12 Mart 2016 Cumartesi

Evde Ekşi Maya Ekmeği Üstadı:Murat Demirtaş

Mimar Sinan Üniversitesi Heykel Bölümü mezunu Murat Demirtaş (41), film setleri ve kafelerde çalıştı. 5 yıl önce çocuğunun doğmasıyla oğluna kendi bakmaya karar veren Demirtaş, kendi deyimiyle ‘ev beyi’ olmayı tercih etti. Demirtaş, evde çocuk bakarken diğer yandan da sosyal medyada ‘Fırınımdan Ekmekler’ sayfası açarak oradan aldığı siparişlerle ekmek yapıp satmaya başladı.
3 ay önce ikinci kez baba olan Murat Demirtaş, hayatını değiştirme sürecini şöyle anlattı: “2010’da oğlum Eren’in doğmasıyla gıdada farkındalık anlayışımız başladı. Oğluma ya annelerimiz ya da biz bakacaktık. Eşim devlet memuruydu. O sıralar benim durumum daha uygun olduğu için bakmaya karar verdim ve ‘ev beyi’ oldum. Evde olmaya başladığımdan günden itibaren gıda konusuna çok önem verdim. Gıda güvenliğini sağlamak için yiyeceklerimizi ya küçük çiftliklerden ya da organik pazarlardan almaya başladık. Bu sıralarda çok az markete gittik ve bilmediğimiz hiçbir şeyi yememeye özen gösterdik. Evde olmak sadece çocuğa bakmak değil aynı zamanda yemek, bulaşık, temizlik yapmayı da gerektiriyor. Bu anlamda çok başarılı olamadım ve eşime biraz fazla yük bindi. 2013’te oğlumla beraber maya takasından aldığımız ekşi maya ile ekmek yapmaya çalıştık. İlk denemelerim başarısız olsa da yaptığımız hiçbir ekmeği çöpe atmayıp her türlü yedik. Çünkü içinde ne olduğunu biliyorduk.”
Eşe dosta hediye
Tüketemedikleri fazla ekmekleri eşe dosta hediye ettiğini söyleyen Demirtaş, “Ekmek hediye ettiğimiz bir arkadaşımın ‘Bu ekmekten neden her hafta bana yapmıyorsun? 3 tane alırım’ demesiyle birden kendimi haftada 30 ekmek yaparken buldum. Zaten oğlumu piyano kursuna vermek istiyordum ama bütçemizi aşıyordu. Ben de ekolojik kaygıları olan bir iş yapmak istiyordum. Ekmeğe talebin artmasıyla üretimi akşama bırakıp gündüzleri ev işleri ve oğlumla ilgilenirken haftada 60 ekmek yapıyorum” dedi.  
‘Yürüyerek dağıtıyorum’
Demirtaş, “Ekmekleri karbon salınımını azaltmak için yürüyerek dağıtmaya çalışıyorum. Çok zorunda kalmadıkça toplu taşıma araçlarına ve asansöre binmiyorum. Kendimize yaptığımız ekmek neyse başkalarına da aynı ölçü ve malzemeden yapıyorum. Her yere ekmek götüremiyorum. İnsanların kendi ekmeklerini kendilerinin yapmalarını istiyorum. Yapamayanların ise içerisinde ne olduklarını bildikleri, güvendikleri kişilerden ekmek almalarını öneriyorum. Ekmek veremediğim kişilere tarifi verip nasıl yapabileceklerini anlatıyorum. İleride ekmek yapacağım bir atölye kurmak istiyorum. Yapabildiğim kadar evde kalıp ekmek yapmak istiyorum” dedi.
7 liradan satıyor
Bütün üretimi evdeki fırınla yapan Demirtaş; 550 gramlık zeytinli, cevizli ve sade ekmek yapıyor. Bir ekmeği 7 liradan satan Demirtaş, ‘Ekmek nasıl yapılır?’ı ise şöyle anlatıyor:
Gerekli malzemeler: 1100 gr organik tam buğday unu, 850 gr su, 20 gr kaya tuzu, 20 gr ekşi maya.
100 gr un, 100 gr su, 20 gr ekşi mayayı geceden karıştırıp üstünü kapatıp bir gece bekletin. 1000 gr un ve 650 gr suyu yavaş yavaş karıştırın ve bir süre sonra hazırladığınız ekşi mayalı karışımı ekleyerek karıştırmaya devam edin. Kalan 100 gr suyun içerisine 20 gr tuzu ekleyip bu karışımı da daha sonra hamura ilave edin. İyice karışan hamurumuzu oda sıcaklığında üzeri nemli bezle örtüp 4 saat bekleterek yarım saatte bir alttan üste doğru, hamuru ezmeden bir kere çevirin. Dört saatin sonunda hamura ekmek şeklini verin. 1-2 saatlik son mayalamayı da yaptıktan sonra 240 derece sıcak fırında 40 dakika kadar ya da kabuğu iyice sertleşinceye kadar pişirin.
Alıntı:millliyet.com.tr
         http://ink361.com/app/users/ig-1548625566/firinimdanekmekler/stats

