadığı, kendisine yaklaşıp rahatsız edici, huzursuz edici hareketlerde bulunursa hemen anne babasına haber vermesi gerektiği tembih edilmeli.
Anne baba olmak çok zor. Aynı anda düşünmek zorunda olduğumuz yüzlerce şey var. Çoğu da endişe verici.
8. "Dikkatli ol."
Parkta sallanan, top oynarken koşan, bir duvarın üstünde dengede durmaya çalışan çocuğa dikkatli olmasını öğütlemek aslında tam tersi bir etkiye sebep olurmuş. Düş! demek gibi bir şeymiş. Çocuğu ayakta kalmaya değil düşmeye konsantre olmasına neden olurmuş. Eğer gerçekten endişe ediyorsak ona bunu belli etmek veya söylemek yerine yakınında durup düşme ihtimaline karşı önlem almak en iyisi. Ben aynen böyle yapıyorum da Sarp tam tersine bütün endişesini belli edecek şekilde ¨Düşeceksin¨ diyor.
9. "Yemeğini bitirmeyene tatlı yok."
Geldik bizim konumuza. Koray yemeğin ortasında dondurma pazarlığı yapıyor biz de ¨O tabak bitmeden yok!¨ diyoruz. Bunu söylemek ana yemeğin gerçekten de sıkıcı, dondurmanın da harika bir şey, ödül olduğu mesajını veriyormuş. Aslında benzer kelimelerle mesajı olumluya değiştirmek mümkün: ¨Önce yemeğimizi yiyelim sonra da tatlımızı alalım.¨
10. "Bırak yardım edeyim."
Legolarla yüksek bir kule yapmaya çalışan veya bir yapboz'u bitirmeye çalışan çocuğumuza yardım etme isteği bastıramadığımız bir his. Oysa zamanından önce veya o istemeden işin içine girmeye çalışmak onun kendine güvenini sarsacak, her zaman başkalarının yardımına ihtiyaç duymayı alışkanlık haline getirecek bir hareket. Tek başına bir işi başaramayacağını zannedecek daha da kötüsü. Böyle zamanlarda yardım etme isteğimizi şu şekilde yönlendirebilirmişiz: ¨Sence büyük parçayı en alta mı koysak? Ne diyorsun, deneyelim mi?¨
Yukarıda yazılanların yarısını söylüyorum, ağzımdan öyle çıkıyor. Belki annem de bize öyle dediği için ya da yaşadığımız toplumda hep bu davranışlar desteklendiği için bilmiyorum ama biraz düşününce çocuğa gerçekten de verdiği mesajı anlamak kolay. Daha dün sabah yaşadık. Koray'ın parmağına bir şey batmış, minicik bir damla kan. Başladı ağlamaya. Biliyorum o kadar acımıyor, bizimki kan görünce panik olanlardan parmağı koptu zannedenlerden. Ben de kendine gelsin, abartmasın, o kadar da bağırmasın diye ¨Acımıyor Koray'cığım, abartıyorsun¨ dedim. Suratıma baktı iki gözünde yaşlarla ¨Sen bilmiyorsun, ben biliyorum çok acıyor¨
Irem Erdilek
Yazının kaynağı: www.parents.com

9 Şubat 2015 Pazartesi

TUS'ta Yazılı Sınav Olmasın...

Resim:haber7.com
Son dönemdeki TUS sınavlarında ardı ardına skandallar yaşandığını belirten CHP İzmir Milletvekili Aytun Çıray, “Onlarca şaibeye adı karışan ÖSYM, test sınavını yapmayı bile beceremezken yazılı sınavı nasıl güvenli bir şekilde yapacaktır?” diye sordu.

HER SINAVDA BİR SKANDAL

 
Daha önceki TUS sınavlarının da skandallara sahne olduğunu belirten Çıray, “2010 Aralık ayında yapılan sınavda bazı yanlış sorulara itiraz edilmiş, ÖSYM kabul etmemiş bunun üzerine dava açılmış yaklaşık 1 yıl sonra mahkeme doktorları haklı bularak sınavın tekrar hesaplanmasına hüküm vermişti. O dönem örneğin 1 yıllık dahiliye asistanına bir üst tercihiniz dermatolojiye yerleştiniz diyerek bir skandala neden olunmuştu. O zamandan beri bu şekilde her sınav bir skandalla sonuçlanıyor”  dedi.

YAZILI SINAV NASIL OLACAK?

