29 Eylül 2009 Salı

Acil Servis’te Şiddet Var !

Uz. Dr. Ülkümen RODOPLU

Avrupa Acil TIP Birliği Başkan vekili

Giriş

Hastanelerin vitrini olan Acil Servisler son yıllarda daha fazla hasta ve yaralıya hizmet sunmaktadır. Birinci basamak sağlık hizmetlerinde yaşanan değişim sonucunda hastalar, acil servislere daha kolay ulaşabilmektedir. Bu da acil servislerde iş yoğunluğunu beraberinde getirmektedir. İş yoğunluğu artınca da hasta ve yakınları daha az tahammüllü olmaktadır. Zaten “acil” olan hasta beklemeye tahammül edemez. Karakolda, bankada, belediye binasında, postanede bekleyebilir. Ama, acil serviste bekletilmeye dayanamaz. Ya ölürse? Ya beklerken daha hasta olursa? Tüm bunlara bir de acil servislerin fiziksel yetersizlikleri, personelin sert ve soğuk yaklaşımı eklenirse alın size ideal “şiddet ortamı”.
Şu kritik soruya yanıt verebilirsek sorunu çözebiliriz:
Acaba bir insan neden, az sonra kendisini veya bir yakınını muayene edip tanı koyacak ve tedavi edecek birine sözlü veya fiziksel saldırıda bulunur?

Hastanelerde şiddet en fazla nerede görülmektedir?
En fazla acil servislerin bekleme odaları ve tedavi merkezi bölümlerinde ve travma merkezlerinde görülmektedir.

Neden, Türkiye’de son yıllarda acil servislerde hizmet veren hekimlerin şiddete maruz kalma sıklığı artmaktadır?
· Acil servisler doğal olarak aşırı stresli mekanlardır.
· Hasta ya da yakınları değişik nedenlerden kaynaklanan gecikmeleri tolere edemeyip saldırganlaşma eğilimi gösterebilir.
· Medikal ya da fizyolojik problemler saldırı davranışını etkileyebilir.
· Bazı Organik ve Psikiyatrik hastalıklar saldırganlığı artırabilir:
- İlaç – alkol entoksikasyonu / yoksunluğu
- Hipoglisemi / Hipoksi
- İnfeksiyon (sepsis, menenjit, ensefalit)
- Organ yetmezliği (karaciğer, böbrek)
- Sıcak Çarpması
· Organik Beyin Sendromları (nöbet, travma, tümör)
· Acil serviste saldırgan davranış gösterenlerde en sık rastlanan psikiyatrik tanı; paranoid
şizofreni, kişilik bozuklukları ve bipolar affektif bozukluklardır.
· Davranışsal bozukluklar
- Manupülatif antisosyal veya borderline kişilik
· Akut stres durumu
- İş kaybı, eş kaybı, ekonomik krizler
· Bir yaralının ya da hastanın ölümü
· Tedavi yetersizliği sonucunda hastanın ölmesi veya sakat kalması
· Travma (Travma geçiren hasta ve yakınları diğer hastalara göre şiddet olaylarına daha fazla karışıyor)
· Fazla süre beklemek: 3-4 saatten daha fazla beklemek.
· Bakım gecikmeleri ve bu gecikmelerin açıklanmaması. Röntgen, laboratuar analizlerinin sonucunun geç çıkması, vs.
· Muayene ve tedaviler esnasında oluşan tartışma, anlaşmazlık, saygısızlık, kaba ihtarlar, sözler.
· Politikacıların ve yöneticilerin sorumsuz açıklamaları: “-Rehin alan doktoru bildirin, onun meslek hayatını bitirelim.”
· Yayınlar; gazete, TV. Acil Serviste yaşanan olumsuz bir olayın yazılı veya görsel basında yer alıp “ses”getirmesi.
· Caydırıcılık azlığı. Yasların bu tür şiddeti cezasız bırakması.

Dünya’da durum nedir?
● ABD’de 170 eğitim hastanesinde çalışan 127 Acil Servis doktorundan elde edilen bilgilere göre:
- Hastanede günde en az 1 sözlü tehdit (n=41, %32)
- Ayda en az 1 silahlı tehdit (n=23,%18) almaktadır.

Beş yıllık bir izlemede ise:
- 72 (%57) hastanede personel silahlı tehdite maruz kalmaktadır.
- 55 (%43) hastanede ise ayda en az bir kez acil servis personelinin fiziksel saldırıya maruz kalması sözkonusu olmuştur.
- 102 (%80) hastanede personel yaralanması görülmüş,
- 9 (%7) hastanede ölüm saptanmıştır.

● 2003 yılında Hong Kong halk hastanesinde yapılan bir çalışmada;
- 3 aylık periyotta 26 saldırgan ile 25 olay meydana geldiği…
- %64’ünün verbal şiddet olduğu..
- Hiçbir olayda silah olmadığı.
Aynı çalışmada şiddet nedenleri;
- Uzun süre beklemek (%36)
- Mental durum bozukluğu (%28)
- Bakım hoşnutsuzluğu (%20) saptanmıştır.

Saldırganların özellikleri nelerdir?
Genellikle
· 30 yaş ve altında,
· Erkek,
· Legal ya da illegal olarak silah bulundurabilen,
· Alkol ya da ilaç bağımlısı yapıda olan,
· Otorite ile sorunları olan
· Genellikle tıbbi ve psikolojik sorunları vardır
· Kaybedecek bir şeyi olmadığını düşünen intihara eğilimli depresif insanlardır ve başkalarının hayatını umursamaz yapıları vardır

Ancak şiddet uygulama eğilimi açısından psikolojik sorunlu olgular ile normal hastalar arasında büyük bir fark olmadığı bildirilmektedir.

Korunma için öncelikler var mı?
· Acil servisde çalışanların bir şiddete maruz kalma riskini bilmesi ve ona karşı kendini koruması gereklidir.
· Acil serviste şiddetten korunmanın en iyi yolu olay patlak vermeden önce onu sezip önlemeye çalışmak ya da yardım aramaktır.
· Bir personelin hastadan rahatsız olma önsezisi, hekimi olası bir olay açısından uyarmalıdır.


Fiziksel bir saldırı öncesi saldırganda ne gibi değişimler görülür?
· Konuşarak tansiyonun yükseltilmesi,
· Bağırmak,
· Postür değişikliği,
· Artmış fiziksel aktivite ve
· Yerinde duramama tipik davranışlardır

Ansızın saldırganlaşan olguyu ve yakınlarını kontrol etmek için bazı güvenlik önlemleri önerilir:
· Risk değerlendirmesinin yapılması
· Korunma stratejilerinin geliştirilmesi
· Güvenlik sistemlerinin sağlanması
· Personel eğitiminin sağlanmasıdır

Kişisel korunma önerileri:
· Saldırgan ile göz göze gelmemeli.
· Normalden 4 kat daha uzak güvenlik mesafesini korumalı (bir kol mesafesi..)
· Başarılı olacağınızdan emin değilseniz kaçmamalı/dövüşmemelisiniz.
· Hasta ile ilgilenmek yararlı.
- “Bu benim işim değil” demeyin.
· Hastaya dürüst ve saygılı olun
· “Neden kızgın olduğunuzu anlıyorum”
· Soğukkanlı ve sakin kalın
· Asla yargılamayın.
· Hastaya “barış” önerin .
- “Gelin bu odada oturalım, siz anlatın derdinizi”
· Hastaya mantıklı seçenekler sunun.
· Hasta kendi durumu için karar versin.
· Aşırı tepki ya da sözlü saldırılara yanıt olayın boyutunu büyütür.
· Hastayı bu aşamada tehdit etmeyin.
· Eğer bir hasta sizden uzaklaşıyor ise ısrar etmemeli, onun istediği yerde durmalı.. ve gerekiyorsa hastadan korkmuş gibi görünmeli.
· Hasta saldırganlaşma eğiliminde ise yardım istemeli.
· Tehlike anında kaçmak için kapıya/çıkışa yakın durulmalıdır.