Organik Temizlik İçin Uygun ve Ucuz Seçenek:Bor..

Deterjan, yüzey aktif özelliği nedeniyle temizleme ve arıtma özelliği bulunan, toz, sıvı veya tablet durumunda olabilen kimyasal maddedir. Diğer bir ifade ile deterjanlar “yüzey aktif” özelliklere sahip organik maddelerden oluşan bir karışımdır. Temizleme görevlerini genel olarak içerilerinde barındırdığı yüzey aktif maddeler, enzimler, köpük düzenleyiciler, güçlendiriciler ve diğer bazı katkı kimyasalları sayesinde yaparlar. Birçok üstün özellikleri nedeniyle temizlik işlerinde sabunun yerini alan deterjanların sağlık açısından zararları söz konusudur. Kompleks alkali fosfatların deterjan üretiminde kullanılması sınırlanmış veya yasaklanmıştır. Yıkama suyunda bulunan sabun ve deterjan, suyun ıslatıcı kabiliyetini arttırarak kumaş içerisine kolay nüfuz etmesini sağlar. Bundan sonra kirlerin uzaklaştırılması mümkün olur. Temizleme maddesinin her bir molekülü uzun bir zincir olarak kabul edilebilir. Bu zincirin bir ucunda hidrofil, diğer ucunda hidrofob grubu bulunur. Hidrofob grubu kirleri yakalayabildiğinden, molekül bu ucu ile kirin etrafını sarar. Aynı zamanda molekülün diğer ucunda bulunan hidrofil grup kir partiküllerini kumaştan yıkama suyu içerisine doğru çeker. Bu sırada mekanik olarak yapılan çalkalama sabun veya deterjanın kiri uzaklaştırmasına, yıkama suyunda süspansiyon halinde kalmasına yardım eder ve tekrar kumaş üzerine yapışmasını önler.

Boratlar; leke çıkarma işlemini kolaylaştırma ve ağartma, enzimleri stabilize etme, alkali tamponlama, suyu yumuşatma ve sürfaktan olarak kullanılan malzemenin performansı artırmak gibi özelliklerinden dolayı temizlik sektöründe önemli bir yere sahip olup temizlik sektöründe daha etkin şekilde kullanılması için Ar-Ge çalışmaları yapılmaktadır.

Boratlar, birçok farklı şekillerde çamaşır deterjanları, ev veya endüstriyel tipi temizleyiciler ile kişisel bakım ürünleri imalatında kullanılır. Bu uygulamalarda, boratlar; leke çıkarma işlemini kolaylaştırma ve ağartma, enzimleri stabilize etme, alkali tamponlama, suyu yumuşatma ve sürfaktan olarak kullanılan malzemenin performansı artırmak gibi hizmetler vermektedir. Aynı zamanda kişisel bakım ürünlerinde bakteri ve mantarların kontrol edilmesine yardımcı olurlar.