 
Çıray, en son 2013 Eylül sınavında aynı şeyin olduğunu 1 yıl sonra mahkeme kararıyla ÖSYM'nin iptal etmediği soruların iptal edilmesiyle yeniden yerleştirmeye karar verildiğini belirten Çıray, “ÖSYM tarafından 26 Ocak 2015 tarihinde yapılan duyuruda, 2013-TUS Sonbahar Dönemi İdare Mahkemesi Kararıyla İptal Edilen 6 Soru Sonrası Yapılacak İşlemler Hakkında yaptığı duyuruda yazılı sınav sisteminin TUS’ta da uygulanacağı belirtilmiştir” diye konuştu. Adayların sınavda verdikleri yanıtların yazılı olduğu için objektif olarak değerlendirilemeyeceğini belirten Çıray, Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı tarafından yanıtlanmasını istediği önergesinde şu soruları yöneltti:

BU KAĞITLARI KİM NASIL OKUYACAK

 
“On binlerce öğrencinin girdiği sınavları kim, nasıl okuyacak? Homojen bir değerlendirme nasıl yapılacaktır? Yazım yanlışlarından doğan hatalar nasıl değerlendirilecektir, okunamayan yazılar yanlış mı kabul edilecektir?

TESTİ BİLE BECEREMEZKEN…

 
Kimin hangi sorudan kaç puan aldığını nasıl belirlenecek? Haksızlık olduğunda sınava nasıl itiraz edilecektir? Onlarca şaibeye adı karışan ÖSYM, test sınavını yapmayı bile beceremezken yazılı sınavı nasıl güvenli bir şekilde yapacaktır? Eğer sorulara dava açılırsa dava sonuçlanana kadar yerleştirme yapılmayacak olması sınava girenlere kaderine razı ol, yoksa en az 1 yılını çalarım anlamına mı gelmektedir?”


Alıntı:egedesonsöz.com

26 Ocak 2015 Pazartesi

İzmir 112'de Yaprak Dökümü...

www.personelsaglik.com’un Sağlık Robin Hood’ları diye haber yaptığı Duğral, İzmir İl Sağlık Müdür Yardımcısı oldu. ''112’nin Babası'' olarak nitelendirilen , görevden alınan İl Sağlık Müdür Yardımcısı Dr. Turhan Sofuoğlu’nun görev ve yetkilerinin Duğral’a verildiğini söylendi.

Balçova Toplum Sağlığı Merkezi Eski Sorumlu Hekimi Dr. Yenal Duğral, evlerde kullanılmayan tıbbı cihaz, tekerlik sandalyeleri alıp ihtiyaç sahibi hastalara verdiği çalışmalarla sesini duyurmuştu.

Bu arada Dr.Yenal Duğral'ın göreve gelmesinden sonra 112 Başhekimliği Yönetim Kadrosu'nda da birçok değişiklik oldu.Toplamda 4 başhekim yardımcısının görev yeri değişti.Değişimlerin devam edeceği konuşulmakta.

Yıllardır başarılı çalışmalara imza atan İzmir 112 'deki bu değişimi , yetkililer tarafından ''yeniden yapılanma'' olarak adlandırıyor.

Dr.Yenal Duğral Kimdir?

1973 Bornova doğumlu pratisyen hekimdir.9 Eylül Üniversitesi 2001 mezunudur.Adını 2007'de başhekimliğine geldiği  Dr. Ali Menekşe Göğüs Hastalıkları Hastanesi'ndeki çalışmalarla duyurdu.Göreve geldikten sonra hastanenin adeta çehresini değiştiren Duğral,buna rağmen mütevaziliğini korumasıyla tanındı.Ardından 2012 de ''Sağlıkta Dönüşüm'' projesi çerçevesinde Giresun'da acil servis hekimliğine geçti ve ardından Giresun İl Sağlık Müdür Yardımcılığı'na getirildi.2014 yılında İzmir Balçova İlçe Sağlık Müdürü oldu.Ocak 2015'te de yeni görevine başlamıştır.

Bonzai İçin Acildeki Hekimlere Eğitim Verilecek


Bakanlık, acillerde görev yapan hekimleri, "bonzai" türü uyuşturucu kullanımına bağlı sağlık sorunu yaşayanlara daha kolay tanı koyabilmeleri için eğitme kararı almış, geçen yıl aralık ayında da bu eğitimleri verecek 165 psikiyatri uzmanı va acil hekimine eğitici eğitimi verilmişti.

Sağlık Bakanlığı Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu Sağlık Tesisleri Acil Sağlık Hizmetleri Daire Başkanı Muhammed Bayram tarafından il genel sekreterliklerine gönderilen genelgeye göre, eğitici eğitimi alanlar, belirlenen konular çerçevesinde hastane acillerinde görev yapan tüm hekimlere yönelik eğitimlerini 31 Mart'a kadar tamamlayacak.

KİMLER EĞİTİLECEK
Genelgeye göre, bonzai eğitimini, hastane acil servislerinde çalışan ve akut madde alımı, ilaç ve madde zehirlenmesi vakalarını karşılayan tüm doktorların alması zorunlu. Eğitimi alacak gruplar, acillerdeki vardiya uygulaması da dikkate alınarak haftada en az 100 katılımcının hazır bulunması sağlanarak, belirlenecek. Bakanlığın planlamasına göre, 2 ay içinde ülke çapında 5 bin dolayındaki acil hekiminin eğitiminin tamamlanması öngörülüyor.

Alıntı:AA

Anne Babaların Ergenlikte Çocuklarına Söylememesi Gereken Cümleler

Ergenlik dönemi; çocukluk ve erişkinlik arasında yer alan biyolojik, psikolojik ile fiziksel değişimlerin yaşandığı hızlı bir büyüme ve gelişme dönemi. Genel olarak 12-19 yaş arasını kapsayan bu dönemde çocuk, yetişkin olmaya adım atıyor, ardı ardına pek çok davranış ve rol deniyor, duygu ile düşüncelerde karmaşıklık yaşıyor.

Bilimsel çalışmalar göre; başta depresyon olmak üzere birçok ruh hastalığı ergenlik döneminde daha sık görülüyor. Bu dönemde ergenin maruz kaldığı reddedici, tutarsız, denetimsiz anne baba tutumları, psikiyatrik hastalıklar için önemli bir risk faktörünü oluşturuyor. Bu nedenle ergenle doğru iletişim kurmak büyük önem taşıyor.

Anne babaların kullandıkları bazı cümlelerin  ‘yarar’ yerine ‘zarar’ getirerek, iletişimin kesilmesine, yanı sıra ergende çeşitli ruhsal hastalıkların ortaya çıkmasına neden olabildiğini belirten Çocuk ve Ergen Psikiyatristi Dr. Özlem Şileli’ye göre bu noktada özellikle 6 cümle çok önemli. Dr. Şileli, anne babaların ergenle konuşurken asla sarf etmemeleri gereken o cümleleri sıraladı:

ÇOCUĞUNUZA BU CÜMLELERİ ASLA SÖYLEMEYİN
 
1 -) Sen zaten hiçbir şeyi beceremezsin!
Ergen kimlik arayışı içindeyken zaman zaman yetersizlik duyguları yaşayabiliyor. Bunu özgüven eksikliği olarak yorumlamamak gerekiyor. İçinde bulunduğu dönem itibariyle zaten oldukça kırılgan olan ergene karşı anne babanın söyleyeceği aşağılayıcı, küçümseyici her ifade hem ergenin öfkesini artıracak, hem de kendisini yetersiz hissetmesine neden olacaktır.

2-)Neden?
"Neden?" sorusuyla başlayan cümleler, suçlayıcı sözlerdir. Sıkıntısını dile getiren bir ergene anne baba tarafından örneğin, "Sen neden o saatte ordaydın?" şeklinde yöneltilen bir soru, ergende suçlandığı, ağır düzeyde eleştirildiği, anlaşılmadığı hissi yaratabiliyor ve daha çok içine kapanmasına yol açabiliyor. Bu nedenle ebeveynlerin "neden?" sorusu yerine "ne? " sorusunu (ne oldu?, ne düşünüyorsun? vb.) sormaya özen göstermeleri çok önemli.

3-) Sen daha ne yaşadın ki… Ben senin yaşındayken...
Böyle bir iletişim şekli ergene kendisini yetersiz ve çaresiz hissettiriyor. Kendisini güçsüz hissetmesine neden olan bu ifadelere maruz kalan ergen de anne babasına karşı öfkeli yanıtlar veriyor. Devam eden bu iletişim tarzı ise ebeveyn çocuk ilişkisinin çatışmalı hale gelmesine yol açabiliyor.

4-) Bu konuda böyle... davranmalısın!
Anne babanın öğüt verir tarzda konuşması, özerkliğini kazanmaya çalışan ergenin öfkelenmesine ve daha savunmacı davranmasına neden oluyor. Ebeveynlerin yol gösterici davranabilmeleri için ergenin mevcut sorun hakkında duygu ve düşüncelerini ifade etmesini sağlamaları, onun ihtiyaçlarını göz önüne alarak birlikte çözüm yolları üretmeleri daha etkin bir iletişim tarzını oluşturuyor.

5) Biz senin her istediğini yaparız... Arkadaş gibiyiz...
Çalışmalara göre; hem aşırı izin verici hem de aşırı kontrolcü/kısıtlayıcı anne baba tutumları; ergenin uyum sorunları, hatta depresyon başta olmak üzere birtakım ruhsal hastalıklar yaşamasında önemli rol oynuyor. Aşırı demokrat tutumlar genç tarafından disiplinsizlik olarak algılanabiliyor. Denetilmeyen, üzerinde yaptırım uygulanmayan ergen kendini boşlukta hissederek zarar verici eylemler deneyebiliyor.

6) Bıktım senin hatalarından... Çocuk gibi davranıyorsun... Ne halin varsa gör...
Ebeveynler bu ve benzeri ifadeler kullandıklarında; öfkelerini, ergenin davranışına değil bireysel olarak ergene yöneltmiş oluyorlar. Anne babaların ergene karşı kullandıkları bu tarz söylemler, onun kendisini reddedilmiş hissetmesine yol açıyor. Bu tarz iletişim biçimi süreklilik gösterdiği takdirde, reddedilme duygusuyla baş edemeyen ergende, bir takım duygusal ve davranım sorunları ortaya çıkabiliyor.

Alıntı:egedesonsöz.com