25 Şubat 2012 Cumartesi

Özelde çalışan doktor muayenehaneyi kapatsın!!

İl Sağlık Müdürlükleri tarafından özel sağlık kuruluşlarına gönderilen yazılarla, muayenehanesi olan aynı zamanda özel hastane ve tıp merkezi gibi özel sağlık kuruluşlarında çalışan hekimlerin iki yerde birden çalışamayacağı bildirilmiştir.

İzmir İl Sağlık Müdürlüğü tarafından bir özel hastaneye gönderilen yazıda, hastanede çalışan aynı zamanda muayenehanesi olan hekimlerin isimleri listelenmiş ve bu hekimlerin hastanedeki görevlerine devam edebilmesi için muayenehanelerini kapatması, muayenehane faaliyetine devam edecekse hastanedeki görevinden ayrılışının yapılması gerektiği belirtilmiştir.

Bu yazıda ayrıca, 10.11.2011 tarihine kadar hekimlerin hastaneden ayrılışının yapılması veya muayenehanelerini kapatmaları gerektiği bildirilmiştir.

İzmir İl Sağlık Müdürlüğü’nün bu işlemine karşı, özel hastanede çalışan hekimler adına İzmir Tabip Odası Hukuk Bürosu tarafından dava açılmıştır. İzmir 3. ve 4. İdare Mahkemesi tarafından yapılan yargılamalar sonucunda, İzmir İl Sağlık Müdürlüğü işlemlerinin yürütmesinin durdurulmasına karar verilmiştir.

Kararda; Anayasa Mahkemesi’nin Tam Gün ile ilgili verdiği karara atıf yapılarak şu gerekçelere yer verilmiştir.

“….Anayasa Mahkemesince söz konusu düzenlemenin iptali ile hekimlerin anılan maddede üç bent halinde sayılan sağlık kurum ve kuruluşlarından yalnızca birinde çalışabileceği yolundaki kısıtlamanın ortadan kaldırıldığı, dolayısıyla hekimlerin söz konusu sağlık kurum ve kuruluşlarında çalışmalarına ve özel muayenehane açmalarına imkan tanındığı açıktır.
Öte yandan, maddenin üçüncü fıkrasında yer alan “ikinci fıkranın her bir bendi kapsamında olmak kaydıyla birden fazla sağlık kurum ve kuruluşlarında çalışabilir” ibaresinin Anayasa Mahkemesi’nin sözü edilen iptal kararı ile birlikte değerlendirilmesi sonucunda, özel muayenehaneler sağlık kurum ve kuruluşu olmadığı için ( c ) bendi kapsamında sayılamayacağından, özel muayenehane işleten bir hekimin aynı zamanda (a), (b), ( c ) bentlerinde sayılan sağlık kurum ve kuruluşlarının birden fazlasında da mesleğini icra edebilmesinin önünde hukuki bir engel bulunmadığı sonucuna varılmaktadır.
Yukarıda alıntısı yapılan Anayasa Mahkemesi karar gerekçesi ve yapılan açıklamalar karşısında, hekimlerin özel hastanede çalışıp aynı zamanda muayenehane işletmelerinin önünde hukuken bir engel bulunmadığı açıktır.
Bu durumda, İzmir Özel Gazi Hastanesinde çalışan ve aynı zamanda muayenehane işleten davacının hastanedeki görevine devam edebilmesi için muayenehanesini kapatması, aksi takdirde hastaneden ayrılışının yapılması yolundaki dava konusu işlemde mevzuata ve hukuka uyarlık bulunmamaktadır.”

Daha önce yaptığımız değerlendirmelerde de vurguladığımız üzere, Sağlık Bakanlığı ve İl Sağlık Müdürlüğü’nün Anayasa Mahkemesi kararını ısrarla yanlış yorumladığı ve uyguladığı açıktır. Hekimlerin çalışma alanlarını sınırlayan Tam Gün düzenlemeleri hakkında Anayasa Mahkemesi tarafından verilen gerekçeli karar ve Danıştay 5. Dairesi’nin değerlendirmeleri birlikte değerlendirildiğinde, muayenehanesi olan hekimlerin özel hastanelerde çalışmasının kısıtlanması hukuka ve yargı kararlarına açıkça aykırıdır.

Benzer nitelikte birçok yargı kararı, İzmir, İstanbul, Ankara ve Denizli gibi illerde verilmiştir. Yargı kararlarının bağlayıcılığı ve gerekçeleri ile birlikte uygulanması gerekliliği karşısında, Sağlık Bakanlığı ve İl Sağlık Müdürlüğü’nün hekimlerin mağdur olmasını engelleyici çözümler üretmesi gerektiği açıktır.

İzmir İl Sağlık Müdürlüğü tarafından özel hastanelere gönderilen 17.01.2012 tarihli, 6325 sayılı yazı ile Anayasa Mahkemesi ve Danıştay kararlarında yer verilen gerekçelere aykırı şekilde yeni uygulamalar yapılarak hekimlerin özel sağlık kuruluşlarında çalışmalarını kısıtlayıcı uygulamalara gidilmektedir.

Yargı kararları, gerekçeleri bir bütündür. İdarenin yargı kararlarını yorumlama ve gerekçelerini dikkate almama hakkı ve insiyatifi bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve yerel idare mahkemeleri tarafından verilen birçok karara rağmen, hekimlerin özel sağlık kuruluşlarında çalışmalarını kısıtlayıcı düzenlemeler ve uygulamalar iyiniyetli değildir.

Özel sağlık kuruluşlarında çalışan hekimlerin çalışma alanlarına ilişkin kısıtlayıcı uygulamalar Oda’mızca değerlendirilmekte olup bu düzenlemelere karşı da en kısa süre içinde yargı yoluna başvurulacaktır.

Alıntı: izmirtabip.org

Sağlık Bakanlığı : Aile hekimleri kamuda çalışmıyor

Hazine Müsteşarlığı ve Sağlık Bakanlığı tarafından 21 Temmuz 2010 tarihinde Tıbbi Kötü Uygulamaya İlişkin Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası Tebliği yürürlüğe konulmuştu. Türk Tabipleri Birliği kimi maddelerinin iptali ve yürütmesinin durdurulması için Danıştay’da dava açmıştı.

Bilindiği gibi kamu ya da özel sağlık kuruluşlarında çalışan hekimlerin sigorta primlerinin yarısını kurumları karşılıyor. Ancak Tebliğ’de aile hekimleri mesleğini serbest icra eden hekimler gibi değerlendirilip sigorta primlerini tamamını kendilerinin ödemesi kuralı konmuştu. Türk Tabipleri Birliği bu kuralın hukuka aykırı olduğunu belirterek yürütmesinin durdurulmasını istemişti. Davalı Sağlık Bakanlığı aile hekimlerinin “organik yönden kamu sağlık kurum ve kuruluşuna bağlı çalışmadığı”nı belirterek yapılan işlemin doğru olduğunu savunmuştur.

Danıştay 10. Dairesi yürütmeyi durdurma istemini E.2010/11948 sayılı ve 13 Mayıs 2011 günlü kararıyla reddetmiş, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu ise 8 Aralık 2011 günlü kararı ile itirazı da reddetmiştir. Dosya Dairesinde yapılacak duruşmanın ardından esas hakkında karara bağlanacaktır.
TTB aile hekimliği hizmetlerinin bir kamu hizmeti olması gerektiğini ve aile hekimlerinin kamu görevlisi olarak kamu çalışanları hak ve güvencesinde olmasını savunmaktadır. Bu anlayışla çabalarını devam ettirecektir.

Alıntı: ttb.org

Raporlu ilçalardan da katkı payı alınması gündemde...

SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM ARTIK DÖNÜŞEMİYOR...ANLADILAR  Kİ HİBE  PARALAR , POPÜLİST POLİTİKALARLA BİR  SİSTEM KURTULMUYOR.İYİ UYKULAR  TÜRKİYE...

Tansiyon, kalp, şeker gibi kronik hastalığı olanlar bundan sonra ilaç fiyatının yüzde 1-5’i arasında katkı payı ödeyecek.


Vatandaşların ilaca ödediği katkı payı sisteminde yeni değişiklikler geliyor. Raporlu olduğu için katkı payı alınmayan tansiyon, şeker, kalp, astım ve kanser ilaçlarından yüzde 1-5 oranında katkı alınması gündemde.

Meclis’te görüşülen emeklilere yönelik intibak yasa tasarısına eklenen bir maddeyle ilaçtaki katkı payındaalt sınır yüzde10’dan yüzde 1’e çekildi.

Düzenleme TBMM Genel Kurulu’nda da kabul edilirse, katkı payından muaf tutulan bazı raporlu ilaçlardan yüzde 1 ila yüzde 5 oranında katkı payı alınmasının önü açılacak.

ÜÇ TİP KATKI PAYI VAR

İntibak Yasası’na eklenen önerge Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nda yer alan ve SGK’lılardan yüzde 10 ile yüzde 20 oranında katılım payı alınmasını hükme bağlayan 68’incimaddeyi değiştiriyor.

Önerge, yüzde 10’luk alt sınırı yüzde 1’e çektiği için, düzenleme “katkı payı düşecek” şeklinde yorumlandı. Ancak hedefin katkı payını düşürmek değil, kapsamını genişletmek olduğu ifade edildi.Düzenlemenin gerekçesini anlatan yetkililer, amaçlarının katkı payındaki bazı eksiklikleri ve sorunları düzeltmek olduğunu belirttiler.

SGK, bu maddeye göre kişilerin gelir ve aylıklarına, sağlık hizmetlerinin hayati önem derecesine göre ilaçtaki katkı payını belirliyor.Halen çalışanlar yüzde 20, emekliler ise yüzde 10 oranında ilaç katkı payı ödüyor.

Buna karşılık ‘hayati önemehaiz hastalıklar listesi’nde yer alan kanser, AİDS, tüberküloz, kalp hastalığı, şeker hastalığı, tansiyon gibi hastalıklar rapora bağlanıyor, dolayısıyla ilaç katkı payı alınmıyor.

Kanser ilaçlarına şimdilik düşünülmüyor

Edinilen bilgilere göre, değişikliğin ardından katkıdanmuaf tutulan bazı raporlu ilaçlardan yüzde 1-5 aralığında katkı alınabilecek.

Yetkililer, hangi ilaçların bu yeni gruba gireceği konusunda henüz net bir karar oluşmadığını, Sağlık Bakanlığı ile Çalışma Bakanlığı birimleri arasında yapılacak teknik görüşmeler sonucunda yeni listelerin belirleneceğini söylediler.

Yetkililer, tüm raporlu ilaçlardan yüzde 1-5 oranında katkı payı alınması gibi bir hedeflerinin olmadığını, katkı alınacak ilaçların vatandaşı ön planda tutan seçici bir anlayışla belirleneceğini belirttiler. Yetkililer, tedavimaliyeti yüksek kanser gibi hastalıkların tedavisinde kullanılan ilaçlara katkı payı düşünülmediğini belirtmekle birlikte, son kararın henüz verilmediğini ifade ettiler.

Alıntı:medimagazin.com

Çocuk yetiştirirken 2 lisan birden verilmeli mi?

Kanada'nın Vencouver kentinde düzenlenen, çocuklarda konuşma becerisinin geç gelişmesi konusundaki bilimsel konferansta sunulan bir araştırmaya göre, çift dille yetişen çocuklar anadilini daha geç öğreniyor.