Yeni çalışmalarda çamaşır sabunlarında temizleme etkisini artırmak, kirin yüzeye yeniden yapışmasını azaltmak, daha parlak, daha temiz giysiler için boratlar göstermektedir.

Boratlar ve perboratlar deterjana avantajlar kazandırırlar. Borat ve perboratlar deterjanlara kazandırdıkları avantajlar şunlardır:

a) Alkalin tamponlama ve pH kontrolü
b) Su yumuşatma (karmaşık bir çözünebilir kalsiyum kompleksi üreterek)
c) Sürfaktan (yüzey aktif maddesinin) performansını arttırmak
d) Kirin yüzeye yeniden yapışmasını önlemek (redeposition)
e) Perboratlar mükemmel bir deterjan ağartıcılardır.

Bu maden;

insan vücudu tarafından az miktarlarda ihtiyaç duyulan, hücrelerde sentezlenemediği için besinlerle dışarıdan alınması gereken önemli bir besleyicidir. 1981 yılına kadar borun insanlar üzerinde bir etkisinin olmadığı düşünülmekteydi. Bu yıldan sonra yapılan çalışmalarla borun, birçok tedavi için vazgeçilmez bir element olduğu ve insan gelişiminde düşünülenin tam aksine etkin olduğu belirlendi. Metabolizmadaki bor, kalsiyum, magnezyum ve fosfor dengesini ayarlamakta olup sağlıklı kemiklerin oluşumuna, kasların ve beyin fonksiyonlarının gelişimine yardım eder.

Osteoporoz tedavilerinde, alerjik hastalıklarda, psikiyatride, kemik gelişiminde ve artiritte, menopoz tedavisinde bor aktif olarak kullanılmaktadır. Ayrıca kesinleşmiş bir tedavi olmamakla birlikte Bor Nötron Yakalama Tedavisi (BNCT) ile sağlıklı hücrelere zarar vermeden kanserli hücrelerin imha edilmesinde görev alan bor elementi, kanser tedavisinde yeni bir umut olmuştur.

Besinlerin yanı sıra kullandığımız deterjan ve kozmetik ürünler ile de bor, günlük yaşantımızda iç içe olduğumuz bir elementtir.Farklı formüllerde (sodyum perborat vs.) deterjan sanayinde kullanılan bor, ev temizliğinde, kişisel bakım ürünlerinde ve endüstriyel alanda ağartıcı ve bakterilere karşı koruyucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Kozmetik sektöründe ürüne kazandırdığı yumuşaklık, yapışkanlık ve dayanıklılık özellikleri sebebi ile tercih edilen bir elementtir.

Bu ürünü ülkemizde Carrefoursa marketler başta olmak üzere birçok noktada bulabilmekteyiz.Gerçekten organik ,ucuz,bol ve etkili...Geleceğimiz için...

Alıntı:etimaden.gov.tr
         boren.gov.tr

Haftada 1 Kez Duş Alın


Çevreci Donnachadh McCarthy, The Guardian gazetesine yazdığı yazıda her gün duş almanın hem israf hem sağlıksız olduğunu söylüyor: “Her gün duş almak pahalı ve gereksizdir, ayrıca çevreyi kirletir. Haftada bir kez banyo yapmak çevre ve insanlar için daha sağlıklıdır. Haftada yalnız bir kez duş alın ya da banyo yapın. Ancak her gün koltuk altı ve genital bölgelerinizi yıkayın" önerisini getiriyor.

“Tıbben de sakıncalı”
Guardian’dan aktarılanlar şöyle: “Çocukken haftada bir banyo yapardık. Biz hijyen yoksunu bir aile değildik ancak 1960’lı yıllarda toplumun genelinin yaptığı buydu. Üstelik kimsenin bu sebepten kötü kokular yaydığını hatırlamam. Bir yetişkin olduğumda ise her gün duş alıyordum. Eski alışkanlıklarımı bırakmamam gerekirdi.”

Yazıda ortalama 10 dakikalık bir duş esnasında 60 litre su harcandığı belirtiliyor. Su tazyikinin kuvvetli olduğu duşta ise bu rakam 3 katına çıkıyor. Banyo yaptığınız zaman ise 80 litre su harcıyorsunuz.