Sonuç ve öneriler

· Acil serviste çalışan personel genellikle bu konuda hazırlıksız ve eğitimsizdir.
· Gelişen olaylarda hasta her zaman haklıdır mantığı ya da olaya medyatik ve populist yaklaşımlar son derece yanlıştır. Çalışanların bu konuda hata ya da kusuru olabilir. Ancak tüm doktorların bu konuda eğitilmeleri gereklidir.
· Acil servislerde daha deneyimsiz hekimler bu tür olaylara deneyimli hekimlere göre daha kolay yol açabilirler.
· Acil servise dışarıdan girişin denetlenmesi çok önemlidir ve gereklidir.
· Metal dedektörler ile girenlerin kontrolü şarttır.
· Korumalı akrilik pencereler yararlı olabilir.
· 24 saat var olan Güvenlik personeli bulundurulmalıdır.
· Personelin dışarı çıkmasına izin veren ancak dışardan içeriye girişe izin vermeyen otomatik dış kapılar gibi önlemler ile acil servisler daha güvenli olabilir.

İnfluenza A H1N1 Gençlerde Daha Sık Görülüyor

“Domuz gribi” olarak da bilinen yeni Influenza A H1N1 pandemik virüsünün kayda değer özelliklerinden birisi, mevsimsel influenzaya göre daha genç kişileri enfekte etmesidir. Avustralya da elde edilen kanıtlara göre bu özellik en azından “ tüm influenza A (H1N1) virüslerinin kalıtımsal özelliğidir “ şeklinde açıklanabilir.
Melbourne Üniversitesi’nden Dr. Heath Kelly ve çalışma arkadaşları, Mayıs ayının sonunda, Avustralya’da 61 onaylanmış domuz kaynaklı influenza A (H1N1) vakası olduğunu açıkladılar. Aynı zamanda 2007 ve 2008 de H1N1 mevsimsel influenzadan da etkilenmişlerdi.
Araştırmacılar, Birleşik Devletler’de ilk 642 vakalık domuz kaynaklı influenza A H1N1 verileri ile 2007, 2008 de Victoria ve Batı Avustralya’daki mevsimsel influenza kaynaklı toplumsal survey numunelerini karşılaştırdılar.
Dr. Kelly’nin grubunun Influenza and Other Respiratory Viruses dergisinin Temmuz sayısında bildirdiklerine göre, mevsimsel ve domuz kaynaklı influenza A (H1N1) enfeksiyonlarının ortalama yaşı yaklaşık 20 idi.
Bunun aksine, Influenza B virüs enfeksiyonu görülen hastaların yaş ortalaması 34 ve Influenza A (H3N2) görülen hastaların yaş ortalaması 37 olarak bulundu.
Ateş ve öksürük semptomları, mevsimsel influenza ve Birleşik Devletler’deki domuz kaynaklı influenza ile enfekte olan kişilerde benzer oranlardaydı ( yaklaşık % 95)
Uzmanlar “ Bildirilen enfeksiyonun daha genç yaş ortalamasında görülmesinin, bu virüsün pandemik potansiyelinin bir göstergesi olarak yorumlanmaması gerektiğini “ söylemişlerdir.

Domuz gribinde son durum

Ankara Tabip Odası Halk Sağlığı Komisyonu Hekimler İçin Bilgilendirme Notu*

14 Eylül 2009, Pazartesi

*Temel olarak Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 9. Pandemi (H1N1) Brifinginden yararlanılmıştır (28 Ağustos 2009 - özet çeviri)

DSÖ, dünyanın farklı bölgelerinden gelen salgın bildirimlerinin, influenza pandemisinin önümüzdeki aylarda nasıl gelişeceği hakkında kesin olmayan sonuçlar çıkarmaya yönelik yeterli bilgiyi verdiğini belirtmektedir. Ayrıca pandemik yayılımın ikinci dalgasına kuzey yarım kürede yer alan ülkelere hazırlıklı olmalarını önermektedir. Bu yarım kürede ılıman iklimi olan ülkeler tetikte olmalılardır. Deneyimler pandeminin ulusal düzeyde en üst düzeye çıktığında bile, artan yayılımda lokalize (yerel) “Sıcak Noktalar”ın oluşmaya devam ettiğini göstermiştir.
Dünyada en yaygın virüs suşu H1N1’dir.
Birçok salgın bölgesinden elde edilen kanıtlar H1N1 pandemik virusunun kendini hızla yerleştirdiğini göstermektedir. Günümüzde dünyanın pek çok ülkesinde en yaygın influenza suşu H1N1’dir. Virüs, duyarlı toplumlara doğru hareket edeceği için pandemi ilerideki aylarda da görülecektir. Çalışmalar virüsün bütün salgınlarda hemen hemen aynı olduğunu göstermekte, daha virulan veya ölümcül forma doğru mutasyona uğradığına dair bulgular bulunmamaktadır. Benzer şekilde, pandemik influenzanın klinik görüntüsü bütün ülkelerde tutarlı bir şekilde aynıdır.
Hastaların çok büyük çoğunluğu enfeksiyonu hafif geçirmektedir. Bununla birlikte, virüsün ciddi ve ölümcül hastalığa neden olabilmesine (genç ve sağlıklı kişilerde de) karşın, böyle vakaların sayısı düşük kalmaktadır.
Toplumda geniş bir nüfus enfeksiyona duyarlıdır.
Toplumun büyük bir kısmı enfeksiyona duyarlıdır. Hastalığın hafif seyri devam etse de, ikinci dalga sırasında pandeminin etkisi, daha büyük sayıda toplumların enfekte olmasına yol açarak kötüleşebilir. Hastalığı yoğun bakım gerektirecek şekilde ağır geçiren hastaların sayıca çokluğu, yoğun bakım ünitelerinin aşırı yüklenilmesi ile diğer hastalıkların bakımını da sekteye uğratarak sağlık hizmetlerinin en acil yükü olarak karşımıza çıkmaktadır.
İlaç direncinin izlenmesi önemlidir.
Halen, tüm dünyada az miktarda pandemik virus oseltamivire dirençli olarak tespit edilmiştir. Bu vakaların tamamı ayrıntılı olarak araştırılmış ve bu zamana kadar ilaç-dirençli virüsün yayılımı görülmemiştir.
Hastalık mevsimsel influenza ile aynı değildir.
Günümüzdeki kanıtlar pandemik ve mevsimsel influenza arasında bazı önemli farklılıkların olduğunu göstermektedir. Pandemide genellikle daha genç yaş grupları etkilenmektedir. Hastalığın ciddi veya ölümcül şekli de özellikle genç yaş grubundadır. Bu zamana kadar, ciddi vaka ve ölümler 50 yaşın altındaki erişkinlerde gerçekleşmiştir. Daha yaşlılarda ölümler nispeten azdır. Bu yaş dağılımı mevsimsel influenza ile zıttır. Mevsimsel influenzada ciddi ve ölümcül vakaların yaklaşık %90’ı 65 yaş veya üzeridir.
Ciddi solunum yetmezliği görülmektedir.
Tam olarak belirgin olmasa da tüm dünyadan klinisyenler bu hastalığın şiddetli formunu genç ve sağlıklı insanlarda da (mevsimsel influenzada nadiren görülen) bildirmektedirler. Bu hastalarda virüs doğrudan akciğerleri etkilemekte ve şiddetli solunum yetmezliğine neden olmaktadır. Bu yaşamları kurtarmak yoğun bakım ünitelerinde oldukça özel ve istekli bir bakım ile uzun ve maliyetli kalış süresine bağlıdır.
Güney yarıkürede kış mevsimi boyunca, bazı ülkeler yoğun bakım ihtiyacını sağlık hizmetlerindeki en büyük yük şeklinde göstermişlerdir. Bu ülkelerdeki bazı kentlerde hastaneye yatırılan vakaların yaklaşık %15’inin yoğun bakım gerektirdiğini rapor edilmiştir. Dolayısıyla pandemiye hazırlık ölçütlerine artabilecek yoğun bakım ünitesi ihtiyacını da eklemek gerekmektedir.
Savunmasız gruplar önemlidir.
Hamilelik sırasında risk artışı bilinmektedir. Bu risk virüse, tercihen genç kişileri enfekte ettiği yönünde anlam yüklemektedir. Veriler bazı tıbbi durumların ciddi ve ölümcül hastalık riskini artırdığını göstermektedir. Bunlar solunum yolu hastalıkları, özellikle astım, kardiyovasküler hastalıklar, diabetes mellitus ve immunosupresyondur. Pandemiden daha fazla insanı etkileyeceğini öngörürken, sağlık çalışanları tarafından son yıllarda bu tetikleyici tıbbi durumların bazılarının daha yaygın hale geldiğini, bunun da savunmasız grupların oluşturacağı havuzu artacağını algılanması gereklidir.
Ciddi ve ölümcül vakalarda sıklıkla bulunan obezite, halen küresel bir epidemidir. DSÖ tahminlerine göre, dünyada 230 milyonun üzerinde kişi astım, 220 milyonun üzerinde kişi de diabetes mellitus hastasıdır. Bu hastalıklar özellikle çocuk ve genç erişkinlerde öldürücü hastalık olarak tanımlanmazlar. Oysa H1N1 virus enfeksiyonu ile tetiklenen, bu gibi durumlara bağlı genç ölümler, pandeminin etkisinin ayrı bir boyutu olabilir.
Hastane yatış ve ölümün riskinin arttığı durumlar vardır.
Bazı çalışmalar azınlık ve yerli toplumlar gibi alt gruplarda hastaneye yatış ve ölüm riskinin arttığını göstermektedir. Kimi çalışmalarda bu risk genel topluma göre dört beş kat fazladır. Nedeni tam anlaşılamamakla beraber, bazı olası açıklamalar; bu gruplarda astım, diyabet ve hipertansiyon prevelansının yüksek olması, düşük yaşam standartları ve grupların genel sağlık durumu kötü olan kişileri içermesidir.
Gelişmekte olan dünya için çıkarımları bilmek gerekir.
Bu gibi bulgular pandeminin, temel sağlık hizmetlerine az ulaşabilen, birçok sağlık sorunları olan ve yetersiz koşullarda yaşayan milyonlarca insanın var olduğu gelişmekte olan dünyada, gittikçe artan oranda yerleşmekte olduğuna işaret etmektedir. Pandemi ile ilgili günümüzdeki verilerin çoğu varsıl ve orta gelir düzeyindeki ülkelerden gelmekte olup gelişmekte olan ülkelerdeki durumun çok yakından takip edilmesi gerekmektedir. Aynı virüs varlıklı ülkelerde yönetilebilir bir yayılım gösterirken gelişmekte olan dünyanın bazı bölgelerinde yıkıcı etkiler oluşturabilir.
HIV ile birlikte enfeksiyon (Co-infection)
İki ülkeden gelen erken veriler antiretroviral tedavi alan H1N1 ve HIV ile birlikte enfekte olan insanlarda şiddetli ve ölümcül hastalık riskinin artmadığını göstermiştir. Bu hastaların çoğu H1N1’in yaptığı enfeksiyonu hafif geçirmiş ve tamam olarak da iyileşmiştir. Eğer bu ilk bulgular doğrulanırsa bu durum HIV enfeksiyonun yaygın ve antiretroviral ilaçlarla tedavinin iyi yapıldığı ülkeler için güven verici bir haber olacaktır. Şimdiki öngörülerle dünya genelinde 33 milyon insan HIV/AIDS’dir. DSÖ 2008 yılı sonunda bunların 4 milyonun antiretroviral tedavi aldığını tahmin etmektedir.