Florida Atlantic üniversitesinden psikolog Prof. Erika Hoff, iki dille büyüyen çocukların her iki dilde de kelime haznesinin dar ve gramer konusunda zayıf olduklarını söyledi.

Bu durumun, çocukların anaokulunda veya okulda geri kalmasına neden olabileceğini belirten Hoff, gramer açığının genellikle 9-10 yaşına kadar kapandığını, kelime haznesinin ise bazı çocuklarda bu yaşta dahi olması gerekenin altında kaldığını ifade etti.

Hoff ayrıca, yaşadıkları ülke ve kültürden bağımsız olarak çocukların yüzde 6 ila 8'inin, yaşıtlarından daha geç iletişim kurmaya başladığını kaydetti.

Araştırmada yer alan, Maryland üniversitesinden Nan Bernstein Ratner de dilbilimci ve psikologların onlarca kelimeden oluşan bir liste hazırladığını, bu listede, 2-2,5 yaşındaki bir çocuğun bileceği varsayılan kelimelerin yer aldığını belirtti.

Ratner, yerel kültür de dikkate alınarak neredeyse 70 farklı dile uyarlanan listenin, ebeveynlerin çocuklarının dil gelişimini takibine yardımcı olabildiğini ifade etti.

Konuşmanın gecikmesinin duyma konusunda veya bilişsel gelişimde bir soruna ya da otizme işaret edebileceğini söyleyen Ratner, ancak konuşmakta geç kalan çocukların çoğu zaman, sadece geç gelişen çocuklar olduğunu, bunların da beşte dördünün dil konusundaki açığı hiç yardım almadan kendi başına kapattığını bildirdi.

Alıntı. cnnturk.com

Böbrek yetmezliği hakkında bilinmesi gerekenler

Türk Nefroloji Derneği verilerine göre; ülkemizde diyaliz uygulanan veya böbrek nakli yapılmış yaklaşık 70 bin hasta bulunuyor. Bu sayının, gelişmiş birçok ülkenin neredeyse 2 katı olan yıllık yüzde 10 artış oranı ile 2015 yılında 100 bini aşacağı tahmin ediliyor. Yine Türk Nefroloji Derneği tarafından 23 ilde 10.750 erişkinin katılımı ile yapılan ve 2009 yılında sonuçlanan CREDIT çalışması, Türkiye de erişkinlerin yüzde 15.7 sinde çeşitli evrelerde kronik böbrek hastalığı varlığını ortaya koydu. Bu oran, ülkemizde yaklaşık 7.5 milyon kronik böbrek hastası bulunduğuna, yani her 6–7 erişkinden birinin böbrek hastası olduğuna ve sorunun boyutunun tahmin edilenin çok üzerinde olduğuna dikkat çekiyor. İşte bu noktada hemen herkesin aklına şu soru takılıyor: Böbrek yetmezliğine hangi faktörler yol açıyor? En önemlisi de bu hastalığın erken tanısı için hangi sıklıkta hangi testi yaptırmalı? Nefroloji Uzmanı Doç. Dr. Ülkem Yakupoğlu, en çok merak edilen bu soruları yanıtladı...

 
 
Böbrek Yetmezliğine Neler Yol Açabiliyor?
 
Böbrek yetmezliğine neden olan pek çok faktör var. Bunlar arasında en sık görülen etkenleri şöyle sıralayabiliriz:
 
1 - Yüksek Tansiyon: Yüksek tansiyon böbrek içindeki incecik damarlarda yapısal bozukluğa ve tıkanıklığa neden oluyor. Bunun sonucunda da böbrek yetmezliği gelişebiliyor. Ancak koldan ölçülen tansiyon bazen normal değerlerde çıkarak kişiyi yanıltabiliyor. Bunun aksine idrardaki protein kaçağı bunu net olarak gösterebiliyor. İdrarda protein oranını gösteren test Türkiye nin her yerinde yapılabiliyor.
 
2 - Diyabet: Tip 2 diyabet de, tıpkı kan basıncı yüksekliğinde olduğu gibi böbrek içindeki incecik damarlarda yapısal bozukluğa ve tıkanıklığı yol açarak böbrek yetmezliğine neden olabiliyor. Özellikle tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de son dönem böbrek yetmezliğinin en sık nedeni olan diyabet hastalığı görülme oranının 2002 de yüzde 7.2 iken, günümüzde yüzde 12 nin üzerine çıkmış olması endişe verici bir durum olarak görülüyor.
 
3 - Fazla Kilolu Olmak: Fazla kilolu olmak böbreğin içinde yer alan kılcal damarlardaki basıncı artırarak idrarda protein kaçağına yol açıyor.
 
4 - 60 Yaşın Üzerinde Olmak: Yaş ilerledikçe vücuttaki tüm damarlar yaşlanıyor. Doğal olarak kılcal damarlardan çok zengin olan böbrekler de bu süreçten çok etkileniyor. Damar sertliği arttıkça, böbreklerin süzme işlevi de yavaşlıyor.
 
5- Tek Böbrekli Doğmak: Tek böbrekli kişiler dikkat ettikleri zaman ömürlerinin sonuna kadar sağlıklı yaşayabilirler. Ancak susuz kalmamaya, aşırı tuz ve bilinçsiz ilaç tüketmemeye daha çok dikkat etmeliler.
 
 
6- Sigara Alışkanlığı: Sigara böbrek içindeki kılcal damarlardaki dolaşımı yavaşlatıyor ve oksijen miktarını azaltıyor. Bir başka deyişle yüksek kan basıncına benzer şekilde damarlar üzerinde olumsuz etki yaratarak böbrek yetmezliği riskini artırıyor.
 
7- Genetik Geçiş: Böbrek hastalıkları genetik geçişli de olabiliyor. Böbreklerde kist oluşumu, idrar kanallarında tıkanıklık, geri kaçak veya böbrek boyutlarının küçük oluşu gibi yapısal değişiklikler ailenin birçok bireyinde gözlenebiliyor. Tekrarlayan böbrek taşları da yine kalıtsal özellik gösterebiliyor.
 
Diğer Risk Faktörleri Neler?
 
Böbrek taşı,
 
Tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonları,
 
Sık ağrı kesici kullanımı,
 
Bağ dokusu hastalıkları.
 
Erken Evrede Yakalanırsa Diyaliz Ve Organ Nakline Gerek Olmayabiliyor
 
 
Aslında böbrek yetmezliğine yol açan faktör düzeltilebilir bir aşamadaysa vücutta bir sorun yaratmadan geri dönebiliyor. Bunun nedeni ise böbreklerin çok idareli organlar olmaları. Böbreklerin süzme kapasiteleri yüzde 60 ın altına düştüğünden itibaren kronik böbrek hastalığı olarak kabul ediliyor. Bu organların tamamen iflas etmeleri için süzme kapasitelerinin yüzde 15 ve altına düşmüş olması gerekiyor. Yüzde 15-60 arasında ise geniş bir dönem var. Hasta bu dönemde düzenli bir nefroloji takibi içinde olursa diyaliz ve organ nakline nakle gerek kalmama şansı yüksek oluyor.
 
Testler Ne Zaman Yapılmalı?
 
 
Böbrek yetmezliğinin ileri aşamalara gelmeden yakalanması büyük önem taşıyor. Bu nedenle 60 yaşın üzerindeki kişilerin bilinen bir hastalıkları olmasa bile böbreklerini kontrol ettirmeleri çok büyük bir önem taşıyor.
 
Tansiyonu 40 yaş altında başlaması halinde nefroloji uzmanına mutlaka muayene olmak gerekiyor, çünkü genç yaşlarda ortaya çıkan tansiyon genellikle böbrek kökenli oluyor.
 
Yüksek risk grubundaki kişilere yapılacak olan tarama testleriyle hastalık erken evrede saptanıyor ve bu sayede ilerlemesi önlenebiliyor. Özellikle 40 yaşından itibaren yılda bir kez idrar ve kan tahlili yaptırmak yararlı oluyor.
 
Alınıt: egedesonsoz.com

Serebral palsi nasıl anlaşılır?

Serebral palsi; henüz gelişimini tamamlamamış beyinde, doğum öncesinde, sırasında ve sonrasında meydana gelen bir durum. Postür ve kas gerilimi bozuklukları ile karakterize bir hastalık olan SP ayrıca konuşma, görme ve işitme bozuklukları gibi çok çeşitli problemlere neden olabiliyor.


Kocaeli Üniversitesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon ABD Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erbil Dursun, serebral palsinin özellikle kas kontrolü ve vücut hareketlerinin kaybıyla karakterize olduğunu belirtiyor.
Serebral palsinin nedenlerini; doğum öncesi nedenler, doğum esnasındaki nedenler ve doğum sonrası nedenler olarak ayıran Prof. Dursun, hastalık etkenleri hakkında şunları söylüyor:

“Erken doğum ve düşük doğum ağırlığı en önemli doğum öncesi nedenler arasında bulunmaktadır Doğum kilosu 1500 gramdan düşük olanlarda normal doğum ağırlıklı olanlara oranla serebral palsi riski 25 kat daha yüksektir. Doğum esnasındaki nedenlere kafa travması veya beynin oksijensiz kalması (asfiksi) örnek gösterilebilir. Ancak yeni yapılan çalışmalarda doğum asfiksisinin pek çok olguda serebral palsiye neden olmadığı bildirilmektedir. Asfiksi beyin bozukluğuna neden olmayıp, beyin bozukluğunun bir göstergesi olarak doğum sırasında gelişebilmektedir. Serebral palsili olguların az bir kısmında bebeğe oksijen sağlayan plasentanın anormalliklerine de rastlanmaktadır. Doğum sonrası nedenler içinde beynin oksijensiz kalması (zehirlenme, boğulma gibi nedenlerle), kafa travması veya beyne zarar veren menenjit gibi enfeksiyonlar örnek gösterilebilir.“

BELİRGİN BELİRTİLER KASLARDA ORTAYA ÇIKIYOR

Hastalıkta en sık görülen belirtiler; spastisite (kasların aşırı kasılması), paralizi (felç), havale, konuşma bozukluğu ve denge bozukluğu olarak sıralanıyor. Prof. Dursun, “Çocuğun normal gelişiminde önemli dönüm noktaları oyuncaklara uzanma (3-4 aylıkken), oturma (6-7 aylıkken) veya yürüme (10-14 aylıkken) gibi motor fonksiyonlardır. Çocuğun yaşına göre bu hareketler normal bir gelişim göstermezse aile serebral palsiden şüphelenmelidir” diyor.

Çocukluk çağının en sık görülen nöromusküler (kas ve sinir) hastalığı olan SP, yaklaşık her 2000 çocuktan 5’ini etkiliyor. Prematür doğumların ise yüzde 15’ini etkiliyor.

SEREBRAL PALSİNİN ÇARESİ VAR MI?

Prof. Dursun’a göre, serebral palsi, tedavi ile tamamen iyileşemez ancak belirtileri hafifletilebilir. Tedavinin konunun uzmanı, tecrübeli bir ekip tarafından yapılması büyük önem taşıyor. “Aksi durumda tedavilerden bir yarar sağlanamayabilir. Aşağıda belirtilen ve özellikle serebral palsi ile uğraşan uzmanlardan yardım almak gerekir” diye konuşan Kocaeli Üniversitesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon ABD Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erbil Dursun, serebral palsi tedavisinde dikkat edilmesi gereken noktalar hakkında şu bilgileri veriyor:

Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon hekimi (fiziyatrist): Kas-iskelet sistemini ilgilendiren problemlerin çözümü, kas gerilimlerinin tedavisi, hareket bozukluklarının tedavisi, takibi ve desteklenmesi, yürümenin tedavisi ve takibi gibi konularla ilgili çalışmalar yapar.