Yani 4 kişilik bir aile yılda 0,25 milyon litre su harcıyor. Bu tüketimin cebinize yansıması da aynı ölçüde fazla. Aynı aile günlük duş alma alışkanlığı yüzünden İngiltere’de 1600 TL ila 5000 TL (400-1200 sterlin) arasında para harcamak zorunda kalıyor.

Yazıda her gün duş almanın çevreye ve cebinize olan zararı dışında tıbbi sakıncaları olduğuna da dikkat çekilmiş. Cildiye uzmanları aileleri uyarıyor: Bebeklere ve küçük çocuklara her gün banyo yaptırmayın.

Bebeklerin cildinde bulunan kir ve bakteriler ilerleyen yaşlarında derilerinin aşırı hassas olmasını engelliyor. Her gün banyo yaptırılan bebek ve çocuklarda bu bakteriler barınmadığından toplumda hassas cilt sorununa sahip bireyler giderek artıyor.

Amerikan Pediatri Akademisi ailelere, çocuklarına haftada en fazla 3 kez banyo yaptırmalarını tavsiye ediyor. Kuru cilt tipine sahip yetişkinlere ise vücutlarını sabunla çok sık yıkamamaları uyarısında bulunuyorlar.

Sık sabun kullanımı derinin deforme ediyor
Doktorların belirttiğine göre fazla miktarda ve sıklıkta sabun kullanımı derinin sahip olduğu doğal ve koruyucu yağların yok olmasına neden oluyor. Böylelikle egzama gibi cilt problemlerine daha fazla rastlanıyor.

Duşta ne kadar fazla kalırsanız o kadar vücut yağlarınızı kaybediyorsunuz. Yani uzun süreli ve sık duş almanız sadece sabun ve şampuan firmalarının yararına oluyor.

Saçınızı çok sık şampuanla yıkamayın
McCarthy yazısında 1992’de Amazonlar’a yaptığı ziyarette yaşadıklarından da örnek veriyor. Gezi sırasında şampuanı olmadığı için saçını sadece suyla yıkayan McCarthy bir süre sonra saçlarının canlandığını ve sağlık kazandığını fark etmiş.

Sık şampuan kullanmanın, aynı ciltteki gibi saçlardaki doğal yağı da yok ettiğini gören McCarthy, “Şampuanlarla zarar verdiğimiz, kurumasına ve kepeklenmesine neden olduğumuz saçlarımızı bu kez saç kremleriyle ve kepek karşıtı şampuanlarla iyileştirmeye çalışıyoruz” diyor.

Amazon gezisi sonrası şampuan kullanmayı bırakan McCarthy bir daha kepek problemiyle hiç karşılaşmadığını anlatıyor.

McCarhty doğayı ve insan sağlığını düşünerek şunu tavsiye ediyor: “Eskiden olduğu gibi haftada yalnız bir kez duş alın ya da banyo yapın. Ancak her gün koltuk altı ve genital bölgelerinizi yıkayın. Her şeyi bir kenara bırakın ve sadece bunun size ne kadar zaman kazandırdığını düşünün.”

Alıntı:Hürriyet

23 Şubat 2016 Salı

Okul Başarısı İçin Çocuğa Sınır Koymak

İzmir Üniversitesi Hastanesi Çocuk, Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Yrd. Doç.Dr. Zeynep Çubukcuoğlu Taş, tatil dönüşü okula gitmek istemeyen çocukların, aileler tarafından kurallara alıştırılması gerektiğini söyledi. Çocuğun evde mutlak söz sahibi olarak yetiştirildiğini kaydeden Yrd. Doç.Dr. Taş, “Yoğun iş yaşamı nedeniyle çocuklarından uzak kalan aileler, her istedikleri yapılan, inanılmaz fazla oyuncakları olan, aileleriyle çok fazla vakit geçiren prens ve prensesler yaratıyor. Anne babalar tabiki çocuklarıyla vakit geçirmeli ancak evde çocuğun egemen olduğu bir ortam yaratmamalı. Bu tür evlerde televizyonda ne izleneceğine, ne zaman gezilmeye gidileceğine ve ne tür yemekler yeneceğine çocuk karar veriyor. Buna izin veren ailelerin çocukları kreş gibi toplumsal bir ortama girince büyük sıkıntı yaşıyor” dedi.