Kaynaklar
Preparing for the second wave: lessons from current outbreaks. Pandemic (H1N1) 2009 briefing note 9. World Health Organization. www.who.int/csr/disease/swineflu/notes/h1n1_second_wave_20090828/en/index.html (Erişim: 02.09.2009)
Domuz Gribi. Refik saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı. http://www.domuzgribi.rshm.gov.tr/ (Erişim: 10.09.2009)

Aile hekimliği ne getiriyor?

Dr. Ufuk ÇINAR

Tekirdağ Tabip Odası Genel Sekreteri

Aile hekimi; bireye ve ailesine kişi merkezli yaklaşım sergileyen, tanı ve tedavinin yanı sıra sağlığın geliştirilmesinde de görev alan, sorunlarını içinde bulunduran ortamın koşullarıyla ele alan, birinci basamakta görev yapan uzman hekimdir. Bu tanım Dünya Aile Hekimleri Örgütüne (WONCA) aittir ve TAHUD ile Sağlık Bakanlığınca da benimsenmiştir.
Ülkemizde aile hekimi sayısı yetersiz olduğundan, eğitimle sertifikalandırılmış geçiş dönemi hekimlere gereksinim vardır. Aile Doktoru kavramı burada ortaya çıkmaktadır. Aile Doktorları isteyen pratisyen hekimlerin kısa süreli eğitimle sertifikalandırılmalarıyla yetiştirilecektir. Görevleri aile hekimleriyle aynı olacaktır. Aile hekimi uzmanları yeterli sayıya ulaştığında aile doktoru istihdamından vazgeçilecektir.
Sağlık Bakanlığı dökümanlarında aile hekiminin görevi bireye yönelik koruyucu sağlık hizmetleri, ayaktan tedavi hizmetleri olarak belirtiliyor. Bunlardan başka hastanelerde tedavi edilen hastaların evde ve ayakta takibi, temel laboratuar hizmetleri, ilgili kayıt ve istatistik işlemleri, 24 saat ilk yardım ve acil müdahale hizmeti vermekte aile hekiminin görevleridir.
Aile Hekimliğine geçilince kamu ve çevreye yönelik sağlık hizmetlerini ayrılacaktır. Bu, şu anda sağlık ocaklarınca verilen hizmetlerin ikiye ayrılarak iki kurumca verileceğini göstermektedir.
Aile Hekimleri haftada 7 gün ve günde 24 saat hizmet verecektir. Aile hekimi bir bölgede tek çalışıyorsa orada ikamet etmek zorundadır. Aynı bölgede 2-5 aile hekimi olması durumunda gece hizmeti icapçılık yada nöbet şeklinde olabilecektir.
Her aile hekimi yaklaşık 3000 bir nüfustan sorumlu olacaktır. Bireyler istedikleri aile hekimine kayıt olabileceklerdir. Her ilin aile hekimi gereksinimi Sağlık Müdürlüklerince saptanacak ve aile hekimleri boş kadrolara baş vuracaktır. Başlangıçta aile hekimi sayısı yeterli olmayacağından sertifikalı pratisyen hekimler ( aile doktoru) ve diğer dal uzmanları da aile hekimi olarak çalışabileceklerdir. Bireyler altı ay önceden bildirmek koşuluyla hekimlerini değiştirebileceklerdir. Seçilecek aile hekimi ikamet ettikleri yerin sağlık grup başkanlığı bölgesi sınırları içinde olacaktır.
Bireyler aile hekimlerine muayene olmadan ve aile hekiminden sevk almadan hastaneye başvuramayacaklardır. Doğrudan hastaneye başvuru halinde tedavi masraflarının %20’si cepten ödenecektir.
Aile hekimliği sistemine geçişte Sağlık Müdürlükleri ilgili bölgeleri ve bu bölgeler için norm kadro sayılarını belirleyecektir. Bu bölgelere aile hekimliği uzmanlarından başlamak üzere atamalar yapılacaktır. Boş kalan yerler için sertifikalı pratisyenler yada diğer dal uzmanları ( aile doktorları) atanacaktır. Başvuru norm kadro sayısından fazla olursa kura çekilecektir. Geçiş dönemi sonunda sisteme yalnızca aile hekimliği uzmanlarıyla devam edecektir.
Aile doktorlarının eğitimi iki aşamalı gerçekleştirilecektir. İlk aşama sisteminin tanıtımına yönelik ve 10 gündür. İkinci aşama 1 yıllık bir eğitimdir. Beş yıl süreyle aile hekimliği uygulamasına devam etmeyenlerin resertifikasyonu şarttır. Birinci eğitim aşamasını tamamlayanlar aile hekimliği uygulamasına başlayabilecektir.
Sistem yaklaşık 22 bin aile hekimine gereksinim duymaktadır.Bu sayıda hekimin birinci aşama eğitimi 8 ayda tamamlanacaktır. Ancak bakanlık metinlerinde geçen tarihlerde (Ocak-Ağustos 2004) henüz eğitim gerçekleştirilememiştir.
Aile hekimi sağlık ocaklarını ve AÇSAP merkezlerini kiralayarak hizmet verecektir. Bu kurumların durumu uygun değilse özel poliklinik veya muayenehanesinde çalışacaktır. Özel bir mekanda çalışılacaksa en az 60 m2 olmak zorundadır. Birden fazla aile hekimi tek bir mekanı kullanacaksa eklenen her hekim için 20 m2 daha alan ayrılacaktır. En çok beş aile hekimi bir arada çalışabilecektir. Grup halinde çalışma bakanlıkça desteklenmekte ve bu merkezlere ultrasonografi yapma, röntgen çekme gibi olanaklar tanınacağı belirtilmektedir. Aile hekimliği merkezinde bireye yönelik koruyucu ve tedavi hizmetlerinin sunulması için gerekli ekipman ve malzeme (buzdolabı,snellen eşeli, pansuman seti, jinekolojik muayene seti ve masası, bilgisayar, vb.) bulunmak zorundadır. Bunları sağlamak aile hekimlerinin görevidir.
Tek hekimin bulunduğu aile hekimliği merkezlerinde en az bir yardımcı sağlık personeli, birden çok hekimli merkezlerde ise hekim başına bir yardımcı sağlık personeli istihdam edilecektir.
Kırsal bölgeye hizmet verecek aile hekimlerini en yakın ilçede ikamet edecek ve kendisine bağlı köyleri gezerek hizmet verecektir. Her köy ve beldeye haftada en az bir kez gidilecektir. Gezilerini kendi aracıyla yapacaktır.
Aile hekiminin çalışma süresi haftalık asgari 40 saattir.Resmi tatillerde diğer aile hekimleriyle eşgüdüm halinde hizmet sürekliliği sağlanır.Ücretsiz izin kullanılamaz.Gebelik veya hastalık sebebi ile rapor alan aile hekimlerinin yerine sırada bekleyen hekim atanır. Rapor bitiminde işe başlayabilmesi için yeni başvuru yapması gerekir.