• Ortopedist: Gerektiğinde serebral palsili çocuğun operasyonunu yaparak hareket tedavisi ve gelişimine katkıda bulunur. Ancak cerrahi girişim kararı çok titizlikle ve ekip elemanlarının ortak kararı ile alınmalıdır.

• Fizyoterapist: Hareket bozukluklarını düzeltmek için çeşitli egzersiz programlarını düzenler.

İş uğraşı terapisti: Günlük yaşamda, okulda veya işte serebral palsililerin daha bağımsız olmaları için çalışır.

Konuşma terapisti: İletişim problemlerinin terapilerinde rol alır.

Sosyal hizmet uzmanı: Ailenin özürlülere ait toplumsal kaynaklara erişimine yardımcı olur.

Psikolog: Serebral palsi stresiyle baş etmede hasta ve yakınlarına yardımcı olur.

SEREBRAL PALSİ NASIL TEDAVİ EDİLİR?

Mevcut tedaviler ile hastalığın neden olduğu bulgular hafifletilebilir, çocuğun bağımsızlık düzeyi arttırılabilir, bakımı kolaylaştırılabilir. Her çocuk için tedavi hedefleri farklı olup tedavi seçenekleri de farklıdır. Hastalıkta uygulanacak birçok tedavi yöntemi mevcuttur. Önemli olan, çocuğa o dönemde en uygun ve gerekli olan tedavi seçeneklerinin doğru şekilde uygulanmasıdır. SP için çeşitli ilaç tedavileri verilebilir, egzersiz ve fizyoterapi yöntemleri, iş ve uğraşı tedavisi, ortez uygulamaları yapılabilir. Botulinum toksin tip A uygulamaları tedavide merkezi bir öneme sahiptir. Ancak botulinum toksin tip uygulamaları, çok detaylı postür/yürüme analizlerinden sonra doğru kaslara tecrübeli hekimlerce yapılmalıdır. Aksi takdirde bu uygulamalar çocuğa yararlı olmayabilir. Ayrıca aktivite temelli tedaviler, vücut ağırlığı destekli yürüme bandı eğitimi, hippoterapi (atla terapi), transkraniyal elektrik tedavisi, nörofeedback (nörogeribildirim), seri alçılamalar, kinezyo-bantlama gibi yeni tedavi yöntemleri mevcuttur. Çocuğa hangi tedavilerin uygulanacağına titizlikle karar verilmelidir.”

Alıntı:ntvmsnbc.com

24 Şubat 2012 Cuma

Taşra teşkilatı kanunu ile ilgili son gelişmeler

Bu bilgiler teyit edilerek yayınlanmaktadır.Bugün itibariyle personel dağılım komisyonları çalışmalarını tamamladı ve listeleri oluşturdu.İl sağlık müd. veya halk sağlığı müd. , hastanelere devredilecek personeller şekillendi.Listeler il sağlık müd ve il halk sağ. müd'ne sunulacak.Halk sağ. müd ve diğer yeni kadrolara atamalar , gelecek hafta şekillenecek.13 marta kadar il müdürlükleri personel listelerini 02.02.2012 tarihli yazıya uygun olarak onaylayacak ve listeleri Sağlık Bakanlığı'na gönderecek.15 martta maaşlar bağlı bulunulan kurumlarca ödenecek.19 martta Sağlık Bakanlığı Personel Müd. gerekli atama ve kadro işlemlerini tamamlayacak.Bu tarihten sonra her il için boş kalan kadrolara il içi atama açılacak...

22 Şubat 2012 Çarşamba

Bebek cildi ile ilgili doğrular

BEBEK CİLDİ YETİŞKİN CİLDİ GİBİ BAKIM GÖREBİLİR, EKSTRA KORUMAYA GEREK YOKTUR - YANLIŞ

Bebekler  eşsizdir, büyüklerin küçük modeli değildir. Yetişkinlere göre bebek cildinin, yapısal, oluşumsal ve işlevsel farklılıkları vardır.  Bebeğin cildi yetişkin cildine göre daha az nemlendirici faktör içerir, yani daha az melanin vardır.    Suyu çok çabuk emer ancak çok da çabuk su yani nem kaybeder. Yetişkin ve bebek cildinin yüzeyleri de farklıdır, bebek cildi daha incedir. Bu nedenle, bebek cilt bariyeri daha hassas ve incedir; çok kolay bariyer özelliğini yitirip, alerjenleri daha kolay cilt altına geçebilir.  Tüm bu sebeplerle bebek cildinin özenle korunması gerekir.

BEBEĞİN TEMİZLİĞİ İÇİN SU YETERLİDİR –YANLIŞ

Su tek başına etkili bir temizleyici olamaz. Özellikle bebek bezi bölgesinde zararlı bakterleri temizlemek için su yetersiz kalır.  Ayrıca, bebek temizliğinde sadece su kullanımının bebek cildine olumsuz etkisi de olabilir.  Çünkü, yalnızca su kullanımı bebek cildini kısa süreli yaklaşık 30 sn kadar nemlendirir, ardından kurutur.  Sağlıklı bir bebek cildinin pH seviyesi 5,5’tir, ancak suyun pH değeri 7,5 olduğundan su tek başına bebek cildinin pH seviyesini yükseltir ve bebeğin cilt bariyerinin bozulmasına neden olur.

TÜM TEMİZLEME ÜRÜNLERİ BEBEK CİLDİNE ZARARLIDIR. – YANLIŞ

Sağlıklı bebek cildinin pH’sı 5,5 olmalıdır. Ancak bazı sabun ve temizleyiciler cildin pH’sını 9-10’a yükseltebilir, cilt hasar görür. Gen ve çevre bileşimi ile cildi koruyan tabaka kırılır ve enflamasyona açık hale gelir.  Bu nedenle bebeğinize uygun temizliyiciyi seçerken bebek cildinin pH’sına uygun  doğru ürünler tercih edilmelidir. Cildi temizlerken nemlendiren bebek ürünlerini kullanmak en iyisidir.

BEBEK ÜRÜNLERİNDEKİ KORUYUCU MADDELER SAĞLIK AÇISINDAN RİSKLİDİR. – YANLIŞ

Güvenle formüle edilen bebek ürünlerinin içine bozulmalarını engellemek, bu ürünleri zararlı bakteri oluşumundan korumak için koruyucu (prezervatif) maddeler konur. İçinde kimyasal koruyucu madde olmayan organik ürünlerin, başta bebek cildi olmak üzere tüm ciltler için iyi olduğu iddia edilmektedir.  Oysa bu koruyucu maddelerin eklenmemesi, organik ürünlerin bozularak bakteri üretmesine ve  bebeğe sürüldüğünde bebek cildine zarar vermesine neden olur.

ZEYTİNYAĞI BEBEK MASAJINDA KULLANILACAK EN İYİ YAĞDIR. – YANLIŞ

Bazı bitkisel yağlar yüksek düzeyde asidik oldukları için cilt bariyerine hasar verebilirler. Anneler tarafından çok tercih edilen zeytinyağı yüksek düzeyde oleik asit içerir. Bu cilt bariyerinin ikiye ayrılmasına neden olur.  Genetik dizpozisyon, egzama gibi cilt bariyeri incelmiş bebeklerde zeytinyağı kullanımı bebeğin cildine zarar verir.  Bu nedenle bebek cilt bakımında bebek cildi için geliştirilmiş mineral bebek yağları tercih edilmelidir.

İngiltere Shiffield Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji ve Biyomedikal Bölümü Başkanı Prof. Micheal Cork

Alıntı : ebebek.com

Emzirme döneminde dikkat edilmesi gerekenler

Emzirme döneminde ortaya çıkan sorunlardan biri ağrılı meme başıdır. Ağrılı meme başının daha ileri şekli meme başı çatlağıdır; emziren annelerin çoğunun yaşadığı ağrılı bir durumdur. Emzirmenin başlangıcında ve sıklıkla da doğumdan sonraki ikinci veya üçüncü günde görülür. Meme başında çatlak oluşmasının nedeni hatalı emzirme tekniğine bağlı olarak bebeğin hatalı pozisyonda tutulması ve dolayısıyla memeyi hatalı emmesidir. Emzirme sırasında meme ucundaki kahverengi bölge mümkün olduğunca bebeğin ağzının içinde olmalıdır. En sık yapılan hata sadece meme başının bebeğin ağzına yerleştirilmesidir. Bu pozisyonda emzirme yapılması ile önce ağrılı meme başı dediğimiz durum ortaya çıkar. Hatalı emzirmenin devamında ise meme başı çatlakları meydana gelir. Bazen tüm önlemlere ya da uygun yaklaşımlara rağmen meme başında çatlak oluşur, uzun süre iyileşmez.