SINIRSIZLIĞIN TADINI ALAN OKULA GİTMİYOR

Yrd. Doç.Dr. Zeynep Çubukçuoğlu Taş, “Çocuklarıyla fazla zaman geçiremeyen aileler suçluluk duygusu ile onlara aşırı ilgi gösteriyor. Tatillerde bütün boş zamanlarını organize ederek dolu dolu geçirmesini sağlıyorlar. Bu durum çocuğun kendi kendineyken de mutlu olabilme, bir şey sunulmadan da huzurlu olma becerilerini ellerinden alıyor. Çocuk daima yakın ilgi istiyor. İlgisizlik de, aşırı ilgi de çocukları olumsuz etkiliyor. Tatil döneminde okula uyum sağlamış çocuk, sınırsızlığın tadını aldığı için tatil dönüşü okula gitmek istemiyor” diye konuştu.

KURALSIZLIĞI İSTİYOR

Kreş ortamına giren çocuğun kurallara uyma noktasında sıkıntı yaşayabildiğini kaydeden Uzmanı Yrd .Doç.Dr. Zeynep Çubukcuoğlu Taş, “ Çocuk, ana okulda ilk kez kendinin dünyada eşsiz olmadığını, aslında diğer çocuklarla aynı haklara sahip olduğunu görüyor, kurallarla karşılaşıyor. Böyle olunca ciddi anlamda bocalıyorlar. Başlangıçta okula gitmeyi çok seven çocuk, bir ay sonra okula gitmek istemiyor. Birçok aile bu nedenle bize başvuruyor. Çünkü çocuklar kuralsız olan ev ortamını tercih ediyor” dedi.

SINIRI BAŞTAN ÇİZİN

İzmir Üniversitesi Hastanesi Çocuk, Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Yrd. Doç.Dr. Zeynep Çubukcuoğlu Taş, “Ailelerin çocuklarına bir sınır koyması çok önemli. Bu sınır evde başlar. Çünkü bir çocuk evdeki bireylere saygı göstermiyorsa, toplumdaki bireylere de saygı göstermez. Çocuğun aşırı ısrarcı tutumlarına karşı net bir tavır göstermeliyiz. Bir konuda ‘hayır’ yanıtı verilmişse, bunun arkasında durmak gerekli. Çocuğun ağlaması veya zorlaması sonrası yanıt ‘evet’ olursa, çocuk bunu bir yöntem olarak uygulamaya başlar. Her olumsuz durumda bu yolu seçer. Bu kötülük değildir çünkü çocuklar merak eder, sınırları test eder. Bu sınırı koymamamız çocuğu mutsuz eder. Okuldaki kurallar ona tehdit gibi gelir” dedi.

DEMOKRATİK BİR EV ORTAMI KURUN

Yrd. Doç.Dr. Taş, “Çocuk, çocuk gibi yetiştirilmeli. Biz demokratik aile ortamını öneriyoruz. Ailedeki herkesin, kaç yaşında olursa olsun söz sahibi olmasını istiyoruz. Ancak direkt olarak çocuğun istedikleri yapılmamalı. Çocuk karar mercii değildir, karar alınırken söz sahibi olan birisidir. Çocuğun kendisi için doğru bir karar vermesi çok zor” dedi.