Yer değiştirme ancak gidilmek istenen il ve/veya bölgede bir kadro boşluğu olması durumunda olanaklıdır. Aralıksız iki ay süreyle kayıtlı hastası 1000’in altında olan Bakanlık tarafından belirlenen hasta sevk oranlarına uymayan aile hekimlerinin sözleşmesi iptal edilir.
Aile hekimliği sistemine geçişle birlikte koruyucu sağlık hizmetleri halkın sağlık eğitimi, sosyal yardım hizmetleri, toplumsal araştırmalar, okulların, spor alanlarının, çocuk bahçelerinin denetimi, bulaşıcı hastalıklarla mücadele sağlık grup başkanlıklarına devredilecektir. Bu şekilde şu anda sağlık ocaklarınca yapılan hizmet ikiye parçalanacaktır.
Sağlık ocakları ise Sağlık merkezleri olarak adlandırılacaktır.Sağlık Merkezinde yatak olacak ve o bölgedeki aile hekimlerinin kendi hastalarını yatırarak tedavi ettikleri kurumlar olarak işlev görecektir. Ayrıca aşılama, laboratuar, ilkyardım ve acil bakım hizmetleri de verilecektir.
Aile hekimlerinin ücretlendirilmesin de üç bileşenli bir model düşünülmektedir.sabit bir maaşla+aile hekimine bağlı olan kişi sayısına göre kişi başı ücret +aile hekiminin hastasına yaptığı girişimler ve laboratuar tetkiklerinin her biri için hizmet başına ödeme.
Kişi başı ödeme maliye bakanlığının belirlediği kişi başı ücretle hekim kayıtlı kişi sayısın çarpımı ile hesaplanıp aylık olarak hekimin banka hesabına yatırılacaktır. Ancak kişi başı ücretler kişinin yaşına göre belirlenen katsayılarla çarpılarak hesaplanacaktır. Örneğin0-4 yaş arası bireyler için Maliye bakanlığının belirlediği ücretin çarpılacağı katsayı 1.3 15-64 yaş için 1.0 65 yaş üstü için 2 olacaktır.Aile hekimlerinin sunduğu hizmet kalite araştırmalarıyla denetlenecektir. Sağlık Bakanlığı’ nca belirlenen standartlara göre koruyucu hekimlik hizmetlerinin eksik uygulamasın veya hata sevk oranlarının yüksek olması durumunda brüt ücretin % 20’ si kadar indirim yapılacaktır.
Belirlenen ücretin sunulan hizmetin maliyetini karşılamamsı durumunda aile hekimlerinin maliyet düşürücü önlemleri alacağı varsayılmakta, buda yetmezse sunulan hizmet kapsamının daraltılacağı belirtilmektedir.Bireyler sözleşme kapsamındaki hizmetler için katkı payı öderlerken, kapsam dışında ki hizmetlerden ancak fiyatını ödeyerek yararlanabilirler.
Aile hekimleri sigorta kurumunun istediği hasta memnuniyeti ve kalite araştırmalarını yapmak ve sonuçlarını sigorta kurumuna bildirmek zorundadır.
Aile hekimliği sisteminin yapısal sorunlarını kısaca şu şekilde sıralayabiliriz.
1-aile doktorluğunun en azından başlangıçta bugünden farklı olmayacaktır.
2-İkinci aşamada verilen bir yıllık eğitim niteliği arttırmak için yetersizdir.
3-Sistem sosyalleştirme yasasında kurulan entegrasyonu parçalamaktadır.
4-Sistem bölge ve / veya nüfus temeli değildir, bu sistem içinde hiçbir epidemiyolojik değerlendirme yapılamaz.
5-Ölçek sorunu nedeniyle sistemin performansının değerlendirilmesinde kullanılabilecek tek ölçüt olarak hasta memnuniyeti araştırmaları önerilebilmektedir.
6-Sağlık hizmetine erişim bakımından eşitsiz bir yapısı vardır.
7-Sağlık insan gücü hesaplamaları yanlış verilerden hareketle yanlış yapılmıştır.
8-Bu şekilde ayaktan tedavi hizmetleri ve bireye yönelik koruyucu sağlık hizmetlerinin yeterli sunulması olanaksızdır.
9-Bireye yönelik koruyucu sağlık hizmetlerinin nerede-nasıl verileceği belirsizdir.
10-Sağlık sisteminde dağınıklık yaratılmaktadır.
11-Bu sistem sağlıkta özelleştirmeyi desteklemektedir.

Sağlık hizmetlerinin finansmanına etkilerini de belirtirsek;
1-sistemi kamu entegre modelinden kamu sözleşmesine geçişi ön görmektedir.Sağlık harcamalarında gereksiz artışa yol açacaktır.
2-Hekime hizmet başı ödeme gereksiz hizmet üretimine, harcamaların gereksiz artışına ve verimlilikte azalmaya katkıda bulunacaktır.
3-Verimliliği azaltan diğer bir etken de bireye yönelik koruyucu sağlık hizmetlerine bile yeterli zaman ayrılamayacak olmasıdır.

Aile hekimliği sistemi hekimleri, özlük haklarını çalışma koşullarını olumsuz etkileyecektir;
1-Hekimler için iş güvensizliği ve işsizlik getirecektir.
2-Sağlık emekçileri için örgütsüzlüktür.
3-Ücretler tamamen belirsizdir.
4-Sistem hekim emeği ve ücreti sınırlanması gereken maliyet unsuru olarak görülmektedir.
5-Aile hekimleri işletmeci olacaklardır.
6-Hekimler arası ücret eşitsizliği yaratacaktır.
7-Sözleşme sistemi, ücret belirleme yöntemi ve nüfus yapısı farklılıkları aile hekimlerini hasta kapma, poliklinik ve laboratuar hizmetlerini arttırma, hizmet kalitesini düşürme ve sonuçta da etik mesleki değerleri çiğnemeye yönelten nesnel bir ortam hazırlamaktadır.

Sonuç olarak; aile hekimliği sistemi Türkiye için kabul edilemez bir öneridir. Sağlığa bakış açısı toplumsal olmayan; bireysel olan bir grubu sağlık üzerinden kar etme amaçlı yaklaşımlarını yaygınlaştırmak için hazırlanmıştır. Uygulanması halinde çağdaş sağlık hizmeti anlayışında geriye gidiş, sağlık harcamalarında artış ve hekimler için düşük ücret ve işsizlik kaçınılmaz olacaktır.

Türkiye’nin özgün modeli 224 Sayılı Sosyalleştirme Yasası uyarınca Sağlık Ocağı temellidir. Birincil sağlık hizmetine aile hekimliği sisteminin uyarlanması sosyalleştirme anlayış ve koşullarına taban tabana karşıttır. Çözüm var olan Sağlık Ocaklarının nitelik ve nicelik olarak iyileştirilmesi ve geliştirilmesi olmalıdır.

Kaynaklar:
1-Sağlıkta Dönüşüm Sözlüğü
TTB Kocaeli Tabip Odası Temmuz-2004
2-Sağlıkta Dönüşüm Programı 2003 Türkiye’sin de Halka ve Hekimlere/sağlık personeline ne getiriyor?
TTB Yayınları Ekim-2003
3-Aile Hekimliği Pilot Uygulaması Hakkında Kanun Taslağı

Sosyal güvenlik açığı geri dönülmez noktalara gidiyor

2000 yılı başında uygulamaya giren IMF programı öncesi çıkarılan sosyal güvenlik reform yasasının, ne kadar sıkıntılı bir süreçte hazırlandığını çok iyi hatırlıyorum.O zamandan bu yana aynı konuda defalarca düzenleme yapıldı ve hemen hepsinde amaç, sosyal güvenlik açıklarının kapatılması, özellikle ileride devasa boyutlara ulaşacak açıkların frenlenmesi idi. Emeklilik yaşı ile ilgili düzenleme bu sürecin en önemli ayağı idi ve koalisyon hükümeti döneminde asıl zor olan bu adım atılmıştı.

TOP YARGIYA ATILDI
Bunca sıkıntıya rağmen gelinen noktaya baktığımızda ise sosyal güvenlik açığının sürekli büyüdüğünü, işin kötüsü kapatılması konusunda bir umut olmadığı gözleniyor.Bu süreci anlattıktan sonra, özellikle sağlıkta yap-boz’a dönen sistemi de hatırlatıp ,sosyal güvenlik açıklarının ne olacağını, geçen hafta sohbet etme imkanı bulduğum Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer’e de yönelttim. Bakan Dinçer, bu görünümün daha çok yargı kararlarından kaynaklandığını belirterek, “Kendi idari tedbirlerimiz nedeniyle kararlarımızı değiştirmedik, mahkeme verdiğimiz kararlarla ilgili kararlar aldı” diyerek topu yargıya attı.“Açığımız büyüyor”u da iyi tarif etmek gerektiğini kaydeden Bakan, şunları söyledi:“Doğru büyüyor, ancak perspektif çok önemli. Türkiye’de şu ana kadar sağlık hizmetinin sunumunda, erişiminde zorluklar vardı, sınırlamalar vardı, hizmetlerde de yetersizlik vardı. Sağlık hizmetinin alımında engeller oluşturulmuştu. Bu açıdan bakıldığında sağlık ve sosyal güvenlik alanında yapılan reformlarla erişim kolaylaştırıldı, hizmet arzında önemli gelişmeler sağlandı. Sınırlamaların kalkmasıyla oluşmuş bir harcama artışından bahsetmek mümkün.”

AÇIKLARI KAPATMAK İÇİN
Sorumuz üzerine bunun israf olup olmadığı konusunda yeterli bilgi alamadıklarını kaydeden Bakan Dinçer, uluslararası standartlar açısından bakıldığında, bizim yurttaşlarımızın aldığı sağlık hizmetinin AB ortalamalarının altında olduğunu söyledi. Sağlık ve sosyal güvenlikte reformları yaparak çok doğru bir şey yaptıklarının altını çizen Bakan Ömer Dinçer, sadece iki açıdan gelişmiş ülkelerden farklı olduğumuzu belirterek, bunlardan birinin ilaç harcamaları olduğunu kaydetti. İlaç tüketimiyle ilgili davranış kalıplarının, gelişmiş ülkelerden farklı olduğunu, doktorların ilaç yazma davranışların da da fark gördüklerini kaydeden Dinçer, “İkincisi sağlık sigortasına yeni geçiş yapıyor olmamız nedeniyle, topladığımız primlerin harcamalara göre düşük olması. Bu ciddi bir sorundur ve idareyle ilgilidir” dedi.Son dönemde sıkça üzerinde durulan “global bütçe”den neden vazgeçtiklerini sorduğumuzda ise Bakan Dinçer “vazgeçmediklerini, global bütçenin tüm gelişm iş ülkelerin kullandığı bir sistem olduğunu” söyledi. Bakan, konuyla ilgili aktörlerle konuşmaya devam ettiklerini, henüz uzlaşamadıklarını ama global bütçeden vazgeçmediklerini söyledi.

ECZANELERE SIKI DENETİMBakan Dinçer, açıkların azaltılması için prim sistemi ve tahsilatının artırılması ile harcamaların azaltılması için başka tedbirler alacaklarını da bu kapsamda eczanelerin, “ortalamanın üstünde ilaç faturası” açısından da sıkı denetime tabi tutulması bu önlemler içinde yeralıyor.Bu söyleşinin geniş özetini dünkü Referans Gazetesinde yayımladık. Benim çıkardığım genel kanı; hükümet kesinlikle erişimden, kapsamdan taviz vermeye yanaşmayacak. Bence bundan sonra gelecek hükümetler de aynı kapsam ve erişim modelini uygulamak zorunda kalacaklar. İşin içine politika girince “iki ay prim ödeyen bile”, en pahalı özel sektör sağlık kurumlarından faydalanmaya devam edecek, politikacılar bunu hak görüp, kolayca kaldıramazlar.Ancak bu kapsamda tartışılması gereken çok unsur var. Örneğin özel sağlık kurumları ve meslek mensupları sadece açıkların büyümeyeceğini, doktorluk mesleğinin de yitirileceğini söylüyorlar. Sağlık sistemi ve sosyal güvenlik açıkları başımıza daha çok iş açacak gibi...

HÜRRİYET-ERDAL SAĞLAM

Bursa ve aile hekimliği

Bursa'da aile hekimliği uygulamasına 731 hekimle merkez ve tüm ilçelerde 1 Ekim Perşembe günü geçilecek.Aile hekimliği 2 yıllık bir çalışma döneminin ardından Bursa'da da 1 Ekim Perşembe gününden itibaren start alıyor. 2005 yılında ilk olarak Düzce'de uygulanmaya başlanan aile hekimliği sistemi 2 yıllık bir alt yapı çalışmasının ardından perşembe gününden itibaren Bursa'da da uygulanacak. Merkez ve 17 ilçede uygulanacak sistem ile hastanelerin üzerindeki iş yükü ve yoğunluğun azaltılması hedefleniyor.Konuyla alakalı Sağlık Müdürlüğü'nde açıklama yapan Vali Şahabettin Harput, "Sağlık bir ülkenin en başta gelen önemli konularından birisidir. Sağlık hizmetlerinin en iyi ve kaliteli şekilde verilmesi için hükümet tarafından uygulanmaya başlanan bu sistem ilk olarak Düzce'de hayata geçirildi ve başarı elde edildi. Bursa'da 2 bin 19 hekim eğitime alındı. Bin 693 yardımcı sağlık personelide aile hekimliği sistemi hakkında bilgilendirildi. Bursa'da 1 hekime 3 bin 280 kişi düşecek. 731 aile hekimi 2 milyon 397 bin kişiden sorumlu olacaktır. Ayrıca 152 adet aile sağlığı merkezi oluşturulurken, 20 adette toplum sağlığı merkezi kuruldu. Bu süreçte aile hekimlerinin görev yerleri de belirlendi ve herkes perşembe günü yeni görev yerlerinde hazır olacak. Aile hekimliği sistemi Bursamıza hayırlı olsun" dedi.İl Sağlık Müdürü İsmail Hakkı Çelik ise internet üzerinden herkesin aile hekimini öğrenebileceğini belirterek, "Müdürlüğümüzün www.bsm.gov.tr adresinden 'aile hekimim kim' bölümüne vatandaşlık numarasını yazan herkes hekimini görebilecek. Kayıt yaptıramayanlar en yakın sağlık ocağına gidip kendilerini kayıt ettirebilirler. 6 ay geçiş süreci sonunda vatandaşlar istediği aile hekimini seçebilecek. 6 ay boyunca tüm aile hekimi kendisine başvuran herkesi muayene edebilecek. Aile hekimliğine geçiş süreci 2 yılı alabilir. Geçiş süreci boyunca aile hekimliği pilot sistem üzerinden uygulanacağı için isteyenler özel hastane ve devlet hastanelerine başvurabilir. Süreç muhtemelen 2012 yılında sona erecek ve o zaman aile hekiminden sievk almadan hastanelerden sağlık hizmeti alınamayacak" diye konuştu.Aile hekimleri sorunlarını konuştuBARTIN - Bartın'daki aile hekimleri bir araya gelerek sorunları, sıkıntıları ve çözüm önerilerini görüştü.Bartın Grand Astra Otel'de düzenlenen etkinlikte Bartın Aile Hekimleri Derneği üyeleri bir araya geldi. Bartın Aile Hekimleri Derneği Başkanı Dr. Hasan Düztaş, aile hekimlerini yaşatıp büyüteceklerini belirtti. Dr. Düztaş, "İlimizde aile hekimliği yaklaşık 2. yılını doldurmaktadır. Ülkemizde de 2004 yılında çıkan kanunla start almıştır. Hala pilot uygulama çerçevesinde devam etmektedir. Yani denenme sürecinden geçmekte, asıl kimliğine bürünmeye, ülkemizin şartlarına göre şekillenmeye çalışmaktadır. Yani daha emekleyen bir bebektir. Bizler toplum olarak, hekim olarak, basın, idareci, akademisyen, sivil toplum örgütleri olarak bu bebeği beraber büyüteceğiz. Nasıl bir aile hekimi bir bebeğin anne karnındaki fetüs halini bilip onun yetiştiğini ergenleştiğini yaşlandığını görecekse, bizlerde aile hekimliğini göreceğiz, büyüteceğiz. Aile hekimliğinin olmazsa olmaz 3 esas şartı vardır. Birincisi mümkün mertebe sürekliliğin sağlanması, ikincisi koordinasyon diğeri de eğitimdir. Bu 3 temel kriterde bir miktar yol alınmışsa da hala çok yetersiz durumdadırlar. Aile hekimi ile kişi arasında sürekli bir ilişki bulunması ve bu ilişkinin her iki tarafında isteği doğrultusunda sürdürülmesi esastır. Belli bir hekime alışan hastaların kendi istekleri dışında hekim değiştirmesi sistemin mantığına terstir” dedi.Aile hekimlerinin kişilerin sağlığından birinci derece sorumlu hekimler olduklarından kendisine kayıtlı kişilerin sağlık danışmanı olduğunu hatırlatan Dr.Düztaş “Yine eğitim hiç bitmeden devam etmelidir. İlimizde idarecilerimizin başta olmak üzere her ferdin bu konuları düşünmesinde fayda vardır. Derneğimiz bu ve birçok konuda çalışmalar yapmaktadır. Şu anki sistemde koordinasyonun sağlanması adına halkımızın da çabalarına ihtiyacımız vardır. Sağlık hizmeti almak, isteyen bir kişi mümkünse bu konuyu aile hekimine danışsın ve yine eğer aile hekimi dışında bir birimden bu sağlık sunumunu almışsa kendi hekimini seçmiş olduğu aile hekimini bu konuda bilgilendirsin. Desin ki, 'ben şurada şu doktora gittim bana şunu dedi şu ilacı verdi' Bu hekiminizin size sağlık sunumunda daha etkili olmasını sağlayacaktır. Ülkede birinci basamak sağlık hizmetlerinin aile hekimleri tarafından verilmesi öngörülmektedir. Birinci basamak sağlık hizmetinin kuvvetli olmadığı ülkelerin sağlık problemlerini çözmesi mümkün değildir. Bu bağlamda ülke planlayıcılarına AHEF'e, Aile Hekimliği Derneklerine, TAHUD'a, TTB'ye ciddi sorumluluklar düşmektedir. Bu birimler farklı fikirlerde olsalar dahi bir an önce birinci basamak hizmetleri konusunda bütünleşmelidirler. Dernek olarak ilimizde aile hekimliğinin anlaşılmasına, 2.basamak hekimlerimizle koordinasyonun kurulmasına ve hekim eğitimlerine katkı sağlayacak bir toplantıyı gerçekleştirmiş bulunmaktan gurur duyuyoruz" diye konuştu.Bartın Aile Hekimleri Derneği Başkanı Dr. Hasan Düztaş, toplantıya gelerek destek veren İl Sağlık Müdürü Osman Nacaroğlu'na, TTB Bartın odasına, Uzman Hekimler Özgür Volkan Akbulut, Cengiz Erten, Mustafa Gedik, Pervin Karakaş'a ve Bartın'daki bütün aile hekimlerine teşekkür ettiklerini ifade etti.

25 Eylül 2009 Cuma

Gündemdeki Tam Süre Çalışma Doğru Mu?

Yakında Tam Süre Yasası’nın Meclis gündemine gelmesi bekleniyor(Ekim ayı içinde görüşmelerin başlaması öngörülüyor).
Artık hekimler ya kamu hastanelerinde ya da özel’ de çalışacaklar. Tam Süre çalışma hekimlerin çalışma sisteminde köklü bir değişimdir. Ülkemiz tarihinde de 3 kez denenmiştir.
İlk tam süre 1965 tarihinde 1976 sayılı askeri hekimlerin Tam Süre Çalışmalarını Öngören bir kanunla, çıkmış ve askeri hekimler muayenehanelerini kapatıp tazminat almışlardır. İkincisi; 1965 yılında 641 sayılı kanunla Sosyal Sigortalar Kurumu hekimleri için çıkarılan Tam Süre Kanunu’dur. Hastane hekimleri istedikleri takdirde tam süre çalışmayı kabul edip muayenehanelerini kapatıyorlar ve 2500 TL tavan ücretli tazminat alıyorlardı. Zorunlu değildi. Her iki düzenleme de yüksek enflasyon, sabit tazminat ücreti, emekliliğe yansımaması gibi nedenlerle hekimlerin kısa zamanda desteğini yitirmiştir. Üçüncüsü ve asıl köklü olan yasa ise 1978 Tam Süre Yasa’sıdır. Zorunludur. Tazminatlar “en yüksek devlet memuru maaşı üzerinden” ödenmesi ön görülmüştür. Hekimlerin az bulunduğu kırsal yörelerin ve mahrumiyet bölgelerinin cazip hale getirilmesi için tazminatlar buralarda yüksek tutulmuştur. Başta Türk Tabipleri Birliği olmak üzere geniş kesimlerin desteğini almıştı. Yasa çıktı. Sadece Ankara ve İstanbul Üniversiteleri Yasa’nın iptali için başvurmuş, Anayasa Mahkemesi 17 Kasım 1978’ de Tam Süre Çalışma Yasasını Anayasa’ ya aykırı bulmadı. 1978 Tam Süre Yasası ile tüm yurtta pratisyen hekim kadroları dolmuştur. 3 büyük il’ de %10, diğer il’lerde % 30 uzman hekim ayrılmıştır. Ayrılanların çoğu da 25 yılını doldurmuş hekimlerdir. Yasa’nın uygulanmaya başlamasının ilk gününden itibaren sorunlar çıkmaya başlamıştır. Tazminatlar en yüksek devlet memuru maaşı üzerinden ödenmesi gerekirken, ödenmemiştir. Sayıştay kararları Tam Süre’yi sıkıntıya sokmuştur. Yasa’nın altında imzası bulunan Maliye, Milli Savunma, Çalışma Bakanlıkları tarafından destek görmemiş, eleştirilere uğramıştır. Yüksek enflasyon ise tazminatları çekici olmaktan çıkartmıştır. Yasa’nın uygulanması denetimi yapılamamıştır. Ve 2,5 yıl içinde Tam Süre Yası iptal edilmiştir.

Hazırlanan Tasarıda Neler Var?

Şimdi bu 3 girişim yaşanmışken tekrar Tam Süre çalışma gündemde. Hazırlanan Tasarının önemli noktalarını özetleyecek olursak; *Sağlık Bakanlığı, Üniversiteler ile tüm Kamu Sağlık Kuruluşlarında çalışan hekimlerin kamu sağlık kuruluşları dışında çalışmaları yasaklanmaktadır. *Üniversitelerde öğretim üyelerinin özel hasta muayeneleri ortadan kaldırılmaktadır. *Türk Silahlı Kuvvetleri'ne bağlı hekimler kapsam dışıdır. Yani özel çalışabileceklerdir. * Muayenehane hekimi SGK ile anlaşmalı özel hastane ve tıp merkezlerinde çalışması, hasta takibi, ameliyat yapması yasaklanmaktadır. * Tam Süre çalışanlara getirilecek ücret iyileştirmelerinin esas olarak döner sermaye ve performans ödemeleri oluşturacaktır. Haftalık çalışma süresi 40 saat olarak belirlenmişse de Taslakta hekimlerin normal mesaileri dışında; "nöbet" "icap nöbeti", "mesai dışı çalışma", vb. adlar altında ne kadar süre ile fazla çalıştırılabileceği konusunda her hangi bir üst sınır getirilmemektedir. Türkiye de yabancı uyruklu hekimlerin çalıştırılabilmesi için vatandaşlık koşulu kaldırılmaktadır. Buna karşın, dil bilgisi, bilgi beceri düzeyine yönelik herhangi bir düzenlemeye yer verilmemektedir. İşyeri hekimliği uygulamasına yeni bir düzenleme getirilecektir.

Sonsöz

Yapılmak istenenlere toplu bir şekilde bakılırsa hekimler “kapıkulu” yapılmak istenmektedir. Tamamen katı bir merkeziyetçilik altında yürütülen sağlık hizmetlerimizde hekimlerin “eli kolu bağlı” hale getirilmektedir. Ücretlerde bir iyileştirme yapılıyormuş gibi gösterilse de, ücretlerin devamlılığının hiçbir garantisi yoktur ve alınan tazminatlar emekliliğe yansıtılmamaktadır. Tayin, nakil, atama ve yükselmelerde Yüksek Hekimler Kurulu gibi adil bir sistem getirilmeden hekimler, bu uygulamaları kabullenmeyeceklerdir. Başta tıp fakülteleri olmak üzere hastanelerden ayrılmalar başlayacaktır. Bunun alternatifi Hekim İthali olamaz. Daha önemlisi ücretlerin pazarlığı yapılmadığı, kısaca etkin bir toplu sözleşmeli sendikal hakların olmadığı bir ortamda, bu düzenlemenin ömrü, diğerleri gibi kısa olacaktır.
( BU YAZI SAĞLIĞIN SESİ GAZETESİ MAYIS 2009 SAYISINDA YAYIMLANMIŞTIR.)

Kriz sağlığı teğet geçmedi...

TEDAVİ KATILIM PAYININ UYGULANMASI HAKKINDA TEBLİĞ RESMİ GAZETEDE YAYINLANDI. SAĞLIK OCAKLARI VE AİLE HEKİMLİĞİ MUAYENELERİ DE PARALI OLDU..

Maliye Bakanlığından:
TEDAVİ KATILIM PAYININ UYGULANMASI HAKKINDA TEBLİĞ
5- Katılım payı alınacak sağlık hizmetleri
Bu Tebliğ kapsamında bulunanlardan;
a) Hekim ve diş hekimi muayenelerinde,
b) Vücut dışı protez ve ortez kullanımlarında,
c) Yardımcı üreme yöntemi tedavilerinde,
bu Tebliğ esaslarına göre katılım payı alınır.
6- Ayakta tedavide hekim ve diş hekimi muayenesinde katılım payı alınması
Kapsama dâhil kişilerin sağlık kurum ve kuruluşlarındaki ayakta tedavilerine ilişkin hekim ve diş hekimi muayenelerinden;
Birinci basamak sağlık kuruluşları ve aile hekimliği muayenelerinde 2 TL
İkinci ve üçüncü basamak resmi sağlık kurumlarında 8 TL,
Özel sağlık kurumlarında 15 TL,
tutarında katılım payı alınır. Kapsama dâhil kişilerin ayakta tedavilerinde hekim ve diş hekimi muayeneleri sonucunda reçete düzenlenmemesi veya reçete edilen ilaçların temini amacıyla eczanelere müracaat edilmemesi durumunda; birinci basamak sağlık kuruluşları ile aile hekimliği muayenelerinde katılım payı alınmaz, ikinci ve üçüncü basamak resmi sağlık kurumları ile özel sağlık kurumlarındaki muayenelerde yukarıdaki tutarlardan 3 TL indirim yapılır.

Ocakbaşı dumanı kalp için tehlikeli

Anadolu mutfak kültürünün vazgeçilmezleri arasında yer alan ‘ocakbaşı' geleneğinin kebap ustalarının sağlığını tehlikeye attığı ortaya çıktı.

Gaziantep Üniversitesi (GÜ) Tıp Fakültesi uzmanlarından Dr. Suat Zengin, “Mangal Başında Çalışan Kebapçı Ustalarında Kronik Karbon Monoksit Maruziyetinin Etkileri” adlı uzmanlık teziyle “karbonmonoksitin, kebap ustalarında damar genişlemesi riskini artırdığını; önlem alınmaması halinde kalp krizine neden olabileceğini” kanıtladı.40 ustayla araştırma Zengin, 3 yıl süren araştırması boyunca, 40 ustayı gözlem altına aldı. Yapılan analizlerin sonucunda kebap ustalarında sigara tiryakilerinden bile daha fazla damar kalınlaşması olduğu belirlendi. Kronik karbonoksite maruz kalan ustaların zamanla vücut bağışıklık sisteminin alarmda olduğunu gösteren “C-reaktif protein” değerlerinde artış olduğu; göğüste daralma meydana geldiği gözlemlendi. Zengin, sık sık mangal keyfi yapan piknikçilerin de karbonmonoksit zehirlenmesi tehlikesi altında olduğunu savundu.
İncelemeye alınan kebapçıların mesai saatlerinin uzunluğuna ve çalışma şartlarının ağırlığına dikkat çeken Suat Zengin, Hürriyet'e “Çalışma saati arttıkça, değerler artıyor. Karbonmonoksitten en az şekilde etkilenmek için koruyucu tedbirlerin alınması şart. Riski en aza indirmek için mangaldan çıkan dumanın uygun baca sistemleriyle tahliye edilmesi ve pişirme yapılmadığı zamanlarda mangal başından uzaklaşılması gerekiyor” bilgisini verdi. Zengin, ‘kronik maruziyet' belirti-lerini ise “başağrısı, halsizlik, anoreksi, uykusuzluk, kişilik değişikleri” şeklinde sıraladı.


Haberin orjinal metni için Hürriyet Gazetesi

Ayşe YALIM/ANKARA

24 Eylül 2009 Perşembe

Örnek bir vaka..

İki hafta önce Milliyet’te Metin Münir’in hazırladığı tıbbi hatalar konulu güzel bir yazı dizisi yayımlandı. Konunun ayrıntısıyla incelendiği bu dizide, tıbbi hata nedir, nasıl önlenir sorularının tüm dünyada tartışıldığı anlatılıyordu. Tıbbi hata konusunun tek bir bir hekimin veya sağlık çalışanın yaptığı bir yanlıştan çok daha karmaşık bir sorun olduğu ve çare arayışında bu gerçeğin göz önüne alınması gerektiğinin altı çiziliyordu. Meselenin çok yönlülüğünü anlamak için 62 yaşında bir banka müdiresinin başından geçenlere bakalım.
Emel Hanım kalp hastası mı?Emel Hanım’ın bir hafta öncesine kadar hiçbir şikâyeti yoktu, hayatı boyunca ciddi hiçbir hastalığı olmamıştı. Üç ay önce kontrol için gittiği doktor, kan şekeri ve kolesterolü biraz yüksek çıktığı için bir de efor testi yaptı; kalbinin sapasağlam olduğunu, kilo verirse şeker ve kolesterol düzeyinin düşeceğini söyledi. Bu arada böbreklerinde de hafif bir anormallik olduğunu, bol su içmesi gerektiğini ekledi.
Büyük oğlu çalıştığı işyerinin yakınında açılan bir tıp merkezinde kansız anjiyo yapıldığını duymuştu. Şirketteki sohbetlerde, belli yaşın üstünde herkesin bu taramadan geçmesi gerektiğini, hele şeker hastaları için çok gerekli olduğunu öğrendiğini anlattı annesine. Hemen randevu alındı ve bilgisayarlı tomografi ile kalbinin resimleri çekildi.
Filmleri inceleyen doktor, kalbi besleyen koroner damarlarda plaklar olduğunu, darlıkların ağır olmadığını, ama yine de bir kardiyoloğa görünmesinin yararlı olacağını söyledi.
Emel Hanım ve eşi, endişe ve korku ile üç ay önce “kalbin sapasağlam” diyen doktorlarını aradıklarında, doktorun Avrupa’ya kongreye gittiğini ve haftaya döneceğini öğrendiler. O kadar endişeliydiler ki bir gün olsa beklemek istemiyorlardı. Eşe dosta danışıp onların tavsiye ettiği bir kardiyoloğa göründüler. Doktor hikâyeyi dinleyip filmlere baktıktan sonra, kalpte damar sertliği olduğunu söyledi, ciddi bir darlık görülmese de emin olmak için “anjiyo yapalım” dedi. Sorunun bir an önce çözümlenmesini isteyen Emel Hanım için doktorun çalıştığı hastanede anjiyo yapılmak üzere ertesi güne randevu alındı. Sabah aç gelmesi, kan tetkikinden sonra işlemin yapılacağı söylendi.
Ertesi gün yapılan anjiyodan sonra doktor, damarlarında hafif darlıklar olduğunu, ancak bu darlıkların stent takmayı veya baypas ameliya-tını gerektirecek ciddiyette olmadığını söyledi.
İşler sarpa sarıyorEve döndükten iki gün sonra Emel Hanım halsizliğinin yanı sıra hafif bir mide bulantısı olduğunu hissetti. Üçüncü gün her yanı ağrıdığı, bulantısı kusacak kadar arttığı ve son derece halsiz olduğu için apar topar en yakındaki hastaneye gittiler. Doktorlar daha önce yapılmış testleri ve muayene sonuçlarını istediler ama pazar günü olduğu için her yer kapalıydı, bilgi almak mümkün değildi. İlk muayene ve kan testleri sonunda böbrek yetersizliği tanısı ile hastaneye yatırıldı. Koluna bir serum takılıp ilaçlara başlandı, hem halsiz olduğu hem de ne kadar idrar çıkarttığını takip etmek için idrar sondası takıldı.
İki gün sonra, ateşi 39.8’e yükseldi, tansiyonu düştü, bilinci bulandı. Yapılan tüm müdahalelere rağmen bir türlü düzelmiyordu. Kandaki oksijen miktarı giderek düşüyordu. Boğazına bir tüp yerleştirilip solunum makinasına bağlandı. Sabah hastaneye gelen eşine durumun çok kritik olduğu ve yapılabilecek her şeyin yapılmakta olduğu söylendi. Zavallı adam, bir kaç gün önce hiç bir problemi olmayan eşinin başına bütün bunların neden geldiğini anlayamıyordu.
Hata nerede?Böbrek yetersizliği ve kana karışıp tüm vücuda yayılan enfeksiyon nedeniyle şoka giren Emel Hanım ölüm kalım savaşı veriyor. Hastanın bu duruma düşmesi yüksek dozda verilen bir ilaçtan veya yanlış organın ameliyat edilmesinden kaynaklanmadı. “Suçlu işte burada” dedirtecek bir durum da yok. Ama önlenebilir bir dizi hatanın varlığı da gözardı edilemez. Son günden başlayıp geriye doğru bakarsak hastayı ölümün eşiğine getiren yedi hata sayabiliriz:
Hata 7- Gereksiz yere sonda takılması ve belki de temizliğe tam uyulmaması Emel Hanım’ın başına gelen en son tıbbi hata. Takılan idrar sondasının enfeksiyonu tetiklemiş olma ihtimali var. Acaba sondaya ihtiyacı var mıydı? Hastanın halsiz olması ve idrar miktarını ölçülecek olması sonda takmak için yeterli sebepler değil. İşlemi yapan kişi tıbbi temizlik kurallarına yüzde yüz dikkat etmiş miydi? Hastane bu titizliğin sağlanması için neler yapıyor, nasıl denetliyordu? Kabahat, sadece sonda takma kararını veren doktorda veya takan hemşirede değil. Bu kararın verilmesinde ve işlemin uygulanmasında kuralları belirleyip denetlemesini yapmamış olan sistem de sorumlu.
Hata 6- Anjiyo sırasında kullanılan iyotlu madde bazı durumlarda böbrek yetmezliğine yol açabiliyor. Anjiyodan önce yapılan kan tetkikinde, hastanın kan şekeri yüksek, böbreklerinin çalışmasını gösteren değerler normal sınırının üst sınırındaydı. İşlemden önce tetkikleri gözden geçiren doktor, böbreklerin zarara uğrama riskininin kabul edilebilir düzeyde olduğunu düşünmüştü herhalde. Ama hastaya bir gün önce, tomografi için de önemli miktarda iyotlu boyar madde verildiğini hesaba katmamıştı. Halbuki, Emel Hanım gibi yüksek riskli hastalarda, 5 -7 gün beklemeden, ard arda iyotlu madde verilirse, böbrek yetersizliği tehlikesinin kat kat arttığı biliniyor.
Hata 5- Ne hastaya ne hasta yakınlarına böbreklerin bozulma riskinden söz edilmiş olması da bir hata. Acaba hastaları, riskleri anlayıp kabul ettiğine dair bir ifadeyi imzalatmanın dışında, hastalıkları ve yapılacak işlemler hakkında gerçek anlamda bilgilendirmek için hastanede nasıl bir sistem uygulanıyor?
Hata 4- Bu hasta için tomografiden sonra anjiyo yapılmasının tıbbi bir dayanağı yok. Hastayı gördüğünde “muhtemelen ciddi bir şey yok, ama emin olmak için anjiyo yapalım” diyen doktor da gereksiz bir işlem yaptığı için sonuçtan sorumlu olanlar arasında. Mesleki kuruluşların yayımladıkları klavuzlarda bu yaklaşımın yanlış olduğuna vurgu yapılıyor.
Hata 3- Hatalar silsilesinin önemli halkalarıından biri bilgisayarlı tomografi çekilmesi. Hiç bir şikâyette bulunmayan ve efor testi normal olan bir hastada, sonucu ne olursa olsun tedaviyi etkilemeyeceğinden, bu tetkike hiç gerek yoktu. Hasta istedi diye böyle bir incelemeyi yapan tıbbi merkezin, ölümle pençeleşen hastanın bu duruma düşmesinde sorumluluğu yok mu?
Hata 2- İlk gören hekimin hiç mi sorumluluğu yok? Şeker hastalığının olabileceğini, hafif de olsa böbreklerdeki bozulmanın çok ciddiye alınması gerektiğini anlatmalıydı. Uzun vadede sağlığını korumak için alması gereken tedbirleri ayrıntıyla açıklamalı, tavsiye ettiği hayat tarzı degişikliklerinin etkisini öçmek için bir takip planı yapmalıydı. Kendisinin müsait olmadığı zamanlarda, yerine bakacak bir meslekdaşının olmaması da ayrı bir eksiklik.
Hata 1- Hasta birkaç ay içinde beş ayrı doktor ve sağlık merkezi tarafından incelendi veya tedavi edildi. Paylaşılabilen ortak bir kayıt sistemi olmadığı için daha önce hastanın nelerden geçtiği doğru dürüst bilinmiyor. Hele tatil günüyse haberleş-me tamamiyle duruyor. Olumsuz sonuca giden yolu döşeyen hata taşlarından biri de iletişim eksikliği.
Hataları nasıl önleriz?Emel Hanım’ın ölümcül duruma gelmesinden hataların hiç biri tek başına sorumlu değil. Üzücü sonucu sadece doktorların hatası olarak görmek de yanlış.
Sağlık siteminin birçok parçası var. Her bir parçanın rolü, zorlukları, problemleri, sorunlarına bulunacak çareleri farklı. Tıbbi hataların önlenebilmesi, yalnız bir kişiyi suçlamak ve cezalandırmakla değil hataların oluşmasını önleyecek bir sistemi yaratmakla mümkün. Bunun için başta doktorlar olmak üzere tüm sağlık çalışanları ve kurumları, hata ve eksikliklerini açıkça tartışabilmeli çözüm yollarını beraberce bulup uygulayabilmeliler.
El birliğiyle hataların tekrar edilmeyeceği bir ortamın yaratılması için başka çare yok.

ALINTIDIR

Başlarken

Shakespeare, şöyle diyor:

İnsanlarin çogu kaybetmekten korktugu için sevmekten korkuyor..
Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getirecegi için.
Konusmaktan korkuyor, elestirilmekten korktugu için.
Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğin kıymetini bilmedigi için.
Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için.

Ve ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için.

Merhaba

Fırsat buldukça değişik yazı ve yorumlar yazmak için tasarlandı...