Uzun süren meme başı çatlaklarının en önemli nedeni mantar enfeksiyonu olup bebeğin ağzında ortaya çıkan pamukçuk ya da bebek bezi pişiği ile bağlantılıdır. Bu durumda en uygun yaklaşım bebekteki pamukçuk ve pişiğin tedavi edilmesi, meme başlarının karbonatlı su ile temizlenmesidir. Mantara yönelik ilaç tedavisi uygulamak da gerekebilir. Meme başı çatlaklarının tedavi edilmesi, hem emzirme sırasında annenin çektiği acıyı azaltılır ve bebek için elzem olan anne sütü ile beslenmeyi sağlar, hem de bu çatlaklardan memeye mikropların girip iltihap geliştirmesine mani olur. Emziren kadında, tedavi edilmemiş süt kanalı tıkanıklığı veya memelerde süt birikmesi sonucu mastit (meme iltihabı) ortaya çıkar. Meme iltihabı olan annelerin memeleri şiş, kızarık ve ağrılıdır. Annede ateş, üşüme, titreme ve halsizlik olabilir. Annenin mutlaka göğüslerini boşaltması gerekir. Mastiti olan anne bebeğini emzirebilir. Memelerin boşaltılması memede apse gelişmesini önler.
Emzirmeyen anneye önerileriniz neler olur?
Herhangi bir tıbbi engel yoksa tüm anneler bebeklerini emzirmelidir. Emzirmek anne ve bebek arasında duygusal bir bağ kurulmasını sağlar. Her anne bu güzel duyguyu tatmalıdır. Ancak bazı tıbbi nedenlerden dolayı emzirme yapılamaz. Hazır mamalarla beslenme şekline “doğal olmayan beslenme” denir. İlk altı ay anne sütü ya da hazır mamalarla beslenen bebeklere su vermeye gerek yoktur. Hazır mama kullanan ailelere, hep aynı mamayı kullanmamalarını ve farklı mamaları dönüşümlü kullanmalarını öneriyoruz. Mama seçiminde, bilinen ve güvenilir bir firmanın ürünü olmasına, içeriğinin kutusunun üzerinde ayrıntılı olarak yazılı bulunmasına, anne sütünden daha şekerli ve vanilya tadında olmamasına ve yan etkilerinin belirtilmesine dikkat edilmesi gerekir. Hazır mama ile beslenen bebeklerde hastalık riski daha yüksektir ve mamaların hijyen kurallarına göre hazırlanması büyük önem taşır. Mutlaka kaynamış temiz su kullanılmalı, aynı su birkaç kez kaynatılıp öyle verilmemeli, öğün sonrası kalan mama tekrar kullanılmadan atılmalı, biberon temizliği güzel yapılmalıdır. Mamalar kutuların üstünde yazan ölçülere göre hazırlanmalıdır. Mama hazırlandıktan sonra soğutulması gerekiyorsa akan su altında ya da benmari usulü soğutulmalıdır. Mikrodalga fırın kullanılmamalıdır. Tabii ki mama hazırlama işleminden önce eller iyice yıkanmalıdır.
Emzirirken önem verilmesi gereken noktalar nelerdir?
Öncelikle anne ve bebeğin birbirine alışabilmesi için zaman gerekir. Birkaç gün alır. Sonrasında emzirme işlemi son derece keyifli bir hal alacaktır. Emzirirken dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, annenin doğru teknikle ve sık sık emzirmesi, memelerin boşaltılması ve annenin kendine güvenmesidir. Meme ucunun herhangi bir madde ile silinmesi ya da temizlenmesi gereksizdir. Temizlemeye yönelik yapılan işlemler hem meme başı çatlağı oluşumuna hem de her annenin kendi memesinde oluşan ve bebeğinin koklayarak memeyi bulmasını sağlayan maddelerin ortadan kalkmasına neden olur. Bu nedenlerle en uygun işlem, emzirme sonrası bebeğin memeyi kendiliğinden bırakmasını beklemek, bebek bırakmıyorsa bebeği memeden yavaşça ayırmak ve ardından meme başına anne sütü sürmektir. Emzirilen bebeğe özellikle ilk dört hafta kesinlikle emzik ya da biberon verilmemelidir. Anne sütü ile beslenen bir bebeğe ilk altı ay su dahil anne sütünden başka hiçbir gıda verilmemelidir. Emziren anne bol bol istirahat etmeli, uyumalı, uyumasa bile bebeğini yanına alıp yatarak dinlenmelidir. Ilık su ile duş almak rahatlatıcıdır. Emzirme döneminde annetükettiği gıdalara dikkat etmelidir. Neyi yiyip neyi içeceği tamamen anneye bırakılmalıdır; süt yapan özel bir gıda yoktur. Süt yapan faktör doğru teknikle ve sık emzirmedir.
Lohusalık döneminde nelere dikkat etmek gerekir?
Günümüzde kadınlar gebelik, doğum ve lohusalıklarını son derece doğal süreçlermiş gibi geçirmektedirler. Oysa gebelik, doğum ve emzirme doğaüstü olaylardır. Bu nedenle de kadınlar hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına devam etmemelidirler. Yaklaşık kırk gün süren lohusalık döneminde, eskilerin yaptığı gibi anne dinlenmeli, yatmalı, uyumalı ve bebeğine bakmalıdır. Bu dönemdeyorulmaması ve tüm enerjisini bebeğine vermesi lazım. Ailenin diğer bireylerinin de anneye yardımcı olması gerekir. Lohusa çok hassastır; çabuk alınır, çabuk ağlar. Bu durum normal karşılanmalı, anneye destek olunmalı, cesaretlendirilmelidir. Lohusalıkta her on anneden sekizinde “annelik hüznü” denilen durum görülür. Duygularında sık sık değişiklik yaşar. Mutluyken bu durum sonsuza kadar böyle sürecekmiş gibi gelir, ancak birkaç dakika sonra anne üzüntülü ve endişeli bir ruh halinde olabilir. Bu duygusal dalgalanmalar son derece normaldir ve doğumdan birkaç hafta sonra geçer. Her on anneden birinde ise doğum sonrası depresyon denilen durum ortaya çıkar. Doğum sonrası depresyon ciddi bir durum olup tedavi gerektirir.
Çalışan anne nelere dikkat etmeli?
Öncelikle yasanın kendisine tanıdığı hakları iyi bilmeli. Ücretli doğum izni doğumdan önce ve sonra sekizer haftadır. Doktor raporu ile beklenen doğum tarihinden üç hafta öncesine kadar çalışabilir. On iki ay ücretsiz izin kullanma hakkı vardır. Doğum sonrası izni biter bitmez çalışmak isteyen annenin, bebeği bir yaşına gelene kadar günde bir buçuk saat süt izni kullanma hakkı bulunur. Çalışan anne bebeğinden ayrı kaldığı dönemde sütünü sağıp saklayabilir. Süt sağma işi elle, el pompası ya da elektrikli pompa ile yapılabilir. Çalışan anne geceleri bebeğini emzirmeyi ihmal etmemeli, gerekirse aynı odayı paylaşmalıdır.
Bebeğe hem anne sütü hem de mama vermek doğru mudur?
Anne sütü ile beslenme doğal beslenmedir. Dünya Sağlık Örgütü’nün önerisi, ilk altı ay anne sütü ile beslenme yapılması, altıncı aydan sonra uygun ek gıdalara geçilerek emzirmenin en az iki yaşına kadar devam ettirilmesi yönündedir. Anne sütü ile beslenen bebeklerin su dahil başka bir gıdaya ihtiyacı yoktur. Eğer çocuğunuzun doktoru tarafından hazır mama önerilmiyorsa, kesinlikle kullanmayın ve çocuğunuzu anne sütünden mahrum bırakmayın. Hazır mamalar sıklıkla inek sütünden elde edilir. Dolayısıyla anne sütü ile mukayese bile edilemez. Ne de olsa her canlının sütü kendi yavrusu içindir.
Alınıt : ebebek.com

Ruslar karaciğer sirozunu ilaçla tedavi edecek

Rusya Tıp Akadmisinin Sibirya Şubesi Eczacılık Enstitüsü   görevlileri olan bilimciler,  karaciğer sirozunun tedavisinde kullanılacak ilacı   geliştirmek için çalışıyor. İlaç, Tomsk ve Novosibirsk bilimcilerinin oluşturdukları  bileşik   esas edinilerek  geliştiriliyor.

Karaciğer sirozunun tedavi edilmez bir hastalık olduğu sayılıyordu.  Rus bilimciler insanlara umudu verdi .10 yıllık araştırmalar sonucunda  karaciğerin ve  işlevinin bozulmasını durdurmaktan başka, hücrelerinin yenilenmesini sağlayan  bir madde geliştirildi. Rusya Tıp Akademisi Sibirya Şubesi Eczacılık Enstitüsü görevlisi olan tıp doktoru Gleb Züzkov,geliştirilmiş maddenin etkinliği incelendikten başka  toksik olup olmadığı yoklandı, dedi ve şöyle konuştu:
                                       
Hayvanlar üzerindeki denemelerin gösterdiği gibi,  geliştirilmiş madde  ilk aşamada olan siroz dahil  süregen akciğer  hasalıklarını   tedavide  olumlu sonuçları verir. Bir de  protein kökenli enzim olduğu halde  toksik  etkileri  olmadığı da  belirlendi.

Nanoteknolojinin uygulanması sonucunda maddeye  karaciğer dokusunun yenilenmesine  hizmet eden nitelikler   kazandırıldı. Maddenin etki mekanizması, hasta  karaciğer dokularının yenilenmesini sağlayan kök hürcelerin  işlevini   uyarlamaya dayalıdır. Gleb Züzkov bu konuya değinerek  şunları söyledi:

Böyle maddelerin  benzerleri,hatta  ilacın geliştirilmesi  için kullanılabilecek maddeler  günümüzde yok.  Tıp literatüründe de hücrelerin yenilenmesini teşvik edecek  yetkileri olan maddelere dair bilgi verilmiyor.
Geliştirilmiş maddenin  ilk denemeleri yapılıyor,sonradan  kliniklerde etkilerinin denemeleri yapılacak . Piyasa çıkarılmadan önce ilaç olarak resmen kaydını yapmak gerekecek. Bütün bu çalışmalar  yaklaşık olarak 5 yıl alacak. Ama  asıl önemli olan,elde edilmiş sonuçların  karaciğer sirozunun tedavi edilebileceği umudunu doğurmasıdır.

Alıntı: Rusyanın sesi

Baş ağrısı neye işaret olabilir?

Hayatında hiç baş ağrısı çekmemiş insan bulmak oldukça zor. Kadınların yüzde 95'i erkeklerin ise yüzde 90'ı yılda en az bir kez baş ağrısı çekiyor. Toplumlarda görülme oranı değişmekle birlikte, yüzde 30-40 ile en sık gerilim tipi baş ağrısı, 2. sıklıkta ise ortalama her 4-5 kişiden birini etkileyen migren görülüyor. Duygusal stres, uzun süre stres içinde çalışmak, düzensiz beslenmek ve uykusuzluk gibi yaşam alışkanlıklarından etkilenen baş ağrıları günlük yaşamı olumsuz etkilese de tehlikeli olmuyor. Ancak bazı tip baş ağrıları var ki beyin tümörü, beyin kanaması veya anevrizma gibi yaşamı tehdit eden ciddi hastalıkların ilk, bazen de tek belirtisi olabiliyor. Nöroloji Uzmanı Dr. Beyza Çitçi Yalçınkaya, asla atlanmaması gereken 9 baş ağrısı sinyalini anlattı.

BAŞ AĞRISINDA BU SİNYALLER İHMALE GELMEZ!

Dr. Beyza Çiftçi Yalçınkaya, aşağıdaki baş ağrıları sinyallerinin yaşamı tehdit eden hastalıkların habercisi olabileceği için bu durumlarda zaman kaybetmeden bir nöroloji uzmanına başvurulması gerektiği uyarısında bulundu. İşte o sinyaller: 

1. Çok şiddetli ve ani başlayan baş ağrıları: Kişi hayatında ilk kez, çok şiddetli ve yaklaşık 1 dakika içinde en yüksek şiddetine ulaşan baş ağrısı tarif ediyorsa subaraknoid kanamadan şüphe ediliyor. Subaraknoid kanama, beyin damar duvarlarındaki anomaliden kaynaklanan balonlaşma şeklinde tarif edilebilecek anevrizmaların yırtılması nedeniyle oluşuyor. Baş ağrısı bazı hastalar tarafından ''başımın içinde bir şey patladı'' şeklinde de ifade ediliyor. Yakınması olmayan hastada ani ve şiddetli baş ağrısı ile birlikte bilinç değişiklikleri, uyku hali, bulantı, kusma, ışık hassasiyeti, epilepsi (sara) nöbetleri gözlenebiliyor. Hastaların yaklaşık dörtte biri ilk 24 saat içinde kaybedilebiliyor. Bu nedenle hastanın acil olarak hastaneye ulaştırılması gerekiyor. 


2. Giderek şiddetlenen ve geçmeyen baş ağrısı: Baş ağrısı altta yatan tehlikeli bir hastalık olmaksızın da sık görülmesine rağmen, eğer ağrı gittikçe artıyorsa mutlaka önemsenmeli. Sigara içen ve doğum kontrol hapı kullanan genç bir kadında gittikçe şiddeti artan baş ağrısı, beyin venlerinde pıhtılaşma sonucu oluşan serebral sinüs trombozu gibi hızla tedaviye başlanması gereken bir hastalığın işareti olabiliyor. 

3. Hapşırmak, ıkınmak, cinsel aktivite veya efor ile ortaya çıkan baş ağrısı: Egzersiz, hapşırmak veya ıkınmak gibi kafa içi basıncının artması nedeniyle baş ağrısı oluşması, kafa içinde yer kaplayan bir oluşum düşündürüyor. Beyin tümörleri, anevrizmalar bu tip baş ağrısına neden olabileceği gibi, genç-orta yaş şişman kadınlarda daha sık gözlenen, beyin omurilik sıvısının basıncının artmasının neden olduğu psödotümör serebri gibi hastalıklar da buna neden olabiliyor. 

4. Kafa travması sonrası ortaya çıkan baş ağrısı: Özellikle trafik kazaları gibi şiddetli kafa travmalarından sonra kafa kemiklerinde kırıklar, beyin dokusunda ya da beyin zarları arasında kanamalar oluşabiliyor. Daha az sıklıkta beyin zarları arasında sızıntı şeklindeki kanamalar başlangıçta bulgu vermeyip travmadan günler, hatta aylar sonra baş ağrısı ve denge bozukluğu gibi bulgularla ortaya çıkabiliyor.

5. Kol ve bacakta uyuşma, güçsüzlük, görme bozukluğu, konuşma güçlüğü gibi nörolojik semptomların eşlik ettiği baş ağrısı: Baş ağrısı ile bu nörolojik işaretlerin görülmesi beyin dokusunda sorun olduğunu bildiriyor. Yukarıdaki hastalıklara ek olarak örneğin inme hastalarının yüzde 10'unda inme öncesinde baş ağrısı görülebiliyor. 


6. Tedaviye rağmen düzelmeyen baş ağrıları: Kafa içinde yer kaplayan lezyonlar, tümör, kafa içi basınç artışı, merkezi sinir sistemi enfeksiyonları gibi beyinde yapısal olarak değişiklik, iritasyon yapan pek çok hastalık dirençli baş ağrısı şeklinde görülebiliyor.

7. Baş ağrısının hep aynı bölgede olması: O bölgede yer kaplayan lezyon sonucu ortaya çıkabiliyor.

8. Yüksek ateş, uyku hali, kafa karışıklığı veya vücut döküntüsünün eşlik etmesi: Menenjit beyni çevreleyen zarların, ensefalit ise beyin dokusunun enfeksiyon etkenleri ile oluşan iltihabi hastalığıdır. Bu hastaların hemen tamamında giderek şiddeti artan baş ağrısı görülüyor. Baş ağrısı ile birlikte yüksek ateş, halsizlik, uyku hali olması mutlaka beynin enfeksiyondan etkilendiğini akla getirmeli. Merkezi sinir sistemi enfeksiyonları da ölümcül olabilen ya da sakatlığa yol açabilen hastalıkları oluşturuyor. 

9. İleri yaşta yeni başlayan baş ağrıları: Temporal arterit, 50 yaş üstü bireyleri etkileyen tehlikeli bir hastalık. Orta veya şiddetli, gittikçe artan baş ağrısına, halsizlik, eklem ağrıları, görmede azalma, çiğnerken yorulma gibi semptomlar eşlik edebiliyor. Erken tedavi edilmemesi kalıcı görme kaybına ve beyin hasarına yol açabiliyor. Yine ileri yaşlarda ortaya çıkan baş ağrıları beyin damar hastalıkları ve beyin tümörlerini akla getirmeli. 

GELİŞİGÜZEL ALINAN İLAÇLAR HASTALIĞI ŞİDDETLENDİREBİLİR

Tehlikeli hastalıkların ortaya çıkardığı baş ağrıları, ağrı kesicilere pek fazla yanıt vermiyor. Yine de bazı ağrılarda geçici düzelme ya da ağrı şiddetinde azalma sağlayarak kişinin doktora başvurmasını, dolayısıyla tanı ve tedavisini bir miktar geciktirebiliyor. Bir diğer önemli tehlike ise beyin kanamalarında, örneğin bazı kanı sulandırıcı etkiye sahip ilaçların kanamayı şiddetlendirmesi. Dolayısıyla bu tür baş ağrılarında kişilerin kendilerince çözüm arayışına girmek yerine bir an önce doktora başvurmaları gerekiyor. Günümüzdeki modern teknolojik cihazlar sayesinde baş ağrısına yol açan nedenler kolaylıkla tespit edilebiliyor. 

Alıntı : ntvmsnbc.com

Yabancı doktora giriş serbest...

Yabancı sağlık meslek mensuplarının Türkiye'de özel sağlık kuruluşlarında çalışma usul ve esaslarına dair yönetmelik, Resmi Gazete'nin bugünkü sayısında yayımlandı.

Yönetmelik, diş hekimi, eczacı, ebe ve hasta bakıcılar hariç özel sağlık kuruluşlarında çalışacak tüm yabancı sağlık meslek mensuplarını kapsıyor. 

Türkiye'deki sağlık örgütlerinin ağırlıklı olarak tepkili olduğu düzenlemenin açıklanan yönetmeliğine göre, yabancı hekimler için gereken koşullar şöyle: 

— Diploma ve/veya uzmanlık belgelerinin denkliğinin onaylanmış ve Bakanlıkça tescillerinin yapılmış olması.
— Mesleğini icra etmesine kanunen engel hali bulunmaması.
— Üniversitelerin Türkçe Öğretimi Uygulama ve Araştırma Merkezleri tarafından yapılan Türkçe dil sınavında Avrupa Dil Portfolyosu kriterlerine göre (B) veya üzeri seviyede başarılı olunması.
— İlgili mevzuata göre Türkiye'de çalışma ve ikamet izni alınması.
— Hekimler için zorunlu mesleki mali sorumluluk sigortası.

Alınıt : ntvmsnbc.com

8 Şubat 2012 Çarşamba

Sağlık Bakanlığı taşra teşkilatının yeniden yapılandırılmasına ilişkin genelge yayınlandı

BAKANLIK TAŞRA TEŞKİLATI YAPILANDIRMASI İÇİN DÜĞMEYE BASTI.


T.C.
SAĞLIK BAKANLIĞI
Müsteşarlık

SAYI  : B.10.0.MUS.00.00.00.0/22                                                          Tarih:2/2/2012

KONU: Taşra teşkilatının yeniden yapılandırılması, personel, taşınır ve taşınmazların tahsisi ve devri

 
……………………. VALİLİĞİNE
(İl Sağlık Müdürlüğü)

663 sayılı Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname 2/11/2011 tarihli ve 28103 (Mükerrer) sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiş ve Bakanlık Teşkilatı Sağlık Bakanlığı, Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu, Türkiye Halk Sağlığı Kurumu, Türkiye İlaç ve Tıbbî Cihaz Kurumu ve Türkiye Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü şeklinde yeniden yapılandırılmıştır.

Mezkûr Kanun Hükmünde Kararname ile öngörülenyapılandırma ve değişim, bir değişim yönetimi programı çerçevesinde yürütülmektedir. Değişim yönetimi, değişikliğin tanımlandığı, yönlendirildiği ve uygulamaya geçirildiği bir sistemdir. Planlı ve sistematik bir değişim yönetimi, değişimin başarısını ortaya koymaktadır. Bakanlığımızın değişimini ve yeni yapıya dönüşümünü teminen “Sağlık Bakanlığı Değişim Yönetimi Programı” hazırlanmış ve bu program 28.12.2011 tarihinde Bakanlık Makamınca kabul edilmiştir.
Söz konusu Programda değişimi yönetmek üzere, Değişim Yönetimi Kurulu ve Değişim Yönetimi Genel Koordinatöründen oluşan “Sağlık Bakanlığı Değişim Yönetimi Organizasyonu”teşkil edilmiş ve kurumsal çalışmalarının Değişim Yönetimi Genel Koordinatörününkoordinasyonunda “çalışma grupları” tarafından yapılması öngörülmüştür.

Kanun Hükmünde Kararnamede taşra teşkilatı da, Bakanlık ve bağlı kuruluşlarına göre yeniden yapılandırılmıştır. Bu yapılandırmada İl ve İlçe Sağlık Müdürlükleri ile Sağlık Grup Başkanlıkları Bakanlığın; Kamu Hastane Birlikleri, Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumunun; Halk Sağlığı Müdürlükleri ise, Türkiye Halk Sağlığı Kurumunun taşra yönetim teşkilatı olarak belirlenmiş ve bunlara bağlı hizmet birimleri öngörülmüştür.
Ayrıca Kanun Hükmünde Kararnamenin Geçici 10 uncu maddesinde,  personel, taşınır ve taşınmaz mal, taşıt ve sair araç ve gereçlerin devri, nakli, tahsisi ve benzeri iş ve işlemlerini yürütmek üzere, Bakanlık merkezinde müsteşar yardımcısı başkanlığında en az beş kişiden oluşan devir komisyonunun oluşturulacağı yönünde düzenleme yapılmış ve bu kapsamda Bakanlık merkezinde Müsteşar Yardımcısı Doç. Dr. Turan BUZGAN başkanlığında  “Devir Komisyonu” teşkil edilmiştir. İl teşkilatında da personel, taşınır ve taşınmazlarının devir ve tahsis işlemlerini gerçekleştirmeye yönelik çalışmalar yapmak üzere komisyonlar ve çalışma gruplarının oluşturulması gerekmektedir.

Yeniden yapılandırmaya yönelik olarak taşrada bazı taşınır ve taşınmazların devri ve tahsisi mezkûr Kanun Hükmünde Kararname hükmü ile yapılmış olup, Geçici 8 inci maddede, Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığına ait taşınırlar ile bu Başkanlığın kullanımındaki taşınmazların Türkiye Halk Sağlığı Kurumuna devir ve tahsisinin yapılmış sayıldığı hükme bağlanmıştır. Aynı maddede, Bakanlığın kullanımındaki taşınırlardan ihtiyaç fazlası hâline gelenlerin Bakanlık tarafından oluşturulacak komisyonlar ve belirlenecek usûl ve esaslar çerçevesinde ihtiyaçlarına göre bağlı kuruluşlara bedelsiz olarak devredileceği belirtilmiştir.

Bu kapsamda,
1- Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığına ait taşınırlar ile bu Başkanlığın kullanımındaki taşınmazların Türkiye Halk Sağlığı Kurumuna devir ve tahsisi Kanun Hükmünde Kararname ile yapılmış sayıldığından, ildeki Hıfzıssıhha Enstitüsü Müdürlüklerine ait taşınır ve taşınmazların ve bünyelerindekurulan döner sermayeli işletmelerinin tüm aktif ve pasifleriyle birlikte Halk Sağlığı Müdürlüğüne devir ve tahsisinin ifasını,

2- Bakanlığın taşra hizmet birimlerinden;
A)    1- Hastaneler (diş hastaneleri dahil)
2-      Ağız ve diş sağlığı merkezleri,
3-      Diş tedavi ve protez merkezleri,
4-      Semt poliklinikleri,
5-      Amatem, Endotem, Otizm Mükemmeliyet Merkezi gibi özel tanı ve ileri tedavi merkezlerinin Kamu Hastane Birliklerine;
B)    1- Hıfzıssıhha Enstitüsü Müdürlükleri,
2- Halk Sağlığı Laboratuvarları,
3- E-II ve E-III grubu İlçe Devlet Hastaneleri
4- Toplum Sağlığı Merkezleri,
5-      AÇSAP Merkezleri (gençlik danışma, evlilik danışma merkezleri gibi
üniteleriyle birlikte),
6- Verem Savaş Dispanserleri,
7-      Sıtma Savaş Dispanserleri,
8-       Ruh Sağlığı Dispanserleri,
9-      Deri ve Zührevi Hastalıklar Dispanserleri,
10-  Trahom Savaş Merkezleri/Dispanserleri,
11- Sıtma ve Tropikal Hastalıklar Eğitim ve Araştırma Merkezleri,
12- Kanser Erken Teşhis ve Tarama Merkezleri,
13-  Kanser Kayıt Merkezleri,
14- Sağlık Evleri,
15- Sağlık Merkezleri,
16- Hemoglobinopati Tanı Merkezleri
17- Aile Sağlığı Merkezleri,
18- Aile Hekimliği Birimlerinin Halk Sağlığı Müdürlüklerine;
C)    1- Şube müdürlükleri (Halk Sağlığı Müdürlüğüne devredilecekler hariç),
2-      Acil Sağlık Hizmetleri Başhekimliği,
3-      Uluslararası Tıp ve Kongre Merkezleri,
4-      Afetlerde Sağlık Hizmetleri Birimleri,
5-      112 İstasyonlarının İl Sağlık Müdürlüklerine;
Kullandıkları taşınmazlar, taşınır ve personeli ile birlikte tahsisini ve devrini,

3- Kanser Erken Teşhis ve Tarama Merkezleri, Çocuk İzlem Merkezleri ve Hasta Hakları Birimleri gibi, bir kurumun (örneğin Devlet Hastanesinin)  hizmet birimi içerisinde faaliyet gösteren birimlere, hizmet verdikleri alanların tahsisinin yapılmasını,

4- 663 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Bakanlık taşra teşkilatı araştırmacı kadrosuna atanmış sayılan personelin talepleri, ihtiyaç ve benzeri hizmet gerekleri ile önceki kadrosunun olduğu yer gözönünde bulundurularak İl ve İlçe Sağlık Müdürlükleri ile Sağlık Grup Başkanlıklarında istihdamını,

5- İl Sağlık Müdürlüklerinin taşınır ve taşınmazlarının, 5 inci maddeye göre İllerde kurulacak komisyonlar marifetiyle İl ve İlçe Sağlık Müdürlüğü, Halk Sağlığı Müdürlüğü ve gereğinde Kamu Hastane Birliklerine devrini, ayrıca personelin 663 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’de belirlenen görevler göz önüne alınarak sözkonusu kurumlar arasında tahsisinin ve devrinin yapılmasını,

6- İllerde teşkil olunacak komisyonlardan;

a)                  Personel Devir Komisyonunun personelden sorumlu il sağlık müdür yardımcısı, birinci basamak sağlık hizmetlerinden sorumlu il sağlık müdür yardımcısı, personel şube müdürü ve il merkezindeki Toplum Sağlığı Merkezi (büyükşehirlerde nüfusu en fazla olan ilçenin) sorumlu tabibi ile İl Sağlık Müdürü tarafından uygun görülecek personelden oluşmasını;

b)                  Taşınır ve Taşınmaz Devir ve Tahsis Komisyonunun idari ve mali işlerden sorumlu il sağlık müdür yardımcısı, birinci basamak sağlık hizmetlerinden sorumlu il sağlık müdür yardımcısı, idari ve mali işler şube müdürü ve il merkezindeki Toplum Sağlığı Merkezi (büyükşehirlerde nüfusu en fazla olan ilçenin) sorumlu tabibi ile İl Sağlık Müdürü tarafından uygun görülecek personelden oluşmasını;

c)      Bu komisyonların İl Sağlık Müdürü koordinasyonunda çalışmasını,

ç)  Devir işlemlerinin Halk Sağlığı Müdürü görevlendirildikten sonra yapılmasını,

7- Personel Devir Komisyonunun çalışması neticesinde, Halk Sağlığı Müdürlüğüne devredilecek personelin listesinin (personelin ismi, unvanı, sicili ve benzeri bilgileri ile) CD ortamında Bakanlığa bildirilmesini,

8- Taşınır ve taşınmaz tahsisi ile personel devir işlemlerinin 24/02/2012 gününe kadar gerçekleştirilmesini,

9- Devir işlemleri sonucunda kadrosunun bulunduğu kurumun dışında başka bir kuruma ait birimde (aynı bağlı kuruluş taşra teşkilatı veya Bakanlık bünyesinde kalan birimler arasındaki geçici görevlendirmeler hariç) geçici görevli çalışan personelin 15/05/2012 tarihinde kadar geçici görevlendirmelerinin devamının sağlanmasını, bu süre içerisinde hizmet gerekleri (kadro fazlalığı, ihtiyaç gibi kıstaslar) çerçevesinde yapılan değerlendirmeye bağlı olarak İl Sağlık Müdürü ve Halk Sağlığı Müdürünün birlikte uygun görüşünü içeren nakil tekliflerinin liste halinde (personelin ismi, unvanı, sicili ve benzeri bilgileri ile) CD ortamında Bakanlığa bildirilmesini,
10- 15/05/2012 tarihinden itibaren personelin Bakanlık ve bağlı kuruluşlar arasındaki nakil işlemleri 657 sayılı Kanunun 74 üncü maddesi çerçevesinde kurumlar arası nakil usulüne tabi olacağından, bu tarihe kadar bütün personel nakil ve devir işlemlerinin gerçekleştirilmesine yönelik işlemlerini yapılmasını,

11- Devredilen personelin özlük dosyasının da yeni kurumuna gönderilmesini,

12- Değişim ve yeniden yapılandırma sürecinde, 663 sayılı KHK’nın 35 inci maddesinin dördüncü fıkrası hükümleri çerçevesinde, hizmetlerde herhangi bir aksamaya mahal vermeden bağlı kuruluşlar arasında personel görevlendirilmelerinin yapılmasını, yeni kurulan teşkilatlarda işlemleri yürütecek yeterli nitelikte personelin bulunmadığı durumlarda bu kurumların işlemlerinin de önceden işlemleri yürüten personel marifetiyle yapılmaya devam edilmesini,

13- Kamu Hastane Birlikleri faaliyete başlayana kadar, ildeki taşra hizmet birimlerinin Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu ile yazışma ve diğer irtibatlarının İl Sağlık Müdürlüğü üzerinden yapılmasını, bunu teminen bir sağlık müdür yardımcısının koordinatör olarak münhasıran bu işle görevlendirilmesini,

14- Kamu Hastane Birlikleri faaliyete başlayana kadar, il düzeyinde yürütülen stok koordinasyon işlemlerinin ve hastane ihtiyaçlarını karşılamak üzere il düzeyinde yapılan toplu alımlar sonucunda İl Sağlık Müdürlüklerince imzalanan sözleşme veya çerçeve anlaşmaların İl Sağlık Müdürlüklerince yürütülmesini,

15- İl Sağlık Müdürlüğünce laboratuar ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla yapılan alımlara (toplu alımlar hariç) ait sözleşmelerin Halk Sağlığı Müdürlüğüne devrini,

16- İhale süreci ve sözleşmesi devam eden mal alımlarının İl Sağlık Müdürlüğünce yürütülmesini, görev alanına ve ihtiyacına göre Halk Sağlığı Müdürlüğüne devri gerekenlerin bedeli mukabilinde verilmesini, hali hazırda ihalesi yapılmış ve kullanımda bulunan dayanıklı taşınırlar ile tüketime yönelik malzeme stoklarının bedelsiz olarak MKYS üzerinden (Devir - 663 KHK- Diğer Kuruluşlara Devir işlem türü ile) devrini,

17- İl Sağlık Müdürlüklerince yapılan ve sözleşmesi devam eden hizmet alımlarının sözleşme hükümlerinin süre sonuna kadar İl Sağlık Müdürlüğünce yürütülmesini, bu hizmet alımları kapsamında çalıştırılanların ihtiyaçlar doğrultusunda İl Sağlık Müdürlüğü ve Halk Sağlığı Müdürlüğü arasında dağılımı yapılarak çalıştırılmaya devam edilmesini, hizmet bedelinden payına düşen kısmının Halk Sağlığı Müdürlüğünce, İl Sağlık Müdürlüğüne ödenmesini, mevcut sözleşmelerin bitiminden sonra her kurumun ihtiyaçları doğrultusunda kendi ihalelerini yapmasını,

18- Genel bütçe ve döner sermaye ödeneklerinin; İl Sağlık Müdürlüklerine Bakanlıkça, Halk Sağlığı Müdürlüklerine Türkiye Halk Sağlığı Kurumunca, Kamu Hastane Birliklerine ise (Birlikler faaliyete geçene kadar hastane ve ağız ve diş sağlığı merkezlerine) Türkiye Kamu Hastane Kurumunca gönderileceğini,  

19- 31/12/2011 tarihi  itibariyle İl Özel İdarelerine aktarılan ödeneklerden;

a)                  Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğünce gönderilen makine teçhizat ödeneklerinin (ihale ilanı yayımlanmış ödenekler hariç) acil sağlık hizmetlerinin yürütülebilmesi için İl Sağlık Müdürlüğünce, 
b)                 İnşaat ve Onarım Daire Başkanlığınca gönderilen onarım ödeneklerinin Halk Sağlığı Müdürlüğünce, 
c)                  Hastane ve ADSM ihtiyaçlarında kullanılmak üzere aktarılan makine teçhizat ve onarım ödeneklerinin ilgili hastane ve ağız ve diş sağlığı merkezlerince,
ç) Diğer ödeneklerin ise ödeneğin gönderiliş amacına uygun olarak kullanılmasını,

20- Sağlıkta Buluşma Noktası (SBN) adlı internet sayfamızda oluşturulan ve İl Sağlık Müdürlerine kullanıcı adı ve şifreleri bildirilen forum ortamında, uygulama birliğinin sağlanabilmesi bakımından devirle ilgili hususların müzakere edilmesini, Bakanlık merkezinde teşkil olunan cevaplandırma grubu tarafından cevaplandırılmak üzere tereddüde düşülen hususlara ve problemlere ilişkin sorularının ve değişime yönelik önerilerinin forum üzerinden Bakanlığa bildirilmesini,

Rica ederim.

Prof. Dr. Nihat TOSUN
Bakan a.
Müsteşar

Alıntı: medimagazin

Mecburi hizmette kısmi iptal kararı

Aşağıda yer alan karar, mecburi hizmet görevine başlamayanların görev yapmadıkları bu sürelerin gün sayısının Devlet hizmeti yükümlülük süresine eklenmesinin Anayasa'ya aykırı olduğuna ilişkindir. Bunun dışında bir iptal kararı yoktur.


7 Şubat 2012 SALI Resmî Gazete Sayı : 28197

ANAYASA MAHKEMESİ KARARI

Anayasa Mahkemesi Başkanlığından:

Esas Sayısı : 2010/113
Karar Sayısı : 2011/164
Karar Günü : 8.12.2011

İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN : Mardin İdare Mahkemesi

İTİRAZIN KONUSU :

7.5.1987 günlü, 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu’na 21.6.2005 günlü, 5371 sayılı Kanun’un 1. maddesiyle eklenen Ek Madde 4’ün ikinci fıkrasının dördüncü ve beşinci cümlelerinin Anayasa’nın 13. ve 48. maddelerine aykırılığı savıyla iptali istemidir.

I- OLAY
Devlet hizmeti yükümlülüğünü yerine getirmek üzere ataması yapılan ve görevine başladıktan sonra yükümlülük süresini tamamlamadan istifa ederek ayrılan davacı uzman tabibin görev yapmadığı gün sayısının, daha sonra atandığı yeni görev yerinin Devlet hizmeti yükümlülük süresine eklenmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davada, itiraz konusu kuralların Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme iptali için başvurmuştur.

II- İTİRAZIN GEREKÇESİ

Başvuru kararının gerekçe bölümü şöyledir:
“Davacı ..... vekili Av. ..... tarafından, Çocuk Cerrahisi Uzmanı olan ve Devlet hizmeti yükümlülüğünü yerine getirmek üzere atandığı Şırnak Devlet Hastanesi’ndeki görevinden istifa ettikten sonra yeniden memuriyete dönen davacının tekrar Devlet hizmeti yükümlülüğü kurasına tabi tutularak Mardin Devlet Hastanesi’ne atanmasının ardından, Mardin İli’nin Devlet hizmeti yükümlülüğü süresinin 500 gün olmasına karşın Sağlık Bakanlığı ÇKYS kayıtlarında kendi Devlet hizmeti süresinin 1000 gün olarak göründüğü gerekçesiyle yaptığı itirazın 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanununa 21/06/2005 tarih ve 5371 sayılı Kanunun 1. maddesi ile eklenen ek 4. maddenin 2. fıkrası uyarınca reddine ilişkin 10.08.2009 tarih ve 12633 sayılı Mardin Valiliği İl Sağlık Müdürlüğü işleminin iptali istemiyle Sağlık Bakanlığı ve Mardin Valiliği’ne karşı açılan davada dava dosyası incelenerek işin gereği görüşüldü:
Uyuşmazlıkta Uygulanabilecek Yasa Hükümleri:
Dava konusu işleme karşı açılan davada 5371 sayılı Kanun ile 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanununa eklenen Ek Madde 5’in 2. fıkrasının “Belge ile ispatı mümkün zorunlu sebepler olmaksızın süresi içerisinde göreve başlamayanlar ile başladıktan sonra ayrılanların görev yapmadıkları gün sayısı Devlet hizmeti yükümlülük süresine ilave edilir.” biçimindeki dördüncü tümcesi ve “Ancak ilave edilen süre atama yerine göre belirlenen asıl süreden fazla olamaz.” biçimindeki beşinci tümcesi bu davada uygulanabilecek yasa hükmü niteliğini taşımaktadır.
Değinilen Yasa Hükümlerinin Anayasa’ya Aykırılığının Değerlendirilmesi:
Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı 13. maddesinde; “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” kuralı yer almaktadır.
Çalışma ve sözleşme hürriyetinin düzenlendiği Anayasa’nın 48. maddesinde çalışma ve sözleşme hürriyeti için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş ise de Anayasa’nın 18. maddesinde yer alan ve ülke ihtiyaçlarının zorunlu kıldığı alanlarda vatandaşlık ödevi niteliğindeki beden ve fikir çalışmalarının zorla çalıştırma sayılamayacağı yolundaki hükmün çalışma ve sözleşme hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerekmektedir.
Dolayısıyla, itiraza konu kuralların Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesine uygunluğu yönünden ele alınması gerekmektedir.
Temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasında ölçülülük ilkesi, sınırlandırmanın ulaşılmak istenen amaç için elverişli olmasını, sınırlandırmanın ulaşılmak istenen amaç bakımından gerekli ve zorunlu olmasını, ulaşılmak istenen amaç ile sınırlandırma arasında bir orantı bulunmasını ifade etmektedir.
300 ila 600 gün arasında değişen sürelerle Devlet hizmeti yükümlülüğüne tabi tutulan tabiplerin belge ile ispatı mümkün zorunlu sebepler olmaksızın süresi içerisinde göreve başlamamaları veya başladıktan sonra ayrılmaları halinde görev yapmadıkları gün sayısının Devlet hizmeti yükümlülük süresine ilave edilmesi, ilave edilecek sürenin üst sınırı olarak ise yalnızca atama yerine göre belirlenen asıl sürenin belirlenmesi, çalışma özgürlüğünün ölçüsüz biçimde sınırlandırılmasına yol açabilecek nitelikte olup sözkonusu yükümlülük ile ulaşılmak istenen amaç arasında orantısızlık bulunmaktadır.
Bu itibarla, 5371 sayılı Yasa ile 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanununa eklenen Ek Madde 5’in 2. fıkrasının “Belge ile ispatı mümkün zorunlu sebepler olmaksızın süresi içerisinde göreve başlamayanlar ile başladıktan sonra ayrılanların görev yapmadıkları gün sayısı Devlet hizmeti yükümlülük süresine ilave edilir.” biçimindeki dördüncü tümcesi ve “Ancak ilave edilen süre atama yerine göre belirlenen asıl süreden fazla olamaz.” biçimindeki beşinci tümcesinin Anayasa’nın 13. ve 48. maddelerine aykırı olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Açıklanan nedenlerle; Anayasa’nın 152. ve 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 28. maddesinin birinci fıkrası gereğince, 5371 sayılı Yasa ile 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanununa eklenen Ek Madde 5’in 2. fıkrasının “Belge ile ispatı mümkün zorunlu sebepler olmaksızın süresi içerisinde göreve başlamayanlar ile başladıktan sonra ayrılanların görev yapmadıkları gün sayısı Devlet hizmeti yükümlülük süresine ilave edilir.” biçimindeki dördüncü tümcesi ve “Ancak ilave edilen süre atama yerine göre belirlenen asıl süreden fazla olamaz.” biçimindeki beşinci tümcesinin Anayasa’nın 13. ve 48. maddelerine aykırı olduğu kanısına ulaşılması nedeniyle bu tümcelerin iptali istemiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurulmasına, dosyada bulunan belgelerin onaylı birer örneğinin Anayasa Mahkemesi Başkanlığına gönderilmesine 28.10.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.”

III- YASA METİNLERİ

A- İtiraz Konusu Yasa Kuralı
İtiraz konusu kuralların yer aldığı 5371 sayılı Yasa ile 7.5.1987 günlü, 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu’na eklenen Ek Madde 4 şöyledir:
EK MADDE 4- Tıp fakülteleri dekanlıkları ve eğitim hastaneleri baştabiplikleri mezun olan veya uzmanlık ve yan dal uzmanlık öğrenimini tamamlayan tabip ve uzman tabiplerin isim ve adreslerini onbeş gün içinde Sağlık Bakanlığına bildirmekle yükümlüdürler. Diploma ve uzmanlık belgelerinin Sağlık Bakanlığınca tescil işlemlerini müteakip en geç iki ay içerisinde, Devlet hizmeti yükümlülüğü olan personel, atama yerleri ve atama işlemine ilişkin süreç internet sayfasında ilân edilir. Bu ilân tebligat yerine geçer.
Eş durumu ve sağlık mazereti nedeniyle yapılacak atamalar hariç personelin görev yerleri, tercih hakkı verilmek sureti ile kurayla belirlenir. Atama sonuçlarının internet sayfasında ilânını müteakip, gerekli hallerde belgelerini tamamlamak üzere ilgili personele yirmi gün süre verilir. Devlet hizmeti yükümlülük süresi, personelin atandığı yerde göreve katılması ile başlar. Belge ile ispatı mümkün zorunlu sebepler olmaksızın süresi içinde göreve başlamayanlar ile başladıktan sonra ayrılanların görev yapmadıkları gün sayısı Devlet hizmeti yükümlülük süresine ilave edilir. Ancak ilave edilen süre, atama yerine göre belirlenen asıl süreden fazla olamaz.
Devlet hizmeti yükümlülüğü kapsamındaki personel, bu görevlerini tamamlamadan mesleklerini icra edemezler.”

B- Dayanılan ve İlgili Görülen Anayasa Kuralları

Başvuru kararında Anayasa’nın 13. ve 48. maddelerine dayanılmış, 18. maddesi ise ilgili görülmüştür.

IV- İLK İNCELEME

Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi uyarınca, Haşim KILIÇ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Ahmet AKYALÇIN, Mehmet ERTEN, Fettah OTO, Serdar ÖZGÜLDÜR, Zehra Ayla PERKTAŞ, Recep KÖMÜRCÜ, Alparslan ALTAN, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN ve Celal Mümtaz AKINCI’nın katılımlarıyla 6.1.2011 tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında;
1- 7.5.2010 günlü, 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun uyarınca, 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun ile ilgili gerekli düzenlemeler yapılmadan, Mahkeme’nin çalışıp çalışamayacağına ilişkin ön meselenin incelenmesi sonucunda; Mahkeme’nin çalışmasına bir engel bulunmadığına Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Fettah OTO, Zehra Ayla PERKTAŞ ile Celal Mümtaz AKINCI’nın, gerekçesi 2010/68 esas sayılı dosyada belirtilen karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
2- Dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine OYBİRLİĞİYLE,
karar verilmiştir.

V- ESASIN İNCELENMESİ

Başvuru kararı ve ekleri, işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu Yasa kuralları, dayanılan ve ilgili görülen Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
İtiraz konusu kurallarla, Devlet hizmeti yükümlülüğünü yerine getirmek üzere ataması yapılan tabipler ve uzman tabiplerden, belge ile ispatı mümkün zorunlu sebepler olmaksızın süresi içinde göreve başlamayanlar ile başladıktan sonra ayrılanların görev yapmadıkları gün sayısının Devlet hizmeti yükümlülük süresine ilave edileceği, ancak ilave edilen sürenin atama yerine göre belirlenen asıl süreden fazla olamayacağı öngörülmüştür.
Başvuru kararında, Anayasa’nın 13. maddesinde, temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceği ve bu sınırlamaların, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı kuralına yer verildiği, Anayasa’nın 48. maddesinde çalışma ve sözleşme hürriyeti için herhangi bir sınırlama sebebi öngörülmemiş ise de Anayasa’nın 18. maddesinde ülke ihtiyaçlarının zorunlu kıldığı alanlarda vatandaşlık ödevi niteliğindeki beden ve fikir çalışmalarının zorla çalıştırma sayılamayacağı yolundaki hükmün çalışma ve sözleşme hürriyetinin belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği, 300 ila 600 gün arasında değişen sürelerle Devlet hizmeti yükümlülüğüne tabi tutulan tabiplerin belge ile ispatı mümkün zorunlu sebepler olmaksızın süresi içinde göreve başlamamaları veya başladıktan sonra ayrılmaları halinde görev yapmadıkları gün sayısının Devlet hizmeti yükümlülük süresine ilave edilmesinin ve ilave edilecek sürenin üst sınırı olarak da yalnızca atama yerine göre belirlenen asıl sürenin esas alınmasının çalışma özgürlüğünün ölçüsüz bir şekilde sınırlandırılmasına yol açabilecek nitelikte olduğu ve söz konusu yükümlülük ile ulaşılmak istenen amaç arasında orantısızlık bulunduğu belirtilerek itiraz konusu kuralın Anayasa’nın 13. ve 48. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 43. maddesine göre, ilgisi nedeniyle iptali istenen kural Anayasa’nın 18. maddesi yönünden de incelenmiştir.
“Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı Anayasa’nın 13. maddesinde, temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceği ve bu sınırlamaların, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı belirtilmiştir.
Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması durumunda bu hak ve hürriyetlerden sınırlı olarak da olsa yararlanılması mümkün olmakla birlikte, temel hak ve özgürlüklerin özlerine dokunulması ve durdurulması durumunda, bunlardan yararlanılabilmesine veya kullanılabilmelerine olanak bulunmamaktadır.
“Çalışma ve sözleşme hürriyeti” Anayasa’nın 48. maddesinde düzenlenmiş ve “Herkes, dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetlerine sahiptir. Özel teşebbüsler kurmak serbesttir. Devlet, özel teşebbüslerin milli ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak tedbirleri alır.” denilmiştir.
Anayasa’nın “Zorla çalıştırma yasağı” başlıklı 18. maddesinde de “Hiç kimse zorla çalıştırılamaz. Angarya yasaktır. Şekil ve şartları kanunla düzenlenmek üzere hükümlülük veya tutukluluk süreleri içindeki çalıştırmalar; olağanüstü hallerde vatandaşlardan istenecek hizmetler; ülke ihtiyaçlarının zorunlu kıldığı alanlarda öngörülen vatandaşlık ödevi niteliğindeki beden ve fikir çalışmaları, zorla çalıştırma sayılmaz.” hükmüne yer verilmiştir.
5371 sayılı Kanun ile 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu’na eklenen Ek 3. maddeyle, tabiplere Devlet hizmeti yükümlülüğü getirilmiş ve yurt içinde veya yurt dışında öğrenimlerini tamamlayarak tabip, uzman tabip ve yan dal uzmanlık eğitimini tamamlayarak uzman tabip unvanını kazananlar, her bir eğitimleri için ayrı ayrı olmak kaydı ile görev yapacakları ilçelerin sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyine göre 300 ila 600 gün arasında değişen sürelerle Devlet hizmeti yapmakla yükümlü kılınmışlardır.
Anayasa Mahkemesi’nin 13.3.2006 günlü, E:2006/21, K:2006/38 sayılı kararıyla, “Devlet hizmeti yükümlülüğünün getirilmesinin gerekçeleri gözetildiğinde Anayasa’nın 18. maddesinde yer alan ‘ülke ihtiyaçlarının zorunlu kıldığı alanlarda öngörülen vatandaşlık ödevi niteliğindeki beden ve fikir çalışmaları, zorla çalıştırma sayılmaz.’ hükmü gereğince bu yükümlülüğün yerine getirilmesinin zorla çalıştırma olarak nitelenemeyeceği” ve “herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olması karşısında, Ülkenin her yöresinde sağlık hizmetlerinden yararlanılabilmesini sağlamak amacıyla tabiplerin Devlet hizmeti ile yükümlü kılındığı ve niteliği gereği sağlık hizmetlerinin yerine getirilmesinde ortaya çıkacak eksiklik ve gecikmelerin telafisi olanaksız sonuçlara yol açacağı hususları dikkate alındığında, ülke ihtiyaçlarının söz konusu Devlet hizmeti yükümlülüğünü zorunlu kıldığı…” kabul edilmiş ve tabipler ile uzman tabiplere her eğitimleri için getirilen vatandaşlık ödevi kapsamındaki Devlet hizmeti yükümlülüğünün, tabiplerin çalışma özgürlüğünün ölçülülük ilkesine aykırı bir sınırlandırılması olarak nitelendirilemeyeceği belirtilmiştir.
Tabipler ve uzman tabipler için getirilen ve vatandaşlık ödevi niteliğinde bulunan Devlet hizmeti yükümlülüğünün süreleri, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı tarafından hazırlanan ilçelerin sosyo-ekonomik gelişmişlik sıralaması ve tabibin o bölgede hizmetine ihtiyaç duyulan süre gözetilerek belirlenmiştir.
İtiraz konusu kurallarda, 3359 sayılı Kanun’un Ek 3. maddesinde öngörülen Devlet hizmeti yükümlülüğü sürelerine ilave edilecek süreler düzenlenmektedir. Öngörülen sürelerin eklenme nedenini, yükümlünün belge ile ispatı mümkün zorunlu sebepler olmaksızın süresi içinde göreve başlamaması veya başladıktan sonra yükümlülüğünü tamamlamadan ayrılması oluşturmaktadır. Bu durumda, göreve başlamayan veya yükümlülüğünü tamamlamadan ayrılan tabiplerin görev yapmadıkları gün sayısı, Devlet hizmeti yükümlülük süresine eklenecektir. Kuralın, Devlet hizmeti yükümlülüğüne süresinde başlamayan veya başladıktan sonra yükümlülüğünü tamamlamadan ayrılan tabiplere bir yaptırım niteliği taşıdığı görülmektedir.
Devlet hizmeti yükümlülüğünün amacı gözetildiğinde, yasa koyucu tarafından bu yükümlülüğün yerine getirilmesini sağlayıcı önlemler alınması doğaldır. Bu çerçevede, tabip ve uzman tabiplerin Devlet hizmeti yükümlülüğünü tamamlamadan mesleklerini icra edemeyeceklerine ilişkin bir düzenlemeye Kanun’un Ek 4. maddesinin üçüncü fıkrasında yer verilmiş ve bu kuralın iptali istemiyle yapılan itiraz başvurusu Anayasa Mahkemesinin 16.12.2010 günlü, E:2007/24, K:2010/113 sayılı kararıyla reddedilmiştir.
Devlet hizmeti yükümlülüğünün süresinde yapılmasını sağlamak amacıyla getirilen bu kuralın varlığına rağmen aynı amaç doğrultusunda itiraz konusu kurallarla, tabiplerin ve uzman tabiplerin Kanun’un Ek 3. maddesinde öngörülen Devlet hizmeti yükümlülük sürelerinin iki katına ulaşacak sürelerle zorunlu hizmete tâbi tutulabilmeleri mümkün kılınmıştır.
Belge ile ispatı mümkün zorunlu sebepler olmaksızın süresi içinde göreve başlamayan veya başladıktan sonra yükümlülüğünü tamamlamadan ayrılan tabip ve uzman tabiplerin Devlet hizmeti yükümlülüğüne bu kişilere yaptırım uygulanması amacıyla eklenen sürelerin, tabip ve uzman tabiplerin o bölgede hizmetlerine duyulan ihtiyaçtan ve Devlet hizmeti yükümlülüğünü zorunlu kılan ülke koşullarından kaynaklanmaması nedeniyle, Anayasa’nın 18. maddesinde yer alan “ülke ihtiyaçlarının zorunlu kıldığı alanlarda öngörülen vatandaşlık ödevi niteliğindeki beden ve fikir çalışmaları” kapsamında değerlendirilebilmesine olanak bulunmamaktadır. Bu durumda, itiraz konusu kurallar kapsamında Devlet hizmeti yükümlülüğüne ilave edilen süreler, tabiplerin hizmetine duyulan ihtiyaçtan değil, tabiplere yaptırım uygulanması amacıyla getirildiğinden söz konusu ilave edilen süreler zarfında tabiplerin ve uzman tabiplerin zorunlu hizmet ile yükümlü kılınmaları, Anayasa’nın 18. maddesinde öngörülen zorla çalıştırma yasağı kapsamına girmektedir.
Zorla çalıştırma yasağının ihlal edilmesi ise Anayasa’nın 48. maddesinin güvence altına aldığı çalışma ve sözleşme hürriyetinin özüne açık bir müdahale niteliği taşımakta ve bu hürriyetin ortadan kaldırılması sonucunu doğurmaktadır.
Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kurallar Anayasa’nın 18. ve 48. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.

VI- SONUÇ

7.5.1987 günlü, 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu’na 21.6.2005 günlü, 5371 sayılı Kanun’un 1. maddesiyle eklenen Ek Madde 4’ün ikinci fıkrasının dördüncü ve beşinci cümlelerinin, Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, 8.12.2011 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

Başkanvekili
Serruh KALELİBaşkanvekili
Alparslan ALTANÜye
Fulya KANTARCIOĞLU
Üye
Ahmet AKYALÇINÜye
Mehmet ERTENÜye
Serdar ÖZGÜLDÜR
Üye
Osman Alifeyyaz PAKSÜTÜye
Zehra Ayla PERKTAŞÜye
Recep KÖMÜRCÜ
Üye
Burhan ÜSTÜNÜye
Engin YILDIRIMÜye
Nuri NECİPOĞLU
Üye
Hicabi DURSUNÜye
Celal Mümtaz AKINCIÜye
Erdal TERCAN

Alıntı : memurlar.net

5 Şubat 2012 Pazar

Manyetik alanlar beyin tümorü riskini arttırmıyormuş

TARTIŞMADA YENİ BOYUT...

Dünya Sağlık Örgütü Manyetik Alanlar Projesi Başkanı Dr. Michael Repacholi, kablosuz telefon kullanımının beyin kanseri glioma ve diğer üç kafa tümörü için belirgin risk oluşturmadığını belirtti.

Çeşitli ülkelerden bilim adamları ile Bioelectromagnetics Dergisi'nde yayımlanmak üzere ‘Kablosuz Telefon Kullanımı ve Beyin Kanseri ile Diğer Tümörler’ başlıklı bir rapor hazırlayan Repacholi, ne epidemiyolojik çalışma sonuçlarının meta analizlerinin ne de laboratuvar çalışmalarının toplu analizlerinin, kablosuz telefon kullanımının beyin kanseri glioma ve diğer üç kafa tümörü için belirgin risk oluşturmadığını ortaya koyduğunu bildirdi.

Baz istasyonları konusunda endişelenmenin yersiz olduğunu ifade eden Repacholi, “Kablosuz telefonlardan yayılan RF enerjisini en fazla emen ve kafa içinde konumlanan glioma (beyin kanseri) ve diğer üç tümör çeşidi ile kablosuz telefon kullanımı arasındaki ilişkinin nedensel olup olmadığını değerlendirmek için önceden-hemfikir metodolojisine dayanan sistematik bir çalışma yürüttük. Ne epidemiyolojik (hastalıkların toplumdaki görülme sıklığı ve yayılımını inceleyen tıp dalı) çalışma sonuçlarının meta analizleri ne de laboratuvar çalışmalarının toplu analizleri kablosuz telefon kullanımına bağlı olarak beyin kanseri glioma ve diğer üç kafa tümörü için belirgin risk artışı göstermedi. Araştırmalar, mevcut sağlık otoritelerinin görüşlerini ve uluslararası güvenlik limitlerinin yeterli koruma sağladığını destekliyor.” dedi.

Öte yandan, Türkiye'de Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK), tedbir olarak baz istasyonlarının yaydığı enerjiyi dörtte bir oranında düşürerek cihaz başına 10 Volt/Metre (V/m) olarak uygulanmasına karar vermişti.

İyonize Olmayan Radyasyondan Korunma Komisyonu (ICNIRP) Başkanı Paolo Vecchia ise Türkiye ziyareti sırasında yaptığı açıklamada, “ICNIRP tarafından Avrupa ülkeleri için baz istasyonu limit değeri 41 V/m olarak belirlendi. Türkiye 10,23 V/m limit değerini sınır alarak, bu limit değerleri daha da düşüren ülkeler arasında yer alıyor. Bunun anlamı, ‘Ben daha da tedbirliyim’ demek. Bu noktada baz istasyonlarının zararlı olduğunu söylemek haksızlık olur.” demişti.

Alıntı : medimagazin.com