“GÜVEN SORUNU YAŞAYABİLİR”

Ev ortamındaki rahatlığı okulda bulamayan çocuğun gelecekte bir takım sorunlarla karşılaşabileceğini belirten Yrd. Doç.Dr. Zeynep Çubukçuoğlu Taş, “Çocuk, kuralların olduğu ortama alışık olmayınca ders dinlemez, dikkati dağılır. Akademik başarısızlık yaşar. Paylaşmayı bilmez, bu nedenle oyunlara kabul edilen bir çocuk olmaz. Bunun sonucu olarak okuldan soğuma yaşar. Okul reddi ortaya çıkar. Gelecekte ise kendine güvenmeyen, güven sorunu yaşayan bir kişi olabilir“ diye konuştu.

Alıntı:egedesonsöz.com

10 Ocak 2016 Pazar

Domuz Gribi Artık Mevsimsel Grip Oldu..Paniğe Gerek Yok...

Her yıl ekim ve mart ayları arasındaki sürenin grip dönemi olduğuna dikkati çeken Prof.Dr. Büke, şunları ifade etti: “Toplumun yaklaşık yüzde 10-15′i bu aralıkta gribe yakalanabilir. Şu an grip vakalarının yaklaşık yüzde 60-70′i domuz gribi virüsü nedeniyle hastalanmaktadır. 2009′dan bu yana grip aşısı yaptırmamış ya da 2009′dan sonra influenza A (H1N1) ile gribe yakalanmamış kişiler bu gribin etkilerine açıktır. Grip aşısını da risk gruplarına öneriyoruz. Risk faktörlerini taşımayan kişiler için hastalık, üst solunum yolu enfeksiyonu gibi başlar ve bir hafta içinde sona erer. Adana ve Niğde’deki vakalara bakılacak olunduğunda bunların bazılarında risk faktörü taşıyan kişiler olduğu bildirilmiştir. 2009′da H1N1 yepyeni bir virüstü, o tarihten bu yana influenza A (H3N2) ve influenza B ile birlikte mevsimsel grip etkeni olarak yer almaya başladı. Dolayısıyla bu yeni bir durum değil.”
Büke, hamileler, yaşlılar, hangi yaştan olursa olsun kronik kalp, akciğer, böbrek rahatsızlıkları ve şeker hastalığı olanlar, aşırı kilolular, nörolojik hastalıkları bulunanlar ve kanser hastalarının risk grubunda yer aldığını aktardı.

Tek etken domuz değil

H1N1′in domuz, insan ve yaban ördeklerinden alınan karma bir virüs olduğu bilgisini veren Büke, hastalıktan korunmak için grip hastalarından uzak durmak, ellerini sık sık yıkamak ve hijyen kurallarına dikkat etmek gerektiğine işaret etti.
Büke, H1N1′de diğer mevsimsel grip virüslerinden farklı olarak ishal ve karın ağrısının daha sık görüldüğüne dikkati çekerek, “Bu gribe yakalanan her 4 kişiden 1′inde bu yakınmalar görünüyor. Ateş, kas-eklem ağrısı gibi mevsimsel grip belirtileriyle beraber ishal, karın ağrısı gibi belirtiler seyrederse domuz gribi şüphesiyle bir hekime danışmakta fayda var” değerlendirmesinde bulundu.
Alıntı:Star Gazetesi

Onların Kendini Güvende Hissetmeye İhtiyacı Var...

Uzun bir süredir etrafımızda o kadar çok olumsuzluk var ki artık hepimiz “bugün ne olacak, ne duyacağız acaba” hissiyle kalkıyoruz. Günlük hayata giriyoruz ama içimizde hep bir sıkıntı ve çaresizlik hissi, olaylara sadece seyirci kalmak zorunda olduğumuz için kendimize, anlayamadığımız hırsları için bunlara neden olan insanlara kızgınlıklarımız var ve bunlar hep bizimle beraber.
Çocuklarımız da sürekli olarak ne olduğunu anlamaya çalışıyor. Annesi babası, öğretmeni, komşular, eve gelen misafirler, dolmuş şoförü, esnaf, herkes bir şeylerden bahsediyor; belli ki kötü şeyler ama ne oluyor, niye herkes bir tuhaf ve mutsuz? Televizyonda gördükleri, duydukları. Neler oluyor ve tabii ki tipik çocuk düşüncesi “bana ne olacak?”
Her zaman çocuklarda, yetişkinlerde olmayan bir tür sensör olduğunu düşünmüşümdür. Onlar sizin suratınıza baktığında bir şeyler okurlar. Genelde ruh halinizle ilgilidir. Bir şekilde sizdeki duyguyu yakalarlar ama anlamlandıramaz ve adlandıramazlar. Bunu bazen kendi üstlerine alınırlar ben ne yaptım acaba diye ve bir şey yapmadıklarına inanırlarsa haksızlığa uğradıklarını düşünürler. Bazen de sizin duygunuzu paylaşırlar demek ki endişelenecek bir şey var diye.
Her zamanki gibi önce onları dinleyip anlamaya çalışalım; olup bitenin ne kadar farkında olduklarını saptayalım. Siz kendi aranızda  konuşurken sizi dinliyor mu, televizyonda haberler varken ilgileniyor mu? Ya da siz bu konuları konuşurken, seyrederken anlamsız şekilde seyretmeyin, konuşmayın diye sizi bölmeye çalışıyor mu?
Genelde sizi bu ortamdan uzaklaştırmak isterler, “gel oynayalım”, “acıktım” demek, nedensiz ağlamak ya da kardeşine sataşmak gibi.
Mevcut durumu değiştiremeyiz ama bunun dışında kalmak ve yokmuş gibi davranmak da çok zor. Bu nedenle çocuklarımızı da bunun dışında bırakamayız. Onlardan soru gelirse cevabı bilmesek de aslında şanslıyız. Eğer soru gelmiyor ama biz onların farkında olduğunu anlamışsak kendi duygularımızdan yola çıkarak konuşturmaya çalışabiliriz. Olanlar beni üzüyor, oradaki insanlar için endişeleniyorum gibi.
Öncelikle bu olanlarla ilgili kendi hislerimizi anlamaya çalışalım: ne hissediyoruz ve niye öyle hissediyoruz? Bu, bizim genelde şahsi yorumumuz olacak. Burada mümkün olduğu kadar kızgınlık ve düşmanlık dışındaki duygularla konuşmaya çalışmak lazım. Unutmayalım ki, çocuklarımız geleceğin politikacıları, liderleri, barış elçileri, karar vericileri olacak; bu nedenle olanlara olabildiğince objektif yaklaşıp çözüm önermelerini destekleyelim. Bırakın saçma da olsa düşüncelerini söylesin. Olup olamayacağı üzerine tartışalım. Genel olarak, savaş, çatışma tarzı kararların alınmasında halkın değil yöneticilerin etkili olduğu bizim bunu engellememizin çok zor olduğunu iyi açıklamamız lazım.
Çocuklarımıza onların da yapabileceği şeyler olduğunu hissettirebiliriz. “Orada olanları durduramıyoruz; bu bizi üzüyor, çaresiz hissettiriyor. Ama her zaman yapabileceğimiz şeyler var. Bu olaylar bitince oradaki çocukların giysiye, kitaba oyuncağa ihtiyacı olacak; biz de şimdiden bunları toplayıp biriktirelim ve zamanı geldiğinde hemen yollayabiliriz.” gibi cümleler kurabiliriz.
Çocuklarımızın her koşulda kendini güvende hissetmeye ihtiyacı var. Bunu da anne baba olarak biz sağlayabiliriz. Bizim onları mutlaka koruyup kollayacağımızı başımıza kötü şeyler gelse bile onlar için gerekenleri yapacağımıza inançları tam olmalı. Bu nedenle, çaresizlik hislerimizden kurtulmalıyız. Değiştirebileceğimiz küçücük bir şey de olabilir. Önemli olan, elimizden ne geliyorsa geldiği kadarını yapma çabamızın çocuğumuz tarafından da görülmesi. Böylelikle, o da yetişkin olup karar mekanizmasında yer aldığında her zaman yapılabilecek bir şey vardır inancıyla mücadele edebilsin.

Alıntı:Pedagog Nuray ERDEMLİ/uzunçorap